Cumartesi, Nisan 03, 2010

Analar Çeker Yükü

Doktorumuz hastalığı üzerine konuşmadığı gibi Şövalye'nin ameliyatı üzerine de pek konuşmadı. İyi geçti, dedi; o kadar. A, bir de 3-4 güne çıkar, demişti. Şövalye yoğun bakımdan çıktı. Normal odasına geçti ama 3-4 gün içindeki taburculuk beklentilerimiz suya düştü. Şövalye korkunç ağrılar çekiyordu. Ağrının sebebini ameliyata bağlayamadılar. Migren tipi olduğunu söyledi bir nörolog. Şövalye ışıktan ve sesten rahatsız oluyordu çünkü. Karartma yapılmış hasta odamızda elimdeki derginin sayfasını dahi çevirmeye tedirgin olarak dokuz gün geçirdik. Bu süreçte Anne Şövalye hep oradaydı. Hastanede uzun kalmamamı tavsiye eden doktorum sebebiyle akşamları Anne Şövalye refakat ediyordu. Ben de böylece Ataşehir’de yaşayan kankalarda, biraz Yonc’da biraz da Çıtır’da kaldım geceleri.

Yonc’un aslında annesi Nilay Teyze Ataşehir’de oturuyor. Yonc, kocaya uyuz olup annesine yerleşmişti o ara. Yonc, uzun zamandır mutsuzdu. Şövalye de ameliyattan sağ salim çıkınca özel hayat meselelerine dalabildik de oturup uzun uzadıya konuşup strateji geliştirebildik. Nilay Teyze hiç bizim yanımızda durmadı. Gitti küçük odada dizisini seyretti özellikle bizi yalnız bırakarak. Benim annem olsa her lafı dinler, gayet burnunu sokar, onu yap bunu yap diye söylenir dururdu.

Ertesi sabah Yonc işe erken gitti de biz Nilay Teyze’yle keyif çayı içtik kahvaltıda. Ona ne düşündüğünü sordum Yonc konusunda. Çok üzüldüğünü söyledi. Kızının evliliğinin geldiği noktaya değil de kızının üzüldüğüne çok üzülüyormuş. O nasıl mutlu olacaksa öyle yapsınmış gibi çok baba laflar etti gözleri dolaraktan. Ben de şimdi biraz üzülmesinin ömür boyu sürecek bir mutsuzluktan daha iyi olduğunu ve bu süreçte kızının üzülmesine çok takılmamasını tavsiye ettim ama kadıncağızın hali çok dokundu bana.

Çok dokunaklı yerlerde barınamam ben. Kalktım Şövalye’nin yanına geldim. Onun da gece boyunca ağrısı çok şiddetlenmiş. Anne Şövalye kapı önünde ağladı, ağladı. Ona da, “Geçecek, geçmek zorunda. Bir sürü gugılladım bu ameliyat sonrası ağrıları. Tıp makaleleri bile okudum. Geçici olduğu yazıyor. Lütfen üzülmeyin,” dedim.



Bütün annelere üzülmemelerini, evlatlarının ruhi ve fiziki ağrılarının geçici olduğunu söylemiştim.

Ağrısıyla sızısıyla da olsa Şövalye’nin taburcu oluşunun ertesi gün işe giderken yolda radyoda Emre Aydın’ın yeni çıkan albümünün hit şarkısını çalıyoruz dedi DJ. Nakaratı şöyleydi:

Bak burdayım, ölmedim hala
Tutunuyorum uçurum kenarına
Senin için, unutmak için.
Annem için, annem için.

Annem için kısmını nasıl içli söylüyor oğlan. Böyle genç ama acı çeken, acısından intihar noktasına gelmiş bir oğlan çocuğunu anlatıyor sanki şarkı. Ramak kalmış kendine kıymasına ama annesi üzülmesin diye bir tereddütte gibi. Ben bir üzül, bir ağla. Araba gider, şarkı çalar, ben ağlar. Sanki Jelibon büyümüştü, acı çekiyordu ve benim elimden bir şey gelmiyor gibiydi. Ben nasıl kotarırım bu durumu? Hasta olsa, dersleri kötü olsa, ıspanak yemeyi reddetse çaresini bilirim gibi geliyor ama böyle hayata karıştığında içi acısa ne yaparım?

Şu on günde akıttığım yaşı ömrümde akıtmamışımdır. Neyse ki çoğunu kimse görmedi. Artık yumoş bir insan oldum denebilir mi? Aslında bir şeyler hissediyorum gerçekten, empati de kurabiliyorum galiba ama hissettiğim şeyler sevinç, hüzün, kucaklamak, öpmek gibi davranışlara dönüşmüyor. Böyle yumruk yumruk boğazıma diziliyor. Buz gibi serin duruyorum. Eskiden sağda solda böyle taşıp ağlamazdım da. O kısmı hormonlardan olsa gerek.

1 yorum:

huysuz dedi ki...

hımmm.. o yumuşama gayet anlaşılmakta bu son yazıdan. bence tabi.
annelik sürekli üzülmek ve endişe etmek demek zaten. yine bence tabi.
enivey, velkamtodıklab :)

(garip bir yorum olmuş olabilir)