Perşembe, Nisan 17, 2014

Ev Babası Şövalye

Şövalye işten ayrıldı yine. İki yılda bir bahar geldiğinde bu oluyor. O yüzden sorun bu değil.
Sorun, benim de işi bırakmak isterken, ‘aa ben de bırakıcam zaten, beraber bırakalııım’ diye çocukça bir yorumuyla benim depresyonumu katlaması oldu.

İş bırakmak konusunda hiç şakası yoktur Şövalye’nin. Tak diye bırakır. Benim, senin, onun, ailenin geliri, çocukların okulu, sonrası vs’ye pek takılmaz.

Tamam, onun yüzünden işi bırakmamış değilim ama o gün yani, tam da işten nefretimin çok büyüdüğü, ofiste hezeyanların döndüğü günlerde bana bu cümleyi kurmasaydı o anın ateşiyle bırakabilirsim. Oysa o an bu cümle büyük bir takoz oldu önüme. Ben patronlara koca şirketi revize ettirtmeyi bile becerebilirim ama Şövalye’nin işte durmasını sağlayamam. Şövalye iş konularında akacak kan’dır. Aklına koydu mu ofiste fazla durmaz.

Benim derdim Şövalye'nin para kazanmaması, anarşik olması falan değil. Derdim, Şövalye’nin evde olması. Çocuklarla daha çok vakit geçirmesi. Bunlar birer dert. Çünkü çocuklarla  geçirdiği her vakit hem Hayriye Hanım'ın iş yapışına hem de çocukların düzenine, alışkanlıklarına, terbiyelerine sokulmuş çomaklar olarak bize geri dönüyor. Çocuklar artık uyurken ağlıyorlar. Yemek yemek istemiyorlar. Hayriye Hanım, evde nasılsa Şövalye var diye Planters’ı babaya bırakıp komşu gezmelerine, günlere gidiyor. Jelibon evde duran baba yüzünden yuvaya gitmek istemiyor. Her sabah servis biraz daha beklesin diye yalvarmayla geçiyor.

Şövalye çalışırken geç saatlere kadar çalışırdı. Akşam 9’a doğru eve gelirdi. Ben genelde 7 gibi evde oluyordum. 9’a doğru cinnet artmış, evde kıyametlerin koptuğu anlara gelmiş oluyorduk. Jelibon, Planters’a vurursa –ki hep vuruyor- odasında 3.5-4 dakika kadar düşünme cezası alıyordu. Planters da sağ olsun, başına gelenlere saatlerce ağlayabiliyor. Bir unut kızım ya, geçti bitti yok. İşte o cadı saatinde Şövalye gelirdi. Bana kızardı bütün işin ceza vermek, diye. Çocuklar sevgiyle büyürmüşmüş. Bu sevginin ızdırabından bihaber replikler saçardı. Birini bir dizine, diğerini diğer dizine oturtup isteyene çikolata, isteyene şeker, çizgi film, ne varsa sakındığım hepsini cömertçe verirdi. Zaten bu sevgi 15 dakika sürerdi ve çocuklar uyurken Şövalye, kendini çocuklarını Hafiye cadısından kurtarmış kahraman baba olarak salondaki kanepesinde horlamak üzere yerini alırdı.

Geçen gün eve akşam 8’de geldim. Kapıyı açar açmaz feci bir gürültü. Jelibon, odasında ağlıyor. Planters, Jelibon’un odasının kapısının önünde ağlıyor. Hayriye Hanım candy crushers oynuyor. Şövalye kendine aldığı çiğ köfte paketini sinirle açmaya çalışıyor.

Jelibon, Planters’a vurduğu için cezalıymış. E, ne kadardır odasında, dedim. Bir yarım saattir oradaymış. Haydaa oldum. Dört dakikayı geçmemeliydin. Delirticen mi çocuğu?

Jelibon’un odasına girdim hemen. Ali yazar, Veli bozar olmasın, Şövalye’nin dediği laf kırılmasın diye onu ‘kurtarmadım’. Planters’a vurduğu için cezalı olduğunu söyleyip, bari oyalansın diye eline oyuncaklar verip çıktım.

Planters da yediği dayağı çoktan unutmuş, Jelibon’la ayrı kaldığına ağlıyor. Celladına aşık bu da.

"Nasılmış?", dedim Şövalye’ye. "15 dakika görüp çikolata vermeye benzemiyor tabii onlarla vakit geçirmek. Sen de hemen cezaya bağlamışsın."

Homurdandı. Jelibon’un ağıdı da dinmişti. Bir baktım Şövalye almış onu kucağına, salona getiriyor. Beraber öpüş koklaş ağlaş sarmaş dolaş olmuşlar. İstikrar, disiplinin anası ama bizimkinde yok işte, napıcan.

Aradan beş dakika geçmedi yine Jelibon, oyuncak arabasını almak isteyen Planters’a bir patlattı. Jelibon odasında (ben geldiğim için sadece dört dakika) Planters da salonda tepemizde on dakika kadar ağladı.


Üçer dakikalık es’lerle bu durum uyuyana kadar devam etti.  

Hiç yorum yok: