Esincan’ı geç tanıdık biz. 25’ten sonra. Bizim mahalleden, okuldan değil. Bizim şehirden bile değildi. Amerika’daydık. Pelinat’ın sınıf arkadaşı imiş. Buldu getirdi, sağolsun. Biz ismi Emre, Tolga, ne bileyim Berk falan olan oğlanlarla çıkardık. O koca koca adam Nuriler, Nacilerle çıkardı. Bunu da bizden beş yaş büyük olmasına verirdim. Ben 25’ken yaşı 30 olmuş insanlar sanki ayrı bir dünyanın insanı gibi gelirdi. Gençlikte birkaç yıl ufuk çizgisi gibi uzak gelir.
Lüle saçlarını hoplata hoplata arabadan inişi, eve yürüyüşü, depresyona giremem, ruhum müsait değil deyişiyle bizden de gençti aslında ama kriz anlarında aniden büyür, koca bir çınar olurdu. Ne güzel çeker çevirirdi kendini, ailesini, bizi. Onu tanıdığımdan beri ne onun ne bizim başımızdan geçmeyen felaket kalmadı. Öyle manita benimle ilgilenmiyor, işimi sevmiyorum, uff sıkıldım vari şeyler değil. Hastalıklar, ölümler. Gerçek felaketler, gerçek acılar geçti. Skandal aldatılmalar, dolandırılmalar. Harbi dişli çarklardan geçtik. O anlarda ulu bilgeydi işte, Esincan. Tapınağında kuru ekmek ve suyla bin yıldır yaşayan bir ermiş rahipti. Alırdı yanına seni. Sormazdı, konuşmazdı. Sen susardın, o atkı işlerdi rengarenk yünlerden. Kazak işlerdi, iki ters bir düz. Yedirir, içirir, besler, büyütürdü ama sahiplenmezdi de. Ne zaman iyileşirsen o zaman bırakırdı.
Tatildeyken aradı. 3 hafta sonra
evleniyorum, diye. E, yok mu evlilik diye bin kez sormuş ama sinyal alamamıştık. Pattadanak karar-teklif-aile tanışması faslı geçilmiş. Serin serin düğününü hazırlamış üç haftada. Bir gittik gelin odasına, puantiyeli kısa bir gelinlikle çıktı karşımıza. Etekleri paskırık. Kendi de ekstra paskırtmaktan geri kalmıyordu. Böyle havalandırıp puf diye oturmasını çok sevdiği belliydi. Her fırsatta yapıyordu bu hareketi. Duvağı da yoktu. Yerine beyaz yaprakları andıran bir toka takmıştı. Gebermeyesice.
İmzasını atmış Esincan, dedik. "Ya", dedi Elyan. "Biz giydik öööyle katman katman klasik şeyleri. Bak hatuna".
Lüle saçlarını hoplata hoplata arabadan inişi, eve yürüyüşü, depresyona giremem, ruhum müsait değil deyişiyle bizden de gençti aslında ama kriz anlarında aniden büyür, koca bir çınar olurdu. Ne güzel çeker çevirirdi kendini, ailesini, bizi. Onu tanıdığımdan beri ne onun ne bizim başımızdan geçmeyen felaket kalmadı. Öyle manita benimle ilgilenmiyor, işimi sevmiyorum, uff sıkıldım vari şeyler değil. Hastalıklar, ölümler. Gerçek felaketler, gerçek acılar geçti. Skandal aldatılmalar, dolandırılmalar. Harbi dişli çarklardan geçtik. O anlarda ulu bilgeydi işte, Esincan. Tapınağında kuru ekmek ve suyla bin yıldır yaşayan bir ermiş rahipti. Alırdı yanına seni. Sormazdı, konuşmazdı. Sen susardın, o atkı işlerdi rengarenk yünlerden. Kazak işlerdi, iki ters bir düz. Yedirir, içirir, besler, büyütürdü ama sahiplenmezdi de. Ne zaman iyileşirsen o zaman bırakırdı.
Tatildeyken aradı. 3 hafta sonra

İmzasını atmış Esincan, dedik. "Ya", dedi Elyan. "Biz giydik öööyle katman katman klasik şeyleri. Bak hatuna".
"İyi de biz öyle insanlarız, Elyanım. Klasikiz. Bu kız böyle bir insan. Hissettiğini de giyinmekten gocunmuyor".
Esincan gelinliğine fonksiyon da kattığını iddia ediyor fakat. Bu paskırık etek toto kapatmakta bire birmiş. Tarihinin en kilolu halindeyken evlendiği için kendine şişko gelin demekte. Fakat kiloların mutluluk getirdiğine de inanmış. Amerika’daki Ruş’tan bu yoruma emaille onay geldi. O da şişkoymuş son zamanlarda ama mutluymuş Pablito’yla. O mutluluğun kilo yaptığını düşünüyor; kilonun mutluluk yaptığını değil. Mutsuzken, depresifken kilo takıntılı ve az yiyen bir insana dönüşüyormuş.
Bu durumda her daim mutlu olduğunu söyleyen Düella’nın kiloları bu pozitif ruh halinden olsa gerek. Ben mi? 17 yıldır kilom artı-eksi 2’den fazla oynamamakta. Düella’ya göre benim hislerim yoktur. O yüzden herhangi bir ruh halinin bedenime de etkisi yoktur.