Pazartesi, Mart 21, 2011

Siyah Süt ve Anneliğin Cilası

Elif Şafak’ın Siyah Süt’ünü okumamıştım. 2007’nin sonlarında piyasaya çıktığı ilk dönemde roman hakkında gazetelerde okuduğumca lohusalık depresyonunu anlatan ‘karanlık bir roman’ olması yüzünden bilinçli olarak kitabı okumaktan kaçınmıştım. Ama o dönemlik bir şeydi bu. Yayınlanma tarihi 3-5 ay öncesine ya da sonrasına denk gelseydi okurdum muhtemelen. O dönemde evlilik hazırlıkları ve iki işte birden çalışmanın yarattığı vakitsizlik de buna sebepti. Sonra aradan zaman geçti, unuttum romanın varlığını.

Jelibon 3 aylık olmuştu. Yeni yeni haftada bir iki kez birkaç saatliğine dışarı çıkmaya başladığım zamanlarda bir Pazar akşamı Şövalye’yle D&R’a girdik. Dolanıyorduk. Kitabı gördüm. Açıp okumaya başladım. Ayakta bir çırpıda on sayfayı okumuştum bile. Nasıl da aynen anlatıyordu anneliğin ilk zamanlarını. Kopuk askısı düğümlenerek bağlanmış kirli geceliğinin askısını, yıkanmamış saçlarını, uykusuzluğunu ve özür diler gibi utanarak silik ve ezik bir modda bebeğini hayatına sokma halini... Zaten Elif Şafak’ın üslubuna hastayım. İçerik de benim yaşadıklarım olunca koşa koşa kitabı aldım, eve gelip bir çırpıda okuyacağım diye kitaba gömüldüm. Ama 30 sayfa kadar sürdü bu merak. Sonra roman tıkandı kaldı.

Geri kalan 200 sayfada yazarın lohusalık depresyonundan eser yoktu. Beni kitaba çeken şey aslında bir dergi makalesi olabilecek kadar kısa kalmıştı. Romanın geri kalanı yazarın bekarken nasıl göçebe ve kitaplar arasında kaybolmuş bir hayat yaşadığı, nasıl da aklında evlilik yokken evlendiği ve nasıl da aklında çocuk yokken anne oluverdiği üzerineydi. İçindeki parmak kadınların oluşturduğu İçimden Sesler Korosu üzerinden anlattığı iç dünyası ve anne olmaya giden yol hikayesi de çok zorlama, yüksek dozda popüler psikoloji öğesi geldi bana.

Altı parmak kadın vardı Elif Hanım'ın içindeki koroda. Hepsinin adları da karakterlerini yansıtıyordu: Akılcı çabuk çözümler üreten Pratik Akıl Hanım, üretkenlik ve kariyer düşkünü Hırs Nefs Hanım, ulu bilge ve ermiş kişilik Can Derviş Hanım, kitap ve felsefe kurdu Sinik Entel Hanım, daha sonraları ortaya çıkan kadınsı ve vamp Saten Şehvet Hanım ile ev hanımı Anaç Sütlaç Hanım. Bu kadınların ilk dördü yazarımızın hayatının büyük bir bölümünde egemenlik kurmuşken evlilik ve bebek ile son ikisi gözükmeye başlar. Saten Şehvet Hanım yine de en belli belirsiz ortaya çıkanıdır bu kadınlar içinde. Asıl çekişme ilk dört ile Anaç Sütlaç Hanım arasında çıkar. Yazarımız romanı süresince orta yaşına kadar varlığını dahi bilmediği, benliğinin dehlizlerinde kapalı tuttuğu Anaç Sütlaç Hanım’ın aslında kötü olmadığını, içindeki bütün kadınları sevdiğini anlar ve nihayetinde içindeki kadınlar kardeş kardeş yaşamaya başlar.

Özetle, anneliğin paketlendiği gibi bir güzellik olmadığı, aslında ne kadar da zorlu olabildiğini anlatmaya çalışmak yerine Elif Hanım'ın nasıl yollardan geçerek anne olduğunun hikayesini okudum. Evet, Elif Şafak’ın diline ve üslubuna hayranım ama romanın kurgusunu parmak kadınlar üzerine kurmasını çok basit ve sıradan buldum. Olgun yaşına rağmen canlı ve enerjik tiplerin 'içlerindeki çocukları öldürmemişliklerine' bağlamaları gibi gınalıydı bütün kurgunun temeli.

Neticede Siyah Süt'ü (tersine bir niyeti olmasına rağmen) yine de anneliğin cilalanması olarak algıladım ben. Hiç ummadığınız bir kişi bile anne olabilir. Evet zorlanır ama kotarır. Sonuçta iyi de olmuştur. Bilinçli olarak anneliği reddedenler dahi onun anneliğini ‘iyi ki’ler. Üstelik yazarımız artık çocuk da yapmıştır kariyer de. Edebiyat konulu bir davete gittiğinde omzunda kusmuk lekesini fark eder ama ‘olsun’dur; yazar buna aldırmaz, yüzü ışıl ışıl ışıldayarak davete katılır. (Sooo cheesy) Bu da Hollywood romantik komedi klişesi değildir ne nedir? Otobiyografi dediğin romandaki bu öğeler bana romanın gerçek değil de ‘kurgu’ hem de kötü bir kurgu olduğuna iyice inandırır. İlk otuz sayfada anlattığı lohusalık halleri ise o kadar çarpıcı ve doğruydu ki o kısmın (kitabın sonrasıyla alakası olmadığı için) sonradan yazılmış ve önceden (belki de hamileyken) yazdığı anne olma süreci hikayesinin önüne monte edilmiş olduğu kuşkusunu uyandırdı bende.

Kaldı ki içimizde farklı karakterler olduğuna inanmıyorum. Bu karakterlerin içimizde bu derece çatışabildiğine de. Akıllı bir insansanız durumlara adapte olursunuz. İçinizde bir Anaç Sütlaç Hanım olduğu için ve onun sizi ikna ettiği için değil; anne olduğunuz için yeni durumunuzla barışık yaşayabilmeniz için anaç olmayı öğrenir ve ona adapte olursunuz. Ortam bunu gerektiriyorsa gaddarlığı da, kaypaklığı da, eşkıyalığı da, prensesliği de, cici kızlığı da içinizdeki sesler korosuna koyarsınız. Mecburiyetlerinizi, bilinçli ya da bilinçsiz tercihlerinizi ya da başınıza geleni romantikleştirmeye ve yüceltmeye gerek yoktur.

Annelik de başa gelen bilinçli ya da bilinçsiz bir tercih ya da mecburiyettir. Yine aynı şekilde hayatınızda yer alan ve iyisiyle kötüsüyle yaşadığınız, bilinçli ya da bilinçsiz tercih ettiğiniz ya da mecbur kaldığınız mesleğiniz, eşiniz, yaşadığınız şehriniz gibidir. Annelik konusunda emek verdiğiniz şey bir insan olduğu için önceliği ve etkisi elbette inanılmaz yüksektir ama bütün tercihlerinizle yaşama ve baş etme biçiminiz aslında birbirine benzer. Elif Hanım'ın da bu romanında anlattığı şekliyle, içindeki değişik seslerdeki farklı bakış açılarını konuşturup tartarak, kendisine anlamlı gelen birinde uzlaşarak hayatındaki değişikliklere adapte olduğuna bana çok 'chesy' ve zorlama gelse de inanmayı istiyorum. İstiyorum ama olmuyor.

Hiç yorum yok: