Salı, Ekim 31, 2006

Assos: Yarım Pansiyon- Tam İşkence

Şövalye'nin karambolde ayarladığı pansiyonu dünyanın değişik yerlerinde öğretmenlik yapmış, en son Türkiye'ye varmış, burada da emekli olmuş, yazlarını Assos'ta geçirmişlikten dolayı da burada emekli yerleşimini seçmiş 60'larında bir Amerikalı çift işletiyordu. Emily ve Clinton. Pansiyonda TV yok, adamlarda cep telefonu dahi yok. Hiç kullanmamışlar. Eski hippilerdenler midir, nedir. Bu halleri tipik değil ama tipiklikleri olmaz mı? Ahh, ah.

Bi kere odalara kendi elleriyle hazırladıkları bir rehber bırakmışlar. Haritalı, krokili, her bir yerin detaylı menüsü, lezzet vs fiyat değerlendirmeleri, Assos'un tarihi, beşeri yapısı falan bile var. Hadi buraya kadarını sağduyulu bir Türk bile yapsın ama arabanız bozulursa'dan, ısırganotuna sürtünürseniz'e kadar hangi acil durumda ne yapmanız gerektiği detayını ancak bir Amerikalı derleyebilirdi.

Biz rehberi sonradan, ancak gece yatmaya hazırlanırken gördük. İlkin ikimizin de bayağı ilgisini çekti. Şövalye elinde tutuyor, ikimiz kafakafaya okuyoruz. Sonra aniden sayfalar kırıştı, dosya kapanır yere düşer gibi oldu. Türk Şövalye detaylara gelememiş olmalı, uyuyakalmış. El kol hakimiyetini kaybetmiş. Bu abi bir tuhaf. Mesela yanyanayız. Elimi tutuyor olabilir. Saçlarıma dokunuyor olabilir. Mırıl mırıl bir anın tadına varıyorken, aa, bi bakıyorum bir ağırlık çöküyor üzerime. Literally ağırlıktan bahsediyorum! Abi uyuyakalmış. Bütün ağırlığını da bana bırakmış.

Gene dağıttım konuyu. Farzedin ki senaryosunda zamanda bir ileri bir geri giden tarz bir filmdesiniz. Neyse, eşyaları odaya atar atmaz yemek yemek için dışarı çıkmak istemiştik. Clinton'a sorduk bi nereye gitsek diye. Allaaaa. Bir yarım saat de öyle vakit kaybettik. Sakin tonlu sesiyle tınlamadan, çınlamadan, elini kolunu dahi sallamadan, vurgulamadan, inişsiz çıkışsız, anlattı, anlattı, anlattı. Bir yerde, ta başlangıçta bir yerde, ben koptum. Tahminimce Şövalye de koptu ama ne de olsa nazik insan, dinler gözüküyor. Bir esniyorum, iki esniyorum. Esnememin önüne geçemiyorum. Daha fazla esnersem ayıp olacak diye üçüncüden sonrakileri yutuyorum. Suratım uzuyor. Dudaklar birarada kalma çabasında fakat dudakların ardında çene ayrılmış kasılıyorum. Bu usül esneyince yaşlar gözlere daha bir coşkuyla hücum ediyor. Assos Assos olalı böyle zulüm görmemiş olmalı. Ağlıyorum artık.

Nihayet dışarı çıkıyoruz. Eyoo! Yani zaten bir köy meydanına bakan üç tane restorandan ibaret yer nasıl bu kadar uzun ızdıraplı anlatılabildi ki? Amerikalılar ve en basit durumlara dahi karşılaştırmalı analizciliklerine bir canlı örnek daha.

"İyi ki dönmüşsün", dedi Şövalye. "Çok sıkılmış olmalısın."
"Bingo," dedi Hafiye.

'Çok sıkıldığım için döndüm' cevabını tuhaf bulanlara gitsin bu anı.

Hiç yorum yok: