O kadar meşgulüm ki meşguliyetimi anlatmaya bile vaktim yok.
Proje temposu, iki çocuk temposu, her gün çekilen üç saatlik İstanbul trafiği temposu,
seyahat temposu üst üste şaka gibi oluyor bazen. Daha ne olabilir derken bir
şey daha illa ki çıkıyor.
Jelibon’u doğurduktan sonra ‘artık dergi, gazete
okuyamıyorum’ diye bunalmıştım. Şimdilerde gazete ve dergi bir
gençlik hatırası. Eve her gün gazete geliyor. Kapağını açmadan atıyoruz. Ne
akil insanları, ne Survivor’I, ne Ergenekon’u…hiçbir konuyu bilmiyorum.
Geçenlerde
projemiz için risk babında ‘ya nükleer bomba atılırsa’ demişti yabancının biri.
Nasıl yani, olmuştum. Yok artık, olmaz öyle şeyler canım, kah kih diyip adamın
şüpheciliğini klinik bulmuştum. Kim Türkiye’ye nükleer atacak? İran mı? Onlarda
vardı galiba birtakım bu tarz silahlar. Ama zaten adamın Kuzey Kore’yi kast
ettiğini resmen bir hafta sonra anladım. O da bir seyahatim sırasında bir
kitapçı standında gördüğüm The Economist’in kapağındaki Kuzey Koreli diktator sebebiyle.
O an çaktım köfteyi.
Sadece dünyanın politik ekonomik halleri de değil, pop
kültürü de bilmiyorum. Mesela televizyonda Turkcell reklamı görüyorum. Bu
ne,diyorum. Anlamıyorum. Meger Harlem Shake yapıyorlarmış. Öyle bir şey varmış.
Şövalye bana ‘Uzaylı mısın?’ diyor. Olabilir aslında. Aslında dünyadan habersiz
çok dünyevi şeyler yapıyorum. Ne garip.
Bu cehaletimle barışığım ama. Napiym, diyorum. Bilsem
nolucak. Bildiğimde ne olmuştu ki. Artık ihtiyaçlarım entelektüel değil. Atom bombası da neymiş. Günde beş-altı saat uyku bana bayram
havası estiriyor. Uyursam benden atomu yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder