Salı, Nisan 18, 2006

Gerekli Kayiplar

Islak taslara oturup herseyi geriye dogru unutma islemi bitti. Icimde bir garip huzur. Uyku oncesi hesaplari da yapmiyorum, soyle mi deseydim, sunu da mi yapsaydim da hayatimi boyle bicseydim diye. Birine kizdigim icin, kizginligimi doya doya belli ettigim icin misil misil uyuyorum. Buna saskinim da. Bu kadar basit miydi, diye. Hissettigini disavurmak beni bebek yumusakligina getirebiliyorduysa bunca sene bosuna icimi doldurmusum, diye.

Geceleri Barnes and Noble'da kuytu rahat koltukta psikoloji kitaplari okurken bulabilirsiniz beni. Dunku kitabim Necessary Losses idi. Uzun ismi Necessary Losses: The Loves, Illusions, Dependencies, and Impossible Expectations That All of Us Have to Give Up in Order to Grow. Zor sahisla karsilasma durumunda dort tip insan davranisi ortaya cikiyormus. Ne olursa kabul eden, ofkelenen, analitik aciklamasini yapan, ve manipulasyon celmesine takilmayip birtakim basit sorularla sorunun kokenini bulup cozen. Ben analitik tipe dahil oldum. Bu kitaplari okuyup anlamaya calismam bile hala o tipte oldugumu gosteriyor zaten. Zor insanin beyni analiz etmiyor oysa. Bu yaklasim uzun ve sonu gelmez aciklamalara ragmen bir yere baglanmiyor. Bu yazi da 3. tipte kaldigi icin zor insan yine yeniden cok kizacak ama artik ofkesinin icimde sucluluk hissine donusemeyecegi bir yerdeyim. Kendi kabugumdayim.

Dorduncu tipe donus tekniklerini Stop Walking on Eggshells isimli bir baska kitapta buldum. Zor insanla yasamak durumundaki insanlar hislerini degisik sekillerde ifade ediyordu. Sevgi ve sefkatten degil de sucluluk hissinden hareket etmek, kendi duygu/dusuncelerini negatif algilanacagi endisesiyle saklamak, iyi zamanlarda dahi kotuye donecegi dusuncesiyle mutlu olamamak, gibi. Ben bunu hep 'kristal dukkaninda fil olmak', seklinde aciklardim. Kitapta Judith'in su ifadesi bana cok asina geldi: "Kendimi kanyondan ucarak karsi tarafa gecmeye calisan bir cizgi film karakteri gibi hissediyorum. Havada asili kalmisim. Yere mi cakilacagim yoksa kopru mu kuracagim, bilemiyorum."

Zor insan aslinda terkedilme, yalniz kalma korkusu yuzunden 'zor'a donusuyor. Butun bu zorluklardan gina gelip gittiginizde, terkedilmislik hisleri tavan yapiyor. Korkulari her zaman gercek olan insanlar bunlar. Bu korkuyu size yansitmakta da cok ustalar. Bunlari sizin korkularinizmis gibi size ayna tutarlar. Sonunda bir garip dongude, kimin motivasyonu ne, kim korkar kim zora sokar bilinemez bir halde, bir roller-coaster'da yasayabilirsiniz yillar yillar boyunca.

Zor insan ayni telefon konusmasinda size sizi sevdigini soyledikten bes dakika sonra sizden sogudugunu da soyleyebilir. Uc dakika sonra da sizinle bir tatil plani yapar. Bes dakika sonra vazgecebilir. Sizi goklere cikardiktan uc dakika sonra bakimsiz oldugunuzu dusunebilir. Bes dakika sonra cok guzel bulabilir. Yedi dakika sonra kafasindaki kadindan uzakliginizi iddia edebilir. Size agir gelen sozleri karsisinda kendinizi asla savunmamaniz gerekiyor. Dorduncu tip ipucu bunu soyluyor. Soylediklerini tekrarlayip soruyu ona yoneltmeniz gerek. "Bakimsiz oldugumu dusunuyorsun. Neden boyle dusunuyorsun?" gibi. Sen kendine bak, diyip kapi vurmuyorsunuz yani.

Zor insana tepkileri dort tipte grupladik ama zor insan da iki tip. Biri 'high-functioning/acting out' (yuksek performansli ve cevresine zararli) digeri de "low-functioning/acting in" (dusuk performansli ve kendine zararli). Yuksek performansli ve cevreye zararlilar, genelde akilli ve cok basarili ogrencilik ve kariyer yasarlar. Is, okul arkadasliklari gayet normaldir. Ogretmenlerin en sahane ogrencileridirler. En yakinlarina zordurlar. Disi kimseyi yakmaz ama ici sizi yakar modeli. Dusuk performanslilar ise genelde issiz, tembel ve intihar egilimlidirler. (Dusuk performansli biriyle bizim gibi 'beyaz'larin karsilasma orani zaten dusuktur. Zaten uzaktan zorluklarini belli ederler. O yuzden yuksek performanslilarla devam edecegim. )

Zor insanin 'mukemmel' bir dis kabugu vardir. Asiri mukemmeliyetcidir. Tabii ki mukemmelliyetcilikten beklentileri de hisleri gibi sik degisir. Algisi ve mantigi yerine hislerini baz aldigi icin ve hisleri de sik degistigi icin asla uzun vadeli planlar yapamazlar. Hatta bircok insan icin kisa sayilacak vadeye bile uzun kalirlar. Mesela haftasonu birlikte bir yere gitme planinizin gerceklesme ihtimali sifira yakindir.

Bu konuya neden bu kadar taktigim ayri bir hafiyelik mevzusudur.

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Cevremizi Taniyalim

Bu kimdir? Hepimiz mi? Bazimiz mi? Yoksa ivir zivira bile medikal bir isim bulan Amerikan tarzi kurbani bir halet-i ruhiye mi?


- kendi hareketlerinden baskalarini sorumlu tutar,davranislarina onlarin sebep olduklarina inanir veya - - baskalarinin davranislarindan dolayi kendisini gereginden fazla mi sorumlu hisseder ?

- bir hatasini itiraf etmege istekli degildir veya yaptigi herseyin hata oldugunu mu dusunur?

- inanclarini gerceklere dayandirmak yerine,hislerine mi dayandirir?

- kendi davranislarinin baskalarinin ustundeki etkilerini farketmez mi?

- en kucuk bir provokasyonda kendisini terk edilmis mi hissediyor?

- duygulari dakikalar,saatler icinde cabucak asiri uclarda ve degisken mi?

- duygularini yonetmek,kontrol altina almakta problemli mi?

- duygulari o kadar yogun ki, mesela baskalarinin, hatta kendi cocuklarinin ihtiyaclarini bile kendi ihtiyaclarinin onunde tutamaz;kendi cocuklarini bile on plana alamaz mi?

- cogu zaman guvensiz ve supheci midir?

- cogu zaman endiseli veya sinirli,rahatsizlik icinde midir?

- cogunlukla kendisinde bosluk hisseder veya kendilerini yokmus gibi mi hisseder?

- eger dikkatlerin merkezi kendisi degilse, kendisini reddedilmis mi hissediyor?

- ofkesini, kizginligini uygunsuz sekilde mi ifade ediyor veya ofkesini ifade etmekte tamamen zorlaniyor mu?

- hicbir zaman yeteri kadar sevgi, sefkat veya dikkat elde edemedigini mi dusunuyor?

- sik sik,cogunlukla uzayda gibi, gercek degilmis gibi veya sanki bedeninde degilmis gibi mi hissediyor?

- baskalarinin kisisel sinirlarina saygili olmakta zorlaniyor mu?

