İstanbul'dan geç kalkan uçak babama Atlanta bağlantısını kaçırttı Pazar günü. Dün sabah gelebildi ancak. İner inmez, "Beni bir çiftliğe götür," dedi. Senelerdir söyler. Senelerdir oyalarım. Baba, derim, burada bildiğin çiftçiler yok. Bu işi şirketler yapıyor. Yüzbinlerce dönümlük arazilerde dev tarım makineleri yani. Sana uymaz. A, olsunmuş. Bir görseymis. Hadi diyelim gittik, nasıl gircez ki içeri? 'Meraba biz gezi-inceleme koluyuz. Bi bakıp çıkıcaz.' Neye? Niye, demez mi adamlar? Senle mi uğraşacaklar? Bu geldiğinde, organik tarım toprakları görmek istediğini ayaklarını yere vura vura deklare etti. Hafiye bir yer buldu internetten. Evine 100 km ötede. Olabilecek en yakın yer. Gitmeden telefon da ettim. Ne diyeceğimi de bilmiyorum ki. Biz bi bakıcaz, dedim. Babam merak ediyor. Tamam, dedi telefondaki kadın. Pabucundan Çukurova'nın toprağı dökülmeden Georgia toprakları yapıştı böylece babanın. Benim de 47 no.lu nefis pabuçlarım, ilk kez toprak gördü, iyi mi?
Bir gittik. Dünyanın en tatlı 7.5 aylık hamilesi Jane bizi karşıladı köpeği Ranger ile. Kocasıyla tarlada çalışan bir kadın. Annem, yazık daha küçücük çocuk dedi ona. Tazecik durmaktaymış. Köylük yerde böyle körpecik, yazıkmış. Babam baktı fasulyenin yapraklarına. A, dedi bilmemne böceği var bunlarda. Söyle. Söyledim. Organikle falan işi olmadı. Zaten çok basit ki mantığı. İlaçlama, kimyasal gübre falan yok. O da direk makinelere atladı birçok erkek gibi. Hareketli ve havadan sulama yapan bir dev makineye, biçerdoverlere, fide dikene, fasulye toplama makinesine, hayvan yemini yeşilken bir plastiğe sarıp kurutan alete...hasta oldu. 200 dönüm arazisi olan bir çiftçinin sahip olduğu makine bolluğuna hayret etti. Ha, bir de 1953 model John Deere traktöre. Babamların köye Marshall yardımında gelen ilk traktör oymuş. Ne üşüşmüşlermiş başına o zamanlar. Nostalji yaptı başında uzun uzun. Dev biçerdöverin fiyatının sadece 30 bin dolar olmasına hala hayret ediyor. Türkiye'de 200 bin dolardan aşağı değilmiş. Dedim, baba, ben ayakkabıyı çantayı boşvereyim. Büyük düşünelim. Biçerdover götürelim! Yesss!
Babam makinelerde kendini kaybederken Jane'le sohbete başladık. Annemin 18 sandığı körpe Jane 32 yaşındaymış. Kocasıyla beraber kimya okumuş. Hem de benim okuldan. Okul birliği yakınlaşma ivmesini çok hızlandırdı. Annemin aklı almadı iyi okumuş bir kadının tarlalarda çilek toplamasını- ki Jane hamileyken de çalışıyor. Babaannem de böyleymişti hani, karnında, sırtında, elinde birer tane veletle güneş altında pamuk toplarken ama ya Jane? O bir kimyager ve o zengin bir ülke vatandaşı. O, buna mecbur değil. Jane tam bir militan. Aysudak'tan beter. Traktörler bile biyo-dizel yakıtla çalışıyor. Cehennemin dibinden gidip alıyorlar bu soya yağı yakıtını. Allahtan Aysudak tutturmadı biyo-dizel araba alıcam diye. Artık bisikletten düşüp kol kırmaklar biter, Chattanooğa'dan gelme yakıt varilini koyacak yer aramaklar başlardı.Çocuk işçiler çalıştırıyorlar diye kakao ve kakao mamüllerini protestosu aklımdan gitmiyor. Acılar içinde. Çikolata orucu. Yapamam, ulan. O da yapamadı zaten.
Sonra güleryüz Flores geldi. Jane'lerin yardımcısı, Guatemalalı ailenin hatun kişisi. Jane, Bush'a küfürler etti. İşçi bulamamaktan muzdarip. Göçmenlik yasalarına kıl. Bütün bunlar, küçük çiftçiyi öldürmek üzerine, onlara darbe. Bir de Wal-Mart yakında organik sebzeler satmaya başlayacakmış diye endişeli. Organik ürün fiyatları da düşerse, organik tarıma da şirketler girer zira. Babama da uzun uzun nasihat verdi taze topladığı çileklerin ikramında. Oralarda şirketlerin tarıma girmesini engellesinler diye. Gerekirse yardım edermiş. O anlattı. Ben çevirdim. Dünyanın en lezzetli çilekleri bunlar. Kahraman çiftçi, Cargill'e karşı. Bir varolma çabası içinde Jane. Hem de varoluşunu oradan tutmak zorunda değilken. Aklıma Düella geldi. Aklıma ben geldim. Aklıma böylesine adanabileceğim bir şey olmalı fikri geldi. Kendimi kurban etme pahasına. Bulamadım. Çok utandım.