Salı, Ekim 16, 2012

Bu Neyin Kafası?

Kızlarla sohbetlerimiz esnasında laf dönüp dolaşıp çocukluk anılarımıza gelir. Hikayelerimiz öyle trajik olabiliyor ki bazen yazdığım şeylerden bana ‘kötü anne’ diyenlerin bizim annelerimize ne gibi sıfatlar vereceğini merak ediyorum doğrusu. Yine de benim annem kendini dünyanın en iyi annesi sanmaktadır. Çünkü bana fiske vurmamıştır. Her dediğimi yapmıştır. Beni o kadar şımartmıştır, o kadar el bebek gül bebek büyütmüştür ki arkadaşları ona hep sabırlar dilemiştir. Nedense benim aklıma sırtımda kırılan oklavalar, 7-8 yaşımdayken bile bütün tatillerimde evin halılarını silmekler, bulaşıklarını yıkamaklar ve süpürüp silmekler gelir. Bir de bitlendim diye saçlarımı dibinden kesişi. Zaten sert yüz hatlarına sahip bir çocuktum. Herkes beni oğlan sanırdı. Çok üzülürdüm.

Güzel bir kafa aslında bu anneminki. Ben de istiyorum bu kafadan. Zannımca birçok annenin kafası böyle. Kör ediyor annelik insanı. Başka bir gerçeklikte yaşatıyor olmalı. Anne olunca anlarsın dedikleri birçok şeyi anlamadım. Anladığım sadece daha çok yorulduğum ve endişelendiğim – ki bunlar benim yabancı olduğum hisler değil. Dolayısıyla yeni bir şey anlamış olmadım.

Oğlum Jelibon süper zeka değil ama motor becerileri yaşının önünde, hareketli ve kuvvetli bir çocuk şimdilik. Yemek konusunda çok seçici. Sadece hamur işi ve köfte yemek istiyor ve bunu ısrarla talep ediyor. Kucak sevmez, mıncırılmak sevmez. Kimseye aşırı düşkünlüğü yoktur. En mutlu olduğu ortamdan bile ayrılırken huzursuzluk çıkarmaz. En sevdiği insanlar olan babası ve büyükbabası yanından ayrılırken de bunu yapmaz. Paşa paşa elini sallar, bay bay, der. İstedikleri konusunda çok ısrarcı ve ortalığı velveleye verebilen bir çocuk. Bunlara ne ben sebep oldum ne de ortamı. Kendisi böyle. Ben de vücut ve psikolojik bütünlüğü çok da tehdit altında değilse kendisi gibi olmasına izin veriyorum. Belki bir ay sonra doğacak kızım tam tersi bir tip olur. Her ne olursa o da en azından benim tarafımdan olduğunu yaşamak üzere büyüyecek. Ben sadece elimden geldiğince tehdit savucu olacağım.

Ne zaman çocukluk anılarımız ortaya çıksa bu ‘ruhsuz’ halimin müsebbibinin geçmişte yaşadıklarım olduğunu iddia eden bir kocam var. Hatta bu benle de sınırlı kalmaz. Yonc ve Düella’nın da, üçümüzün beraber benzer anıları yüzünden, üçümüzün de bugün ‘acınası psikolojik hallerde’ olduğumuzu iddia eder. Biz kızlarla bire bir aynı şeyler yaşamış insanlar değiliz halbuki. Bence Şövalye’nin annesi daha travmatör bir insan. Çocukken Şövalye’ye yaptığı mürebbiyesel işkenceleri bütün çıplaklığıyla anlatır. Hatta bundan pişmanlık da duymaktadır bugün. Ama nasıl ki annem bugün kendini yumoş bir anne sanmaktadır, Şövalye de yumoş bir çocukluk geçirdiğini sanır. Bu da güzel bir kafa. Bu kafaya sahip olmak da fena olmazdı aslında.

Bizim kızlarla ortak sorunumuz da kafaya girememek bence. Hiçbir şeyi unutmuyoruz. Unutmuyorsak da yaramızı kanatıyor değiliz. Aşırı gerçekçiyiz. Yaşadıklarımızı ortaya sürmekten ve duygularımızı analiz etmekten de çekinmiyoruz. Bu analitik ve utanmaz haller yüzünden arkadaşız ya. Bunun nesi acıklıysa? Kafaya girmeye gerek kalmadan harika bir şey yaşıyoruz.