- kendisinin sahsi /kisisel sinirlarini tanimlamakta zorlaniyor mu?

- oteki kisinin kendi hayallerine gore olmasini istedigi kisi veya olmasini istedikleri iliskiler uzerine kurulmus fantazilere dayali iliskilere girmekte acele eder mi?

- beklentilerini aniden degistirdigi icin karsinindaki kisinin ne yaparsa yapsin, yanlislik yaptigi ve hic dogru birsey yapamadigi duygusunu yasamasina mi sebep oluyor?

- gerek olmadigi halde krizler /icinden cikilmaz problemler mi yaratiyor veya kaotik, karmakarisik bir yasam mi suruyor?

- tutarli olmayan veya onceden neden, niye ,nasil davranacagi belli olmayan sekilde, beklenmedik tarzda mi hareket ediyor?

- baskalarina bir cok yakin olmak sonra da ayni kisiden vs aniden uzaklasmak mi ister?

- onemsiz veya abartilmis nedenlerle ,olaylar yuzunden insanlari hayatlarindan cikartip atarlar mi?

- baskalarina karsi acimasiz ve hatta haince suclayici, tenkit edici veya tacizkar mi?

- bazilarina cok guzel yuzlerini gosterirlerken, cok iyi tanidiklari kisilere kelime- sozlerle asiri tacizkar mi?

- saniyeler icinde bir moddan oteki duruma gecebilir mi?

- kendi ihtiyaclarinin karsilanmasi, istediklerinin yapilmasi icin asiri sekillerde veya kontrol eder sekilde mi hareket etmekte?

- baska insanlari yapmadiklari seylerle mi suclar-olmayan duygulari olmakla mi suclar-inanmadiklari seylere inandiklarini soyleyerek suclar?

Cuma, Nisan 14, 2006

Taksi Sohbetleri - Helsinki

Omrumde gordugum en sessiz millet olan Finlilerle tabii ki sohbet de edilmediginden ariza da cikmiyor. Karlar tasa topraga degil de Finlilerin ses tellerine dusuyor sanki. Restorana giriyorsunuz hinca hinc, catal bicak sesi bile olmadigi gibi fonda tatli bir yemek muzigi bile yok. Muzeye gidiyorsunuz, kapida bilet icin beklesiyorsunuz. Yuz adet 10 yasinda ilkokul veletini toplanmis goruyorsunuz. Baslarinda ogretmenleri muze gezecekler ders niyetine. Bir fisilti dahi duyulmuyor. Ben ilkokuldayken Istiklal Marsi soylenirken bile - ki kiprasirsak carpilacagimiz iddia edilirdi- illa bir itis kakis, bir nara, ne bileyim bir ciyaklama olsun duyulurdu. Kendimizi boyle ifade ederdik. Bu sessizlik bana acikli bir feryattan daha dokunakli geldi. Ilk kez kendimi bir yerde silme yabanci hissettim. Disari cikip ahaliye karismak yerine otel penceresinde oturup disariyi seyredisim Lost in Translation filminin yeniden cekimiydi sanki. Bunda sogugun da etkisi vardi tabii. Ahali bagrina basmiyor, soguk da cok fena canimi yakiyor, bari kendimle eglenmek icin 'karlar duser/duser duser aglarim' diye sarkilayarak dolandim sehirde. Tabii bu bes dakikada bir kendimi bir dukkana atip isinma molasi vermeme engel olamadi. Ne 'Yaylalar' ne de 'Eye of the Tiger' aciya tahammulu bu cografyada gereken seviyeye yukseltemez. Ha, bir de bunu oranin baharinda yaptim. Ne gunduzler kisacikti ne de hava sicakligi en dipteydi. En kotuye sahit etmedi Mevlam beni.

