
Okura hatırlatmak için çıkan kısmın özeti şöyleydi:
Gardırobunun beyaz gömlek, siyah pantolon ve takım elbiselerden ibaretliğinden Hafiye’ye gına gelmişti. Modaya da nispeten uygun ve biraz daha hareketli kılıklar satın almak üzere birkaç mağazaya gitmiş, beni donatın, demiş ve fakat ya kıyafetlerin absürdlüğünden ya da satış temsilcilerinin beceriksizliğinden kendine bir türlü taze kılıklar dizememişti. Bu süreçte Şövalye onunla 'İkoncan mı olucakmış buuu?' diye de dalga geçmişti.
***
Ofise yakın olan İpekyol’a gidene kadar gardırobumu yenileyebileceğime dair umutlarım tükenmek üzereydi. Ofise-yakın-İpekyol dev bir mağazaydı. Kimseler olmazdı içinde. Cup-tıs-cup-tıs’ı sonuna kadar açıp beyninizi de ütülemezlerdi. İçerisi ne sıcak ne de soğuk olurdu. Alışveriş merkezinde değil, düz ayak, kendi başına bir dükkandı. Önünde de bir dolu otopark yeri olurdu. Konforu şahaneydi yani.
İçeri girdiğimde iki satış temsilcisi kız yan yana duruyordu. 'Kesin beceremezsiniz, biliyorum, ama işte sormuş olayım diye soruyorum' edasıyla yaklaşıp ezber cümlemi söyledim. Beni donatın, dedim. Şu tarz bu tarz da demedim üstelik. Kalın yünlü kazak istemem, kaşındırıyor ve menopoz yapıyor, dedim. Öyle satenimsi elbiseler de istemem. Hem statik yapıyor hem de göbekli gösteriyor, dedim. Hepsi o. Başka da ağzımı açıp bir şey demedim.
Kızların biri gitti, öbürü geldi. Bir saatin içinde dayanıp döşenmiştim. Giydiklerime baktıkça gözlerim gözlerim doluyordu. Ne eksikse anlıyorlar; fuları, kemeri, kolyesi, her şeyi tamamlıyorlardı. Onlar tamamladıkça evdeki gardırobum gözümde canlanıyor, ‘nedense hiç giymiyorum’ diye düşündüğüm kıyıda köşede kalmış kılıklarımın aslında sadece bir kemere veya bir kolyeye ihtiyacı olduğunu da anlıyordum.
Kasada ufak bir servet ödedim ama pintiliğime rağmen yaptığımdan hiç pişman olmadım. Yepisyeni yirmi parça kıyafetim vardı ama birbirleriyle uyumu sayesinde rahatlıkla 60-70 değişik kılığa ulaşabiliyordum.
Eve döndüğümde gardırobumu açıp yenilere yer açmak adına eskileri bir bir çıkardım. Çıkarılanların en başında Amerikan takım elbiselerim vardı. Ne kadar marka da olsalar dökümsüz duran, tuhaf belli, geniş basenli ve biraz da kısa olan pantolonlara artık veda ettim. Gerisine de ‘bir sene’ kuralı koydum. Bir senedir giymediğim şalından çorabından kadar heeeer bir şeyi toplayıp yardımcımız kadına verilmek üzere kenara ayırdım.
Hala herşey ‘tamam’ değildi. Azıcık ağır kılıklarım tamamdı ama spor kıyafetlerim eksikti. Onları da artık ufaktan kaptığım doğru kılık tespiti tekniğiyle zaman içinde birkaç mağazadan topladım. Üzerine Amerika’ya gitmek zaten spor kıyafet alışverişindeki son noktayı da koymuştu. Gardırobumun fonksiyonel hafifliği adeta içimi de hafifletmişti. Bu durumdan o kadar memnundum ki herkese gardırop detoksunu öneriyordum.
DC kankası Ruş’un evinde misafir olduğum günlerde evinin dar geldiğini, dolaplarının yetmediğini ve daha büyük bir yere çıkmak istediğini söyleyip durdu. Amerikan evleri dolap ve giyinme odası cennetidir. Bu sızlanmayı anlayamıyordum. Bir akşam Ruş, dedim. Hadi başlıyoruz.Teker teker kıyafet öbeklerini çıkarıp yatağa dizdik. Teker teker açtık. Ruş teker teker giyindi.
Tek bacağında dev bir kaplan deseni olan kot pantolon mu dersiniz, kıçı başı ayrı oynayan, renk cümbüşü olan elbiseler mi dersiniz, neler yoktu ki.

Bir tane mini kot etek çıktı öbekten. David People marka. Hala yaşar mı bu marka, bilemedim. Ruş, Pelinat ve ben ne giymiştik o eteği 12-13 yıl evvel. Birkaç dakikalık kahve molamızda nostaljisini yaptık eteğin.
"Tamam, üstüne oluyor da Ruş, on yıldır giymemişsin. Hem böyle şeker mini şeyler erken 20’li yaşlara ait. Biz artık büyüdük. Yakışmaaaaz".
Zor çıkardı elden bizimki.
Bir dünya penye tişörtü vardı. Atmaya kıyamayıp ‘pijama’ ilan ediyordu. Sonunda pijama niyetine 15 tişört çıktı.
"Sen her gün giydiğini yıkayan titiz bir kadınsın. Bir insan evladının 15 pijaması olmamalı. Zaten sıra gelmez bunları giymeye. Aaaat", diyorum. Yapışıyor. Zorla atıyorum.
Sonra en az yirmi tane kot pantolon attık. Ruş, bunları giydikçe kilo aldım dedi dövündü. "Güzelim", dedim. "Kilo milo almadın. BMI 20'lerin şişkoyum hezeyanlarını bırak. Ben seni bildim bileli 52-55 kilo arası takılıyorsun. Eskiden böyle dar alırdık kotları ayol. Yatağa uzanıp, karnımızı iyice çeke çeke, ıkına sıkına fermuarını kapatırdık, hatırlamıyor musun? Ben de kilo falan almadım mesela ama 29 beden bir 501’im vardı eskiden. Ihlayıp tıslayarak içine girerdim. Sırf 29 bedene giriyorum hissiyle dolaşmak içindi bu. Sonra belim, kalçam falan morarırdı bunları giydiğimde. Zaten bu sıkılıkla bel üstünde de koca bir simit pörtler. Şekil şemal iyice kaçar. 30’a rahat sığsam da son birkaç yıldır germiyorum 31 beden alıyorum rahat rahat. Ohh püfür püfür".
Sonra giyinme odasını yeniden yerleştirdik. Tam göz önü yere birtakım sırt çantaları dizmiş. "Ruş, bu ne?", diye sordum.
"Şubat’ta Meksika’ya giderken kullanıcam bu sırt çantasını", dedi.
"Şubat’a daha çok var", diyip bir bavulun içine hapsettim çantayı.
"Az kullandığın şeyleri prime noktalara koymamalısın. Gardırop detoksu tamam ama yeni düzeni de mühim".

Nedir sonuç? Ayakkabı dolabına detoks yaptın mı? Kaç ayakkabı çıkardın elden?