Perşembe, Nisan 27, 2006

Hangisi 'Ben'?

Ne istediğini bilmemekten muzdarip bir burjuva nesil olduk diye konuşuyoruz ya. Bir sırt çantası takip dünyayı dolaşmaya çıkanından Uganda'ya, Tayland'a yerleşeninden geçilmez oldu ortalık. Yapamayanlar da yapanlara özenip kendi derdine hayıflanıp durduğu bir çarktır döner oldu. Ben size işin aslını söyliyim. Çekip gidenler de mutsuz aslında. Kendilerini keşfe çıkmak gibi bir yüce bir kılıfa sarmalaşalar da eylemlerini, gittikleri yer onları en fazla birkaç gün oyalar. Dedim. Gerisi yine aynı terane. Mekan değişikliği sadece ihtiyaç değişikliği yaratır. Örneklerde gidilen yerlerdeki minimize hayatlardan anladığım üzere aslında yapılan şey ihtiyaçları da haliyle azaltmak üzerine. Oysa ihtiyacımız olan şey uzaklaşmak değil, azalmak. Bir yandan da ancak çoğalırken karakterimizin nüansları beliriyor. Azalırken aynılaşıyoruz. Çoğalmayı hayata dahil olan insanlar şeklinde tanımlarsak:

Kendimi hiçbir zaman korunası, gözetilesi hissetmedim. Başkasının parasına, olanaklarına muhtaç değilim. Evim, arabam, eşyalarım, sagliğim, param, vs var. Yalnız yaşayabiliyorum. Problemlerimi çözebiliyorum. Tek başımayken arabam bozulduğunda, musluğum akıttığında, borularım patladığında bir şekilde hallediyorum. Hastaysam kendi kendime ya da üç beş arkadaşa sızıldansam da doktoruma gidip tedavimi oluyorum. Evimin işini yapıyorum, işimin işini yapıyorum. Soranlara yuvarlanıp gittiğimi söylüyorum. Hayatımda birisi varken ondan gündelik sorunlarımla benimle beraber savaşmasını istiyorum. İstemekle kalmıyorum, buna ihtiyaç duyuyorum gibi geliyor.

Yalnızken akşam ne yiyeceğim hiç problem olmuyor. Ekmek-peynir, sandviç, mikrodalga yemeği, protein bar, hatta bazen direk konserve kutusuna kaşık daldırmak suretiyle nohut yiyebiliyorken beraberken özenli yemekler ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu özeni ben versem, onun da takdirini istiyorum. Takdiri verse, elime sağlık dese, sofrayı kaldırmasını istiyorum. Insan dogasi istekleri ihtiyaca cevirmeye cok musait. İstemekle kalmıyorum, buna ihtiyaç duyuyorum gibi geliyor.

Yalnızken TV karşısında don paça, gözümde gözlüklerle koltukta uyuyakalıyorum. Sabah oram buram tutuk küfürbaz uyanşam da bir şekilde güne başlıyorum. Beraberken güleryüzlü günaydınlar istiyorum. İstemekle kalmıyorum, buna ihtiyaç duyuyorum gibi geliyor.

Bu durumu kazara filozof Yonca vaktiyle çok güzel ifade etmiştir. Hırvatistan gezisinde gecenin bir vakti yorgun argın vardığımız Magarska'da otel bulamayışımız üzerine bir kafeye çekmiş ne yapacağımızı düşünürken, "Böyle zamanlarda sevgili gerek. Bağırır çağırır rahatlarsın, o otel arar bulur, sen burda oturursun" demişti. Otel aramaya, başımızın çaresine bakmaya kifayetsiz miyiz? Yoo. Karanlık adamların garsoniyerlerini kiralamanın sınırlarında gezindiyse de sonunda gayet güzel bir yer bulmuştuk.

Arıza bir his mi bu, diye çok düşündüm bugün MR-ofis arası. Yalnızkenki tanımımla birlikteykenki tanımım farklı olabiliyormus. Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane, durumu. O zaman sabit bir 'ben' de yok. Dağlar kızının toprakları da heyelanlı iste yani. Öyle, di mi?

Hiç yorum yok: