Pazartesi, Mart 24, 2008

Arabayla Ne Kadar Sürer?

Kum rengi bu dev Pontiac’ın en sevdiğim özelliği -koldan vitesli olması sebebiyle olsa gerek- şoförle yolcu arasında vites kutusu ve el freni bölmesinin olmayışına istinaden resmen uzun bir kanepeyi andıran ön koltuklarıydı. İnsan erken yıllarında feci cahil, cehaletinden çıkışlı şuursuz cesaret sahibi de oluyor. 23 yaşındaydık. Gezip görme iştahımız doruktaydı. Laurence’ın acıklı sesler çıkaran arabasıyla uzun mesafe yola da çıkmıştık işte. Arabanın bozulacağı her halinden belliydi. Bozuldu da. O kadar demişlerdi buna Amerikan arabası alma. Üç bin doların altındaki arabalar genelde yüzünden pahalıya gelir diye. Ne gam. Ucuza büyük araba aşkı minnak Fransız kankamı baştan çıkarmıştı. Yol kenarında kalakalmıştık. Kaputu açtık ama bir şeyden anladığımız yok. Baktık şöyle bir.

Georgia’nın kuzey sınırlarında, South Carolina’ya ramak kalmış bir yerdeydik. Kareli gömlekli, kot pantolonlu, kasketli, kamyonetli bir amca durdu yardıma. Şarkılı güney aksanını anlaması pek zordu ama zaten ileteşecek bir durumumuz da yoktu. 'Arabamız bozuldu’dan başka bir bilgi veremiyorduk. O bir şeyler anlattı. Anlamadık ama kafa salladık. Alet çantasını çıkarıp bir iki tangır tungur yaptı. En azından en yakın tamirciye kadar bizi götürecek yamalar yaptı.

En son döndü, Laurence’a, "Where are you from?” dedi.
"France,” dedi Laurence. “I’m from France”.
“Yeah?” dedi amca. “How long is the drive from here?”


---

*Dördü Bir Yerde'nin son analizinden sonra (http://bankis.blogspot.com/2008/03/end-is-beginning-is-end.html) Amerikan halkının vaktiyle bana yaşattığı dumur ve akabindeki ayma sürecimi buralarda saçmaya karar verdim. Birkaç gün devam ederim.

11 yorum:

Herbert dedi ki...

adam arabanızı tamir etsin, sen arkasından dedikodu yap, pes doğrusu :)

araba güzelmiş ama pek özendim

melontheroad dedi ki...

Yazıda geçen adamın hemşoları ile kahvaltı ediyoruz İstanbul'da 2 yaz önce,Taksim sütiş'te.
Şahane bir kahvaltı tabii, bir tanesi dediki:
"I like cucumbers in Turkey, I never eat cucumber in USA."

Ben de çenemi tutamayıp;
"Because they are delicious and fresh, not like the ones in US.."
dedim.

Bir gece evvel kolu kanadı kırılmış masanın öbür tarafındaki diğer hemşodan şöyle bir cevap geldi,inanamadım:
"How can you know? Have you ever tried American cucumber?"

Sawyer dedi ki...

Bunu okuyunca aklima bir sure once internette dolasan "a long swim" esprisi geldi. Denedim tekrar google'da ama kaldirmislar artik herhalde. Ama asagidaki linkten nasil oldugunu hatirlayabilirsiniz :)
http://www.jacksonlatka.com/blog/?p=85

Ruty dedi ki...

Melon'un yazisi uzerine aklima geldi. Pelin Amerika'dan ilk geldigi tatilde "ne pisireyim sana?" diye sordugumda "bamya" diye yanitlayip en cok onu ozledigini belirtmisti. Ben "Amerika'da bamya yok mu?" diyince de "var ama burdakiler cuk kadar" demisti:)

Pardon my language!!!

Yesim Arpat dedi ki...

Rutycim, şimdi bahsettiğin şey kadarın da bir standardı yok, malum. Amerika'da ilk kez bir farmers market'a gidip de satılan bamyaları gördüğümde yaşadığım şokun akabinde Pelin'in bu ifadesini hatırlayıp epey gülmüştük.

Resimdeki gibilerdi:
http://www.omafra.gov.on.ca/english/crops/facts/98-033f7.jpg

Sawyer dedi ki...

"Black okra" mi deniyormus bu turune? :)

Yesim Arpat dedi ki...

Evet hatta bir deneyen bir daha asla vazgeçmiyormuş.

CLTK dedi ki...

Sapıklar sarmış dört bir yanımı.

Ruty dedi ki...

bu kivrik cesitlerini de hic gormemistim (bamyanin yani, dusundugunuz diger seyin degil.. Ustume iyilik saglik!)

Adsız dedi ki...

Nolucak ki bizde her türlü sebze ve meyvenin cinsel bi anlamı vardır duymamış ya da bilmiyomuş gibi yapmayı bırakın çok bilmişler!

Adsız dedi ki...

malumunuz bildiğimiz başörtüsüne TÜRBAN diyenler gibi!