Çarşamba, Mart 16, 2005

Hell-sinki


Amsterdam'dan da kuzeye ikibucuk saat daha ucuyorsun. Dunya bitmiyor hani. Altimizdan once gri bir Baltik denizi sonra bembeyaz kardan ovalar gecti. Ilk kez bu kadar tepesine ciktim dunyanin.

Helsinki havalimani bir kucucuk ficicikti. Kapali ortamdan disari adim atar atmaz korkunc sogukla tanistim. Soguk. Cok soguk. Benim onceden hissettiklerimin hicbirine benzemiyor. Baska yerlerdeki gibi uzerime yapismiyor. Temiz bir soguk. Ayazsiz. Sanki buzluga yerlesmisim gibi. Arkadas ise, "demedim mi, Haydar" modeli. Dedin de. Biz umutlar yolcusuyuz. Raki sofrasinda meze olma riski de var, elbet. Bizim harcimiz degildi buralar belki. Kepaze de olunur icabinda.
Cilgin soguktan kacip cilgin sofor Josh'un surdugu arabayla sehre gidiyoruz. Josh'la anlamadigim bir anlasma/koklasma diliyle samimiyet sarhoslugundalar. Pencereden kesif bir beyaz akiyor.

Josh eve ugrayip Maria'yi aliyor. Buz tutmus deniz ustunde resimler cektiriyoruz. Ayaklarim zemine alisik degil. Her tarafa serpilmis minik cakillara ragmen kayiyorum. Kol kolayiz. Cheesy'likten degil; mecburen. Sonra hep birlikte yazin denize, kisin buza sifir, sivi haldeki denize birkac kilometre geride kalan bir kafeye yerlesiyoruz. Boregimsi coregimsi seyler tanidik. Kuzeyimsi Avrupa'nin herhangi bir yerinden farkli degil. Oldukca hafifler. Ama Finlilere boyle dememek lazim. Cok milliyetciler. Raki guzel, sis kebap guzel. Gene gelecek ben, diyorsunuz, oluyor.

'Helsinki'nin en guzel oteli'ne yerlestim. Bavullari atip Josh & Maria'ya yemege gittik. Yari Fasli Maria'nin eklektik yemeklerinden sonra Amerika'dan gelmis projektorden cikma Gora goruntulerini bos duvarda seyrettik. Projektor guzel birseymis. Tavsiye ederim. Gunu Maria'yla alisveriste gecirdim. Bir suveter, iki esarp aldim. O kadar. Euro-dolar paritesi beni Avrupa alisveris alemlerinden uzaklastirdi ne zamandir. Hey gidi. Aksam Josh da eklendi kizlara. Ren geyigi yedigimiz restoran, icinde insan barindiran her ortam gibi sessizdi. Kendimi cikinti hissettim borozan ses itibariyla. Sabah ugradigim muze de boyleydi. Koca bir sinif ilkokul ogrencisiyle cakisan muze ziyaretimde de buna hayret etmistim. 10 yasindaki 80 cocuk nasil da boyle sus pus durabiliyordu, anlamamistim. Yemekten sonra bu sefer Maria'ya gore 'Helsinki'nin en guzel oteli'nin oldugu yerde bir kafeye gittik. Uc oturma grubu vardi. En ucuna biz gectik. Ilk grup Turktu. Ikincisine de iki Turk hanim eklendi. Ince, burjuva sesleriyle kibar konusmalarini isittim zaman zaman. Josh, merhaba, dedi. O da saskin. Ben daha cok saskin. Bunca yurdum insaninin bu kadar kuzeyde ne isi vardi? Maria o aralar Finlilerin diline sakiz ettigi bir geyik haberden bahsetti. Bir yuk gemisine kacak binen bir Fasli geminin gittigi yere kadar, yani Oulu'ya kadar gider. Oulu'da inip -40 dereceyle karsilasinca dakika kaybetmeden en yakin karakola teslim olur. Ismini, geldigi yeri soyler ve kendisini memleketine iade etmeleri icin yalvarir. Zira karsilastigi soguk, Avrupa'da rahat hayat kurma hayallerini aninda yerle bir etmistir.

Gece cok kar yagdi. Tek basina bir otel odasindaydim. Sabah uyandigimda kendimi dunyada yapayalniz kalmis hissettim. Muhurlu pencerede kar. TV'de Finli bir sabah sekeri. Kendime goruntum bile bir filmden alinti. Lost in Translation'daki hatun kisi gibi hisler. Disardaki katir kutur kar sesi de tv'deki sabah nesesi de bana yabanci. Hislerime tercuman araniyor. Hollywood disindan olsun, lutfen.

O gun hic olmadik birsey oldu ve 80 arac birbirine girdi bir otobanda. Finliler bize benzemez. Boyle kaza onlarda sok etkisi yaratiyor. Kaldi ki sadece 3 kisi oldu. Mucize. Gunu Itakeskus denen alisveris merkezinde gecirdik Maria'yla. Omur biter, alisveris bitmez.