Cumartesi, Aralık 27, 2008

Tutmayın Beni

Geçen gün Beşiktaş vapur iskelesinde bir vatandaş ‘Herkese borcum vaaar! Yeter ulayyn!’ diyip suya atladı. Öyle üstünde kazağı ve montuyla vapurla iskele arasındaki bulanık suya attı kendini. Vapur ahalisinden biri bir can simidini yerinden söküp adama fırlattı. Simide tutunan adamı vapura çektiler. ‘Yazık, etme eyleme kendine. Hayat buna değmez konuşmaları’ yapıldı. Adamcağıza yazık olmasına yazık da bu hareketiyle gerçek niyetinin canına kast olduğunu çıkarımlayamadım. Ufak bir cinnetti belki. Hatta sanırım sadece zor durumuna eşinden dostundan empati bekliyordu. Bu kış kıyamette saplıcan olmasaydı bari.

Geçen Pazar gazetelerde ve televizyonlarda da Mardinli Romeo ve Juliet’i izledik. Ailelerinin evlenmelerine izin vermediği aşık bir çift üç katlı bir binanın çatısına çıkmış, atlayacaklarını deklare ederek ya gönülsüz ailelerini tehdit ediyorlardı ya da canlarından bezdiklerinden isyan ediyorlardı. Olayın bundan sonrası her açıdan trajikomedi olmasına rağmen haksızca ulvileştirilecek Romeo-Juliet mertebesine çıkarılmış bir aşk hikayesi okuduk, izledik.

Bir kere yüksek bir yerden atlamaya kalkan ve depresyonun, anksiyetenin dibine vurduğu sanılan bir insanı atlamamaya ikna etmekle görevli kişi öyle dal dal yürüyerek çatının ucunda duran kişiye ilerlemez. Gördüğüm filmlerin hepsinde onu iknalı konuşturmaya çalışılınarak usul usul sokulunur. Aralarındaki mesafe tek hamleye indiğinde belki işte ani bir atılımla eleman çatıdan aşağıya indirilebilir. Burada tahmin edebileceğiniz üzere olmaması gereken durum oldu ve arkasından dal dal ona doğru yürüyen polisi gören Romeo atladı. El ele tutuştuğu için Juliet’i de kendiyle beraber aşağıya çekti. Hiç de öyle beraber falan atlamadılar. Tabii bütün bunlar olmadan bir süre önce aşağıya dev bir hava yastığı getirilmişti. O yüzden kimseye bir şey olmaması sanıldığı bir anda atladı Romeo. Atlamadığı ve fakat çekiştirilerek düşürüldüğü için Juliet ise binayı sıyırdı. Hava yastığı da yeterince pofidik kalamadığından Romeo ve Juliet’i zemine dokundurdu. Tam da öyle zbam diye çakılmadılar sanırım, hızları kesilmişti allahtan. Yani olayda psikoloji bilmeyerek Romeo’ya tehlikeli yaklaşan polis memuru, Juliet’in atlamayıp düşmesi, havası kaçmış hava

yastığı falan hepsi beraber tam da perfect suicide’a doğru gidiyordu ki allah yüzlere baktı. Gençlere de ailenin sempatisinden çok daha fazlası, tüm ülkeninkini kazanacak kadar drama imkanı doğdu. Sadece ikna edilerek çatıdan inselerdi ailelerin sempatisine yetecekti. Yani sonucu kötü de bitse amaç sadece ‘tutmayın beni’ idi.

Ofisim çok kalabalık bir yerde olduğundan devamlı itiş kakışa da sahne oluyor. Özellikle de hemen önümüzdeki caddede herhangi bir zaman diliminde mutlaka en az bir trafik kazası ve dörtlüleri yanıp duran arabaların yanı başında yumruklarını konuşturan adamlar oluyor. Şimdiye kadar birçoğunu izleme fırsatı edindim. Çarpışmanın saniyesinde arabadan inen adamlar hasara bakmaya gerek duymadan otomatikman yumrukları dikip karşı şoföre yönelirler. Güdümlü rokete benzerler o an. Kaskolarının falan olup olmamasının da bir önemi yoktur adeta. Maskatın bağcıyı dövmek olduğundan da emin değilim çünkü etraftan mutlaka taksi şoförleri yetişir ve bunları ilk yumruktan sonra ayırır. Kaza sahipleri tutulmasalardı karşısındakini çok fena benzeteceklerini sıklıkla iddia ederler. Böylece aslında ne sert adamlar olduklarına dair etraflarına mesaj verirler.

Salı, Aralık 23, 2008

Müflis İşadamı

Ortalık kötü. Batan batana. Kocam da battı. Kendisini artık ‘müflis bir işadamı’ olarak nitelendiriyor. Bir ara moral bozmuştu ama bayramda Orta Avrupa'ya gittik. Mevsim tersti mersti, totomuz dondu mondu ama noel süslerini, ağaçlarını gördü; meydanlara kurulmuş panayırlarda sosis, kurabiye ve hamur döner yedi, sıcak şarap içti; noel korolarını (christmas carols) dinledi de düzeldi. Moralsizlikten çıkar çıkmaz dalgamı geçtim. ‘Ben sana dememiş miydim’ledim. Karşı atak icabı beni suçluyor. Ben bıdı bıdılanmasaymış ve onun şahane iş planlarına omuz silkmeseymişim şimdiye çoktan trilyonermişmiş. Başarılı erkeğin arkasındaki kadın ben olamazmışım.

Ben de ne eşşek kafalıyım ki hala analitik açıklamalarda bulunuyorum. Bir kere beni kandırdı. Minimum şu kadar gelir elde etmeden maaşlı işinden ayrılmayacaktı. Yedi bunu. Bir gün bir baktım istifa etmiş gelmiş. Neyse canım, bu konuyu yazmaya kalksam bloglar yetmez. Bu kadar da ipliği çıkarmayalım pazara. Zaten alıcısı yok. Gereksiz taşı-topla, topla-taşı.

Geçmişin hesabını yapmayalım, paşa paşa konjonktüre at bahaneyi gitsin diyorum. Herkes öyle yapıyor. Bu arada beni ayrı düşünceler alıyor. Yani bu havalı yatırım bankacısı elemanlar olsun, avukatlar, mühendisler, reklamcılar, benim gibi ne iş olsa yapıcılar olsun gerçekte ne işe yaramaktayız ki? Yani konjonktür denen şey iyiyken şirketler çamurdan bile olsa para kazanıyorken kötüye gittiğinde iflas ediyorsa varlığımın ve bütüüün işgücünün ekonomik katma değerini sorgulamam icap eder sanki.

Galiba konjonktür mutlak gerçekliğin ta kendisi. Sal kendini ona. Hiçbir şey de yapma. Nefes al yeter. Çırpınsan da batarsıııın, çırpınmasan da .

Cuma, Aralık 19, 2008

Çinlilerin Gözleri Neden Çekik?

Şövalye çok dayanamıyor Törkiş kanallar izlemeye. Ben ısrarla izlemek istiyorum. O ısrarla sıkılıyor. Bir gün yine beni dinlemeyip zaplarken Çin’de bir defileye uğradık. Aa, diyor bizimki. Çinliler de insan. Mankenleri bile var. Düella’nın da buna benzer tepkileri oluyor Çinlilere dair. Onları uzaylı kategorisinde değerlendirmelerini anlayabilmiş değilim. Çinlilerin yaratık, boks maçları izlemenin keyifli, büfe yemeklerini güzel bulmaları ile benim aslan terbiyecisi olduğum konusunda çok hemfikirdaşlar Şövalye’yle.

Şövalye defileyi ilgiyle izledi. Sonra da 'Bu Çinlilerin gözleri neden çekik?' diye sordu. Ben de zamanında bu konuyu araştırmıştım. Açıkladım. Evrimsel teoriler var diye. Birine göre yaşadıkları yüksek rakımlı bozkır coğrafyasındaki hava şartları itibariyle gözlerine ışık ve toz kaçmaması için çekik gözlerin ideal koruyucu olduğu söyleniyor. Bir diğer teori de yüksek oranda pirinç tüketiminin jenerasyonlar sonunda bünyeye bunu yaptığını ama sanki ilk teorinin daha makul olduğunu.

Çok eğlendi. 'Çok mu kocakafaymış buuuu?' dedi bitti. Eminim şimdi sorsanız çoktan unutmuştur açıklamayı. Bakın söylüyorum. Terazi erkeği en büyük sırdaşınız olabilir. Asla sırrınızı paylaşmaz. Çünkü paylaşamaz. Çünkü ne anlatırsanız anlatın, anlattığınız şey ne kadar bombastik olursa olsun, on dakika sonra unuturlar.

Pazartesi, Aralık 01, 2008

Gidelim Buralardan

Kişisel edebiyatımızın da, rakı soframızdaki keyif ve kederimizin de ifadesi şarkı sözleri olduğundan yurdum insanını şarkılar derinden etkiler diyebilirim. Beni de bir tuhaf etkiler, evet. Eski bir şarkı duyduğumda, sözlerdeki keder bana eski kalp ağrılarını falan hatırlatmaz. O şarkının moda olduğu dönemdeki günlerimi hatırlatır.

Dün akşam Şövalye’yle kavga etmişiz. Yine meşum ev alma konumuza istinaden. O bahçelerde çiçek böcek keyif yanlısı, ben fonksiyon. Uzun suratımla arabada oturuyorum. Kanal zaplarken Nazan Öncel’in müzikal biyografisi konulu bir program buldum. 1995 yılından bir parça. Gidelim Buralardan.

Link: Nazan Öncel - Gidelim Buralardan - Video Klip


Kendimi üniversitenin ilk yaz tatilinde buldum. Ruty’nin ortalıkta olmayan manitasının minik öğrenci evinde bütün gün Atatürk leblebisi ve soslu fıstık yer, kola içerdik. Hamarat kızımız birtakım taze sebze yemekleri pişirirdi. Yanına pilav ve yoğurt da çıkarırdı. Buz gibi soğuk şeftali de. Yemekten sonra da tırnaklarına oje sürerdi. Beceremez, siler siler tekrar sürerdi. Günler böyle tembel ve amaçsızca akar giderdi.

Evde Kral TV hep açık olurdu. O yaz siyah-beyaz klip çekmek modaydı galiba. Mazeretim Var Asabiyim Ben’i de severdik o siyah beyaz videolar arasından. Ruty hatta oradaki modern dans figürlerine kasardı. Dansçı olmak isterdi. Ben içimden 'saçmalama', derdim. Dansçılıkla karın doymaz. Belki dışımdan da demişimdir, hatırlamıyorum. Velhasıl bankacı oldu. Kredi risk analizi yapanından hem de.

Sonra Ruty’i özleme hissi geldi. Biraz gözlerim doldu. Şövalye proje kontrol hırsımdan sandı. Düzeltmeye uğraşmadım. Nemli duygularımı göstermekten yana hala çekincelerim var.