İşini iyi yapan insanları ben de seviyorum. Hatta işini iyi yapmayan insanlara bırakın sevgiyi, onlara karşı asgari gerekli saygıyı dahi kotarmakta zorlanıyorum. Fatih Terim’in işini iyi yapıp yapmadığını yorumlayacak kadar futbol bilgim yok. Benim bu konudaki uyuzluğum Fatih Terim’in açıklamalarındaki gereksiz ve yersiz ifadeler silsilesinedir. İşini iyi yapan insanlar mütevazi olmayıp göz önünde şovlar, artistlikler ve yersiz triplere girdiğinde de işini iyi yapmasına ’rağmen’ işini iyi yapmıyor-muş gibi bir algısı kalıyor bende. İşini iyi yapan insanlar işlerindeki başarı kadar egolarını da kontrolleyebildikleri zaman benim gözümde imparator olurlar. Türkiye’de her ikisini birden başarmış ve de şöhret olmuşlardan az var. Mesela Sezen Aksu. Mesela Murathan Mungan.
Fatih Terim’i Bülent Ersoy’u sevdiğim gibi seviyorum dedim dün gece. Sanat müziğinden de anlamam. Bu müziğin yorumundaki başarı kriteri kuvvetli bir sesle makamına uygun icra ise sanki Bülent Ersoy bunu başarıyor gibi. Albümleri de satıyor mu, satıyor. Gazinoya çıksa gecesine 100 bin kayme alıyor mu alıyor. Şarkı söyleme işini de ticaretini de iyi yapıyor yani. O noktaya kadar kendisi 'orada bir şarkıcı var uzakta' iken yanı sıra gündem olduğu maskaralıklar kendisini izlememe sebep oluyor. Ama işini de iyi yapmıyormuş gibi geliyor işte bana o saatten sonra. Şovmen olmaya kasan ya da kasmayan fakat özünde böyle ayarsız bir primadonnalık yatan bu kadın acaba ne inciler saçacak şimdi diye onu gördüğüm kanalda kalıyorum. Seyre değer buluyorum yani kendisini.
Fatih Terim elbette ki benim kendisini seyretmelere doyamadığımdan kazanmıyor ekmeğini ama bu işiyle alakası olmayan şovu ekmeğine katık etmesindeki manasızlığı gözümdeki değerini azaltıyor. Ha, bu durum adamın çok da bir tarafında ya da değil. Bence de. Ben bu konulardaki genel bakış açımı Fatih Terim’de cismanileştirdim. Kendisi sadece bir örnektir. Ana mevzu değildir.
Fatih Terim’i Bülent Ersoy’u sevdiğim gibi seviyorum dedim dün gece. Sanat müziğinden de anlamam. Bu müziğin yorumundaki başarı kriteri kuvvetli bir sesle makamına uygun icra ise sanki Bülent Ersoy bunu başarıyor gibi. Albümleri de satıyor mu, satıyor. Gazinoya çıksa gecesine 100 bin kayme alıyor mu alıyor. Şarkı söyleme işini de ticaretini de iyi yapıyor yani. O noktaya kadar kendisi 'orada bir şarkıcı var uzakta' iken yanı sıra gündem olduğu maskaralıklar kendisini izlememe sebep oluyor. Ama işini de iyi yapmıyormuş gibi geliyor işte bana o saatten sonra. Şovmen olmaya kasan ya da kasmayan fakat özünde böyle ayarsız bir primadonnalık yatan bu kadın acaba ne inciler saçacak şimdi diye onu gördüğüm kanalda kalıyorum. Seyre değer buluyorum yani kendisini.
Fatih Terim elbette ki benim kendisini seyretmelere doyamadığımdan kazanmıyor ekmeğini ama bu işiyle alakası olmayan şovu ekmeğine katık etmesindeki manasızlığı gözümdeki değerini azaltıyor. Ha, bu durum adamın çok da bir tarafında ya da değil. Bence de. Ben bu konulardaki genel bakış açımı Fatih Terim’de cismanileştirdim. Kendisi sadece bir örnektir. Ana mevzu değildir.
***
Son günlerdeki bir diğer konumuz da benim sıkıcılığım, ilhamdışılığım ve soğukluğum. Düella'nın yazısındaki göndermelerin çoğunu üstüme alınmak için yeterince sebebim var yani.
Çocukluk dönemim sayılmazsa takım tutmadım. Müsabaka seyretmedim. Bahis de oynamadım ki her zaman kazanana meyletmiş olayım. Güçlünün yanında duran güç odaklı motivasyonlarım da olmadı. Tamam, eroin çeken veya köprü altında yaşayan bir çevrem yok. Holding patronlarıyla yalılarda da takılmıyorum. Bu beni ’yeterince’ başarılı ve ’kararınca’ doğru yerlere oynayan bir insan yapmaz. Bu olsa olsa benim ilgi alanlarımı ve sosyo-ekonomik sınıfımı gösterir. Bu beni sıkıcı yapıyor olabilir ama bu yüzden sevilmememi de biraz agresif bulabilirim.
Yine aynı yazıda bir başka –belki de- bilgelik dolu olan (üç noktalarından arındırılmış) "Sular yükselince, balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir" önermesine de katılmıyorum. Bu ifade kadercilik dolu. Kimse hiçbir zaman üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin bence de. Her dakika popoyu kollamakta fayda var. Fakat ben balık olsam suların çekilebilme ihtimaline karşı daha derin sularda yaşayabilme adaptasyonu geliştirirdim. Su tamamen yok olup gidecekse de karada da yaşayabilme adaptasyonuna kasardım. Karınca olsam da suların yükselme ihtimaline karşı kıyıdan daha uzakta yerler bulurdum yaşayacak. Her tarafı su basacaksa da suda yaşayabilme adaptasyonuna uğraşırdım. Suyun akışı bir bağımsız değişken olurdu. Ne tarafa akacağına göre de alternatiflerim. Bence bu çok tutkulu bir çaba. Evrim de –olduysa - böyle olmadı mı? Aman, ne kasıyoruz bu kadar yaşama tutunmak için, diyenler de olabilir. O zaman bu kişiler milli takımın son dakikaya kadar maçı bırakmayan azimlerini de tutkulu bulmamalıdırlar. Her ikisinde de yaşama tutunma, ayakta kalma, yenilmeme mücadelesi görüyorum ben. Millilerinki mucize değildi. Evrimdi. Evet, evrim zaman alır. Mucize değil. Ancak evrim geçirenler sular başka yöne aktığında yaşamda kalır.
Çocukluk dönemim sayılmazsa takım tutmadım. Müsabaka seyretmedim. Bahis de oynamadım ki her zaman kazanana meyletmiş olayım. Güçlünün yanında duran güç odaklı motivasyonlarım da olmadı. Tamam, eroin çeken veya köprü altında yaşayan bir çevrem yok. Holding patronlarıyla yalılarda da takılmıyorum. Bu beni ’yeterince’ başarılı ve ’kararınca’ doğru yerlere oynayan bir insan yapmaz. Bu olsa olsa benim ilgi alanlarımı ve sosyo-ekonomik sınıfımı gösterir. Bu beni sıkıcı yapıyor olabilir ama bu yüzden sevilmememi de biraz agresif bulabilirim.
Yine aynı yazıda bir başka –belki de- bilgelik dolu olan (üç noktalarından arındırılmış) "Sular yükselince, balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir" önermesine de katılmıyorum. Bu ifade kadercilik dolu. Kimse hiçbir zaman üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin bence de. Her dakika popoyu kollamakta fayda var. Fakat ben balık olsam suların çekilebilme ihtimaline karşı daha derin sularda yaşayabilme adaptasyonu geliştirirdim. Su tamamen yok olup gidecekse de karada da yaşayabilme adaptasyonuna kasardım. Karınca olsam da suların yükselme ihtimaline karşı kıyıdan daha uzakta yerler bulurdum yaşayacak. Her tarafı su basacaksa da suda yaşayabilme adaptasyonuna uğraşırdım. Suyun akışı bir bağımsız değişken olurdu. Ne tarafa akacağına göre de alternatiflerim. Bence bu çok tutkulu bir çaba. Evrim de –olduysa - böyle olmadı mı? Aman, ne kasıyoruz bu kadar yaşama tutunmak için, diyenler de olabilir. O zaman bu kişiler milli takımın son dakikaya kadar maçı bırakmayan azimlerini de tutkulu bulmamalıdırlar. Her ikisinde de yaşama tutunma, ayakta kalma, yenilmeme mücadelesi görüyorum ben. Millilerinki mucize değildi. Evrimdi. Evet, evrim zaman alır. Mucize değil. Ancak evrim geçirenler sular başka yöne aktığında yaşamda kalır.
***
Bugünkü dünya düzeninin sol beyinlilere (realist, kocakafa, detaycı, plan-proje-taahhüt ruhlu) çalıştığına da inanmıyorum. Dünyanın hiçbir döneminde sağ beyinliler (sanatçı, sezgili, hayalperest, bütüncül) bu kadar değerli olmamışlardı. Mesela, beş yüz yıl önce harika besteler yapan sanatçılar aclarından ölebilirken sol beynin geliştirdiği düzende yaşam kalitelerini artırıp daha da verimli hale gelebildiler. Sonraları da fikirler sağcılardan çıktı, teknolojisi solculardan. İnsanlık olarak konforumuz arttıkça sanatsal yeteneklerin eskiden farkına bile varamazken şimdi hayata geçirir ve milyarlarla paylaşabilir olduk. Daha binlerce farklı alanlarda bunu ispatlayabileceğimizi düşünüyorum. Bütün bu beyin tarafları yazılarım da biraz kendimle dalga geçmek içindi, yoksa bu müthiş ying-yang durumlarını görmüyor değilim.
***
En iyisi magazinsel yazılardı valla. Ne bu kardeşim, tartış tartış, açıkla açıkla. Kuruduğum bir yana reytinglerim de düştü. Yeniden layt günlere dönücem, bu böyle biline.