Cuma, Mart 31, 2006

Edebi Hafiye

Cuma Cuma icinizi bayicam ama beni pek heyecanlandiriyor boyle seyler. Gecen aksam Capote'yi seyrediyordum. Evet, agir film. Amerika'nin 50 ve 60'li yillardaki en unlu yazarlarindan Truman Capote'nin en bilinen romani, In Cold Blood'i yazis sureci anlatiliyor. In Cold Blood, yazarin ilk gercek hayattan alinti (non-fiction) romani. Bir ara gazetecilige sardirdigi donemde New York gazetelerinde kucuk bir haber olarak cikan Kansas'in kus ucmaz bir kasabasinda ciftci bir ailenin iki sosyopat tarafindan katledilmesini anlatiyor roman. Capote gaydir ve enteresan kiliklarda dolasmayi sever. Bu yuzden kucuk kasaba halkinin onla iletisemeyecegini varsayarak yanina Harper Lee'yi alir ve Kansas'ta aylarca kalarak olayin cozumlenmesinden cok olayin kasaba halkinin ve katillerin ic dunyasinda yansimasini arastirir. Arastirmasi sirasinda katillerle arasinda bir gonul bagi olusur vs vs.

Butun bu olay orgusunde benim ilgimi Harper Lee cekti. Harper Lee, benim en en sevdigim romanin, Bulbulu Oldurmek'in (To Kill a Mockingbird) yazari. Ortaokulda zoraki okutturulan bu romani hala neredeyse her sene tekrar tekrar okurum. Yazari hakkinda bildigim tek sey baska romani olmadigiydi, o kadar. Bu filmde Capote'nin dostu cikmasi onun hakkinda ogrendigim ikinci sey oldu. Sonra gelsin google'lar, gitsin arsivler. To Kill a Mockingbird' deki Dill karakterinin Capote oldugunu, Capote ve Lee'nin cocukluklarinin Alabama'da komsu evlerde gectigini ogrendim. Romanda Dill zaten bir sureligine teyzesinde kalsin diye oraya yollanmisti. Annesi turneye cikmis saibeli bir kadindi. Capote'nin gercek yasamindaki cocuklugu gibi yani.

Buyuk bir iddiaya gore de To Kill a Mockingbird'i Capote yazmis. Lee'nin basilmis baska eserinin olmamasi da bu iddiaya en buyuk destek olarak gosteriliyor. Filmde de buna dair muallak gonderimler var. Yikildim sanki. Ya iddialar gercekse? Sonucta hala en sevdigim roman olacak ama bir kere aldatilmis, bir kere guvenimi kaybetmis olacagim. Yikilacak sey bulamadim hem de memleketin onca sorunu varken.

Oysa ki ben To Kill a Mockingbird gezileri bile duzenlemis ama nedense kotu nazarlarla karsilasmis bir insanim. Hikayenin ozeti: Mart 2000. Adanali erkekler ve ben Mardi Gras icin New Orleans'a gidiyoruz guney eyaletlerini gece gece. Benim derdim romandaki izleri surmek, onlarin derdi malum yuvarlak tepeciklerden mumkun oldugunca cok gormek. Yarin anlatirim bu trajikomediyi. Bugunku edebiyat tarihi bayintisi uzerine haliyle yarinki maceranin reytingi daha yuksek olacak. Ticari kaygilar kor olsun.

Zaviye, Haviye ve Hafiye

Ne zaman duzenli spor yapsam kilo aliyorum. Maratonlar kastigim donemle kimildamadan yasadigim donem arasinda gobek cevresinde bir tekerlek fark var alenen. Gectigimiz kis duygusal, kariyersel, kimliksel dalgalanmalara biraktiydim kendimi. Ruhum hareketlendikce vucudum uyustu. Hissiyat kabardikca gobek kuculdu. Ne yemek pisirdim ne yedim ne de disardan paketledim. Protein barlarla yasadim koca kis. Pelinat sirf bu yuzden iyi astronot olacagimi dusundu. Uzay istasyonunda caanim pizzalarin pastalarin eksikligine cok da aldirmadan, yemek tabletleriyle mutlu mesut seneler gecirebilitem yuzunden. Beni biraksalar yemeden, icmeden, hareket de etmeden yasayabilirim galiba. Fotosentez falan mi yapiyorum, anlamiyorum. Ben bir bitki, kuruldugum yer bir saksi. Lafi cok uzatmiyim. Bahar geldi. Buna bir son vereyim, istedim. Kostukca istahimin acilacagini biliyorum. Bu acik istahin beni 'ne yesem' dertlerine surukleyecegini; tembelligim yuzunden de gofrete biskuviye sardiracagimi bile bile yeniden duzenli kosmaya basladim.

Bugun oglen, hava guzel, ben azimli, kolumda mp3-calarim, kulagimda muzigim, basladim rappidi rappidi. Yanimsira ucaklar kalkar, ben kosarim. Aramizda bir tel orgu, o kadar. Jet benzini soluyarak pek saglikli yasam kosumun temposunu tutturdum tam diyordum ki aa, yanimda bir araba durdu. Xavier. (Zaviye) Yaninda da Javier (Haviye), ben de Hafiye. Olduk mu bir acaip uclu. Zaviye, bizim sirkette expat bir Fransiz. Javier de Meksikali ekurisi.

Zaviye: Manyak misin, kizim? Atla Oz'a (pizzaci) gidiyoz.
Hafiye: Yok, ben gelmiyim.
Zaviye: You ağğ tu ameğiken. Boyle oldugunu bilmezdim
Hafiye: Abi faydali ne yapsak, 'cok amerikeen' diyip duruyosun, ya. Git ya. Tempomu dusuruyorsun.

Zaviye ve Haviye birer sigara yakip keh keh guluyorlar bana. Bir yandan da arabayi benim kosu hizimda bana paralel surmeye devam ediyorlar. Araba????

Hafiye: AAA. Renault 5! Inanmiyorum sana. Memleketten araba mi getirdin?

Araba aslinda Clio ama arabanin gecmisiyle dalga gecmek adina '5' dedim. Fransa'da Fransizlarin boyle geyiklerine sahitligim var da, ondan yaptim, bildigimden degil.

Zaviye: Tabii ki de.
Hafiye: Abi, araba mi yok burda? Hem de daha kaliteliler. Bir de minnacik bu. He he. Sen de minnaciksin. Yakismissiniz birbirinize.


Hatta yarma Fransizcamla bir de "Petit homme, petite voiture" (Kucuk adam, kucuk araba) dedim mi ustune? Dedim.

Zaviye: (Aglamakli bir sesle) Kirdin beni cok.
Hafiye: Ozur dilerim, sey, bak ben...pardon, oyle demek istemedim


Allem kallem Zaviye beni affetmez. Biliyorum ki bu affetmeme de trip. Alindigindan degil. Oyun oynamayi seviyor. Ben de bazen "tu ameriken" ortamdan sıkıldıgımda iki kelime geyik yapabildigim nadir insanlardan oldugundan izin veriyorum oyununa. Ancak tel orgulere tirmanip ucaklara el sallayip 'Zaviye, muthis bir insaaan' diye cigirirsam affedermis. Yaptik artik mecburen.

Bir havaalani guvenlikcisi panikle bana dogru kosmaya basladi. Ben panikle kendimi asagi attim. Zaviye zevkten dort kose uzaklasti. Haviye butun bu olan bitene sadece guldu. Kosumun geri kalaninin da bana ancak psikolojik faydasi oldu.

Salı, Mart 28, 2006

Doğumgünü Mektubu

Sevgili Düella,

Yaslaniyoruz diye cok agliyoruz ya. Dogumgunun vesilesiyle bu yaslanma mefhumunun yeniden bir uzerinden gectim sabah 40 dakika suren ise gelme suresince. Dogumgunlerinde iyi tarafindan bakilir ya hayata.Bu sabah da oyle oldu. Iyi tarafindan bakarsak sadece lak lak yapacagimiz gunlere - takriben 30 yil sonrasina- daha yakiniz. Emeklilige dair harika planlarin vardi ya. Flulasan kamera ve arp muzigi esliginde zamanda ileri gidersek:

Emeklilik gunleri baslamistir. Gozu once Etiler Huzurevi'ne diksen de oraya alinmayacaksin. Oraya girmek icin coook onceden plan, program ve basvuru yapmak lazimdir cunku. Butun şaptiliginle emekli oldugun gune kadar deli gibi calıştıgından emekliligin ilk gunu bundan sonrasini planlamamis olmaktan muzdarip geckin sokak serseriligine baslamazsan neyim. Neyse, B planin da vardi ya, hani. Sabahci muhabbetlerimizden cikariyorum bunlari. Hani 60'larimizda da bekar olacagimizi varsayiyorduk. Ya hic evlenmemis olucaz ya da zaten kocalar uzun dayanmiyor, mefta oluyorlar diye dul. Kendi-huzurevini-kendin-yap modeliyle kendimize Sapanca Mapanca kilikli bir yerde kooperatiften birer daire alicaz. Bir apartman dolusu dul/bekar geckin kanka. Altin Kizlar'in ayni cati altinda ama farkli dairelerde yasayan cesitleri.

Düella, yalniz senin SSK emeklisi maasin yakit parana bile yetmiycek, sonra Yonc'a ya da bana tasinman gerekebilir. Basta oyle, ayri ayri oturucaz, ayni ev olmaz, diyordun da hani aci gercekleri tekrar hatirlatmakta fayda var. Her daim 40 derecede fokurdayan evin, sonmeyen isiklarin, kapiya her gelene savurdugun bahsislerin SSK ayligiyla yapilacak cilginliklar degil, benden soylemesi.

Oysa bir bardak su yetiyordu saclarini islatmaya
Bir dilim ekmegin, bir zeytinin basinaydi doymamiz


olacak mutlulugumuzun jargonu. Her gecen yil buna daha da yaklasiyoruz. Bu durum seni korkutuyor mu bilemem ama beni bilakis heyecanlandiriyor.

Az kaldi.

Hafiye

Pazartesi, Mart 27, 2006

Tuvaletteki Vicdan

Kupkup onemli bir noktaya parmak basti yorumlarinin birinde. Gecen yil Bangkok'ta tuvalette bekleyen servis elemanlarindan bahsediyor. Siz tuvaletten cikinca muslugu acan, elinize sabuk sikan, sonra havlu uzatan tuvalet gorevlileri. Kupkup rahatsiz olmus, alisik degil bu duruma. Kupkupcum, bu dedigin tuvalet ici elemanlari buradaki kimi janti kuluplerde de var. Aynen havlu tutmaca, sabun sikmaca. Beni de rahatsiz ediyor gercekten. Bir keresinde butun bir gecemi mahvettiler. Soyle ki:

Bir kulupteyim iste, hatirlamiyorum neresi. Egleniyoruz, cosuyoruz. Tuvalete gidiyorum. Bir teyze, aynen dedigin gibi musluk aciyor, sabun sikiyor, havlu uzatiyor. Hatta da kadinlar tuvaleti oldugundan olsa gerek, bir suru kozmetik de var ortamda. Istersen onlari kullanaraktan makyajini toplayabiliyorsun. Ne bileyim boy boy tampon, ped falan da var sepetinde. Bir kadin icin yok yok yani. Havlu uzattiktan sonra tuvalet teyzesi bir el kremi fiskirtiyor avuclarima. Parfumlu bisi. Ne guzel, ne guzel de...benim icim icimi yiyor. Tuvalette bir pohpoh teyze oldugunu bilmeden gelmisim, cantam yanimda degil. Teyzeye verecek param yok. Oraya da yazmis teyze, zorunlu degil, gonullu diye. Gonlunuzden ne koparsa misali. 'Cantam yanimda degil,' diyorum ve kafami onume egip disari cikiyorum. Bir utanc bir utanc.

Hinca hinc kulupte zaten yuzlerce insani yarip tuvalete guc bela ulasmisim, siralar bekleyip tuvalete girmisim. Yerime de ayni cileyle dondukten sonra benim nesem kacti. Vicdan meselesi yaptim. Cuzdanda haril haril bir iki dolar bozukluk aramaya basladim. Parayi bulucam ve gidip ayni iskencelerden gecip pohpoh teyzeye vericem. Kanka, 'manyak misin, salla,' diyor. 'Dogru diyorsun,' diyorum. Bes dakika duruyorum. Yok, gene batiyor. Olacak gibi degil. Otesi kompulsiyon. Biliyorum. Cuzdanda bozuk da yok. Kanka hasbinallah cekip kendi cuzdanina bakiyor. Onda da yok. Bir yirmilik cikarip bozdurmak icin kalabalikla cebellesip bara gidiyorum. Bir arbede cikiyor ve ben yirmiligi dusuruyorum. Hemen egilsem, bir egilsem, alabilecegim ama kalabaliktan bu mumkun olmuyor. Yedigim dirseklere ve basilan ayaklarima ciyaklarken yerdeki yirmilik yok olup gidiyor. Yerime donmem yarim saat aliyor. Doner donmez de, gidelim, diyorum. Yeter, geldi bana. Kanka bir kufrediyor. Vicdanima da ecdadima da. Birkac morluk, arbedede kopmus ayakkabimin aksesuar susu seysi, bozuk bir moral ve eksi 20 dolarla geceyi kapatiyorum.

Oysa Allah bilir bu gece iyi baslamisti
Eglenmeyeydi ilk açılışı gecenin, sırf onaydı


Perşembe, Mart 23, 2006

Istek Yazi- Nostaljik Is Gorusmesi

Hic utanmasi yok okuyucularimin. Ne guzel bir yazar bulduk, bizi mesalesiyle aydinlatsin yerine ha bire istek yazi yollaniyor, iyi mi? Caponya'da Kupkup eski bir is gorusmesinde hirsizlikla suclanma; Istanbul'dan Java cok onemli oldugunu iddia websitesine sirket ici halleri anlatan adapli, eglenceli hikayelerimi; Richmond'dan Citir ise kendime dair daha ice donuk seyler yazmami istettiler. Alper'e de ben soz verdim, 'bir fotograf bin hikayeye bedeldir' minvalli bir yaziyi. Ben de yazi cizi dunyasinin Mustafa Keser'i olarak sirayla istek yazilarimi geciyorum. Kupkup, uc haftaya yanina gelecegim. Beni Tokyo'nun 'atraktif' yerlerine goturup 25 metrekarende misafir edeceksin diye sana kiyak ilk senin isteginle basliyorum. Tum sevdiklerin icin geliyor:

Efendim, sene 1998, aylardan Agustos. Pelinat dort gunlugune diye gitmis Bodrum'a. Haftalardir orda. Ha bire telefonda ben de yanina gideyim diye ciyakliyor. Derdi ben miyim yoksa gelisimle kisa sureligine gittigini sandigi icin yetmeyen kiyafet stoguna destek goturmem mi, bilemiyorum. Ama ben akilli uslu ve bilincli bir yeni mezun olarak kendimi is aramaya vermisim. Ortalik da kotu. Memleketin krizli zamanlari. AC Nielsen'da bir pozisyon var, nasil icim gidiyor. Pazar arastirmacisi olmaya bozmusuz niyeti o aralar. Randevum var ogle saatinde X Hanim'la.

Gittim bes katli dar bir binadalar. En alt kattaki resepsiyonist beni biraz beklettikten sonra X Hanim'a yolluyor. Besinci kattaymis. Asansorden cikar cikmaz sagdaki ilk oda. X Hanim beni oturtuyor. Hos bes. Kapisini kapatiyor. Telefonu susmuyor. Daha merhabadan oteye gecemedik, uc telefon geldi. Onlari kapatti. Sonra 'tamam, gercekten cevaplamiycam sonrakileri. Evet, Hafiyeeee' dedi ve kapisi calmaya basladi. Ama tik tik, degil. Gum gum. Bir de kadin cigligi eslik ediyor yumruga. Hani cevap verilmeyecek turden bir kapi calis degil. X Hanim yerinden kalkti, kapiyi acti. Solaryum karasi bir genc kadin ciyak ciyak bagiriyor. Cep telefonu ve cuzdani gitmis. Masasinin ustundeymis, iki dakika su icmeye gitmis. Yeller esiyormus yerinde. Biraz sakinlessin diye X Hanim, onu iceri aldi, oturttu. Sonra hep beraber fikir yurutmeye basladilar. Cuzdan ve telefonun en son gorulme saati ve mekani hatirlandiktan sonra ne olmus olabilir ihtimalleri tartisiliyor. Anlasilan son gorulme aniyla kaybolus ani arasindaki zaman cok cok kisa. Solaryum, "Bu kata en son kim cikti?" dedi. X Hanim gozlerini bana dikti. Solaryum onu takip etti. Susakaldim. Ellerim titriyor. Basim da donuyor. Suracikta bayilirsam? Profesyonel olmaz, di mi? Bu bir is gorusmesi mi? Anneeeee!!! Isterseniz cantama bakin. Isterseniz gecmisimi arastirin. Ben bu isi cok istiyorum. Bari bir konussaydiniz...

X Hanim'in odasindaki panik butun kata yayiliyor. Sonradan gorusmeyi tekrarlayacaklarina dair bir seyler soylenirken kuskulu bakislar uzerimde, suklum puklum ayriliyorum binadan. Sonradan aranmiyorum tabii ki. Hatta duyuyorum ki sosyolojiden SPSS bildigini sanan cocugu almislar ise ve alti aya kalmadan da NY ofisine expat yollamislar. 21 yasindaydim, biraz hirsliydim da. Simdi boyle seyler olunca tokadimi gecip teshir ediyorum ama o zamanlar feci icim kiyiliyor.

Neler gordum neler geldi basima
Duse kalka geldim ben bu yasima.
yani.

Pittsburgh Delibozukluklari

Şükü once tokadini gecer. Sonra cok hirpaladigini dusundugunden degil ama attigi tokatlari gercekten unuttugundan oksama faslina gecer. Simdi o biiir doktor. O biiir tip doktoruuu. O Amerika'da uzman cavus romatologu. Haliyle kizcagizin eli artik para gormeye baslamis. Beni Pittsburgh'un en janjan restoranina goturdu. Le Mont denen Fransiz restorani Pittsburgh'un bir tepe noktasinda; uc nehrin birlesimine, sehrin isiklarina falan yukardan baktiginiz koko bir yer. Biz oraya hippi mahallesinde mor farli, hizmali genclik arasindan cikip gittik. Kotumuz, kazagimizlayiz. Şükü restorani aradi kiyafet zorunlu mu diye. Adamlar, 'kravat takmanız gerekmiyor,' dediler. Hayır, sagolun zaten takmıyoruz da. Kotla gelsek olur mu, dedi Şükü. Adam da yakisiyorsa kotun gelebilirsin, dedi. Şükü kikirdedi.

Ac miyiz, hayir. Hic degil. Butun gun yemek yemisiz. Oturduk, manzara nefis, insanlar piriltili gece kiyafetleriyle salinimdalar. Ben dayanamadim, caktirmadan kotumun en ust dugmesini actim, gobegime ozgurlugunu bagisladim. Tokluktan uykum gelmiş zoraki ne sipariş etsem diye düşünüyorum. Bögurtlenli ördeklerimiz geldiler. Yiyemedik tabii. Eve goturulmek uzere kutulandilar. Garson amca israrla sarap diyor, tatli diyor. Ayıp olmasın diye tatlı soyluyoruz. O tatlınin da kreması bademli amaretto mu ne, sevmiyoz. Zoraki siparişin yahnisi. Kremasını sıyırma cabaları sonucunda geriye bir şey de kalmıyor. Didik didik bir çikolata/biskuvi yığını. Bırakıyoruz geride.

Hesap geliyor. Hesabin altina bahsis satiri vardir ya normalde. Bizim faturada iki tane bahsis satiri var. Birinde 'wait person' yaziyor, digerinde 'maitre'd'. Hani eski Parisli olaraktan biliyorum bu maitre'd dedikleri sey Sef Garson, demek. Amma velakin, biz bir turlu karar veremedik kimin ne kadar paramizi almasi gerektigine. Hesabin %20'sini birakicaz bahşiş, eyvallah da, bu 20'nin kaçı maitre'd'ye gidecek kaçı garsona, bilemedik. Aştı bizi. Sonuda hesabin %20'sinin ucte ikisini maitre'd'ye, ucte birini de garsona biraktik. Tam bir parami kime, nasil bolusturdugume dair ilkokul problemi. Yalniz, yanlis yapmisiz, Şükü. Arkamizdan nadanligimiza, lumpenligimize saydirmis olabilirler. Bana tomas da, sen bu utancla yasayabilir misin, bilemiyorum. Doğrusu linkte:
http://www.tipping.org/tips/TipsPageRestaurant.html

Pazartesi, Mart 20, 2006

Pittsburgh Darbeleri

Pittsburgh'a gittim de ne oldu? Toparlamayi ancak becerdigimi sandigim ozguvenim delik desik oldu. Bunu yapan Suku'ydu. Simdi burada bana yaptiklarini izninizle teshir edicem:

Mesela, gece geckin bir saattir ve Suku'ye bir bira daha icmesi icin israr edilir. O ise meslegini cok ciddiye alan bir doktordur. Bizim tanidigimiz, bildigimiz, yanimizda bir sise rakiyi ictikten sonra parmak dikme ameliyatina giden mikro-cerrah 'simit'lere benzemez. Suku cerrah da degildir zaten. Romatologdur. Romatizmal hastaliklar aksamdan kalmaligi kaldiramaz. Ne mutlu ki boyle mesleki disiplinli doktorlarimiz var, degil mi? Ama is bu kadarla kalmiyor. Onda var olan disiplini biz takdir ederken karsiliginda ciddiyetsiz isler yaptigimiz imasiyla- ne imasi yahu, aleni parmagiyla- bir ozguven darbesi yiyoruz. "Ben, doktorum. Sizinki gibi isler yapmiyorum" sozuyle aci gerceklerle yuzlesiyoruz. Bizim Excel tablolari kazan kafayla yanlis duzenlense, database linkleri kopsa, toplantida uyusak, sunumda gak guk etsek hayat memat durumlari rutininden taviz vermeyecektir. Gerci, ben uyudum konferans call'un birinde gecenlerde 2 milyon dolara mal oluyordu. Fransiz piranalari gevsedigin ani kolluyor. Turkiye'de bir can 4 milyar ETL idi. (Bir doktor hatasi yuzunden olen cocuga bicilmis mahkeme degeriydi bu gecen yil). Yaklasik 3 bin dolardan, 667 hayatla oynayabilecek kapasitede bir ehemmiyetim var, tamam mi, Suku?

Ikinci darbe gencligime, guzelligime indirildi. Vakti zamaninda Suku'nun Kesmirli komsulari beni pek begenirlerdi. Yok, ben eski Kainat Guzeli, yeni Bollywood yildizi bir hatuna acaip benziyormusum falan dendiydi. Turkiye'de neden yasamak istemedigine dair argumanina hatun tuttu benim guzelligimi alet etti. "Neden Turkiye'de yasasin ki Hafiye? Turkiye'de vasat bir hatunken mesela baska memlekette 1 milyar insanin dibi dusebiliyor ona," dedi. Bana dedi. Vasat, dedi. Ortaliga gereksiz bir, "Hieeyyt, dunya uzerinde elde edemeyecegim erkek yoktur, Edirne'den Ardahan'a, Kuzey Kutbu'ndan Antarktika'ya," nidalari atmama sebep oldu.

Yalniz sonradan aklima geldi. Bu kiz Kainat Guzeli secilmis, Suku. Yani, Kainat Turkiye'yi de kapsar, be. Bak, argumanini uzak ara curuttum. Benim aklim once dellenir, meydan okur, sonra mantikli cikarimlar yapar. Onu da Turklugumun dogasina verin. Nihayetinde vasat bir Turk'um iste.

Salı, Mart 07, 2006

Şiştik

Düella'yla sabahlara kadar ne iş kursak diye düşünüp taşındığımız, gündüzleri onun işe, benim de görüşmelerime güç bela yetiştiğim bir haftanın sonunda Atlanta'ya döndüm. Herkeste bir 30 yaş bunalımı. Manitalardan ayrılınmış, işlerden nefret edilmiş, pılı pırtıyı toplayıp bir köye yerleşmeler düşünülmüştü. Yalnız olmadığını görmek acı bir rahatlık hissi veriyor insana. İş görüşmelerimde başıma gelen türlü komediler akşamları Düella'ya ve o gun eve ugrayan kankalara yeniden canlandırılıyor ve beraber eğleniyorduk. Bunlarin detaylarına sonra gireceğim. Hala jetimin lag'ini yenmem ve içimdeki karmaşayı düzgün ifadelemeye niyetlenmem gerek.

Halihazırda aileden devraldığı başarılı bir operasyonu yöneten bir arkadaşım var. Onunla da Pazar günü buluştuk Ortaköy'de. Yanımda Düella. Her ikisi de benzer işler yapiyor. Manzara guzel, hayat da guzel olmali derken içimiz şişti Ozlem'le. Bir bunaldik ki tarifsiz. Cıvımaya musait olmayan muhabbetten midir, konuşulan şeylerin aslinda ehemmiyetsiz geldiğinden midir, bilemiyoruz. Cocuk gayet normal konuşuyor. O konuştukca bize afakanlar basıyor. Eve dönerken ağzımızdan gözümüzden karanlık fışkırıyordu.

Düella'yla Levo'ya ugradık. Bizi goren Levo, 'nedir bu haliniz', oldu. Dedik, "Levo, biz şiştik. Sebebi de yok, oyle bir icimiz bayildi". Sonra biraz nefeslenelim dedik bir baktik Levo bize kendi derdini anlatir oldu. Uzun suren iş arayişini, 6 yillik ilişkisini ne yapacagini bilmemezliklerini, yazin yaşanmiş birtakim calkantilardan gunumuze ulaşmış hallerini dinliyorduk ki Levo, "Ben sizi sıkmayım. Zaten bayılmışsınız. Boşverin," dedi. O anda Düella'yla birbirimize bakışımızı unutamıyorum. Aynı anda, "Yoo, valla açıldım, iyi oldu,"dedik. Levo'yu dinlerken farketmemişiz uzerimizden kalkan kara bulutu. Başkasinin sıkıntısından kendimizi hafiflettik diye kendimizi hain ilan edip eglendik falan ama aslinda olay elalemin derdinden kendi halimize şukretme olayi degildi. Zira evimize doner donmez gene şiştik. Sadece Levo'nun hikayesini bize anlattigi o yarim saat içinde baska bir şeye konsantre olmanin verdigi bir kendimizden sıyrılma halini yaşamışız. Depresyonumuza geri donduk yani. Sabah beş bucuga kadar ne iş kursak, nerelere gitsek diye düşündük durduk. Ne Yapacağız, Düella? Ne Yapsak, Hafiye? Once bir şey buluyoruz, sonra birimiz onun neden başarısız olacağını soyluyor, huzunle karışık hayalimizi eliyoruz. Iclerinden en tuttugumuz plan 'Acun Firarda'nin kadin versiyonunu yapmakti. "Gel gel gel, ablana gel," diyerek çeşitli dünya plajlarında oğlanları sıkıştırmak, sokaklarda itişip kakışmak, ona buna laf atmak uzerine hayaller kurduk. Tabii ki bunu da eledik. Bunu yaparsak bu ülkede taşlanacağımızı söyledi Düella. Üstüne üstlük babalarımız da kalp krizi geçirebilirdi. Tanınmayiz, dedim ben de. Peruklar, kocaman kara gozluklerle idare edemez miydik? Edemezsek biz de Esincan'in manitayı* arardık. Bu ülkede hayati tehlikede oldugumuzu bildirip iltica ederdik bari. E, madem iltica edecektik Batı'ya bir yerlere, neden dönmeye çabalıyorduk ki memlekete? İstanbul'a gün doğarken döngülerimizden yorulup uyuyakalıyor; kuyruğumuzu kovalamaya ertesi gün devam ediyorduk.

* Esincan'in manita Birlesmis Milletler Multeci Komisyonu'nda calisiyor. Popomuzu sıkıştığı yerden kurtarmak için çevre kaynaklarımızı sonuna kadar kullanmak caizdir hesabi :)