Donus ucagim sabah 6'da oldugu icin gecenin ucunde bir taksi cagrildi, bindik. Sofor, kadin. Bu ulkede tir soforunden sokak copcusune, politikadan jet pilotluguna kadar erkek egemen her iste kadinlar calisiyor zaten. Erkekler evde cocuk bakiyor. Finli erkekler degil ama, onlar ne yapar bilmiyorum. Zira kadinlar hep Ortadogulu, Akdenizli adamlarla evli. Belki de cazgır tayfa evlere kapatıldığı icin ya da belki de çeneleri donduğu için ortalık bu kadar sessiz. Bu son 20-25 senenin hikayesi oldugu icin yeni nesil sari kafa da degil, artik yari Akdeniz genleriyle kumrallasmislar.

Yol boyu biz konustuk sakin sakin. Sofor Abla isine bakti. Havaalanina vardigimizda taksimetreyi gorebilmek icin one dogru egilirken "Ne kadar tuttu acaba?" dedim. Abla arkasina donup "Yirmiyedi bucuk Euro," dedi. Turkce dedi! Fesim uctu! Allahtan kadina kil olup bir sey dememistim rahat rahat, Turkce Turkce. Hos, yine de bir tepki verecegini sanmazdim ya.

Esi Turkmus. Marmaris'ten almis. Ulkede 'Marmaris Damatlari' diye adlandirilan bir kavram var. Turk erkeklerinin %90'i guneydeki tatilci yerlerinden devsirme garson. Turksen ve erkeksen 'Marmarisli misin?' diye soruyorlar illa ki.

Heyt be. Yurdum erkegi Turkiye'de karisina geceleri taksi soforlugu yaptirir mi be? Evden uzakta yargilar da uzamakta galiba.

Perşembe, Nisan 13, 2006

Amerikan Draması

Sabahlari yolum uzun. Radyo dinliyorum cogu zaman. Uykumu alamamissam enpiar menpiar (NPR- National Public Radio. Bir nevi Bayrak Radyosu. Ciddi sohbetler iceriyor) falan bayiyor. Eller havaya bir seyler gerekiyor. Iste o zaman sabah sekerlerini dinliyorum. Elalemin hayatina vay vay ederek gunde bir bucuk saat geciriyorum. Su American Beauty filmi gercekten cok esasli. Onun cesitlemeleri yapilmali bence. Orda kalmamali. Bir haftadir bir baska Amerikan guzelligine sahit olmaktayim. Soyle ki:

Hersey Pazartesi gunu basladi. Sabah radyoyu arayan bir kadin hungurt bagirt bir suredir beraber yasadigi nisanlisinin onu aldatmis oldugunu henuz ogrendigini, Cumartesi dugunleri oldugunu, bu durumda ne yapacagini bilemedigini anlatiyordu. Gectigimiz Cumartesi aksami elemanin bekarliga veda partisi varmis. Erkek erkege yapilan bu partilerde striptizci kizlar olur, ayi geyikleri yapilir falan. Iste eleman partisindeki stripcilerden biriyle fifi yapmis. Cok sarhosmus. Cok gaza getirilmis. Ne yaptigini bilmiyormus ama sonra cok pisman olup nisanlisi hatuna soylemis. Hatun sok sokella radyoda anlatiyor butun olan bitenleri. Ha bire dinleyici telefonlari baglaniyor, bekarliga veda partilerinde olur boyle seyler diyenler, ben hayatimda gormedim diyenler, arada arayan striptizcilerin catalli sohbetleri, derken ortalik karisti iyice.

Bes gun sonra dugun var. 200 davetli, memleketin cesitli yerlerdinden geliyor. Oteller, salonlar, cicekler, pastalar, hersey hazir. 20 bin dolar harcanmis. Kizimiz ikircikli. Radyonun derdi reyting. Iyi de is yapti. Ben bile ise geliyorum, park ediyorum arabayi ama cikamiyorum muhabbet nereye baglanacak diye birkac dakika beklesiyorum arabada. Hergun ayri bir tat, ayri bir karmasa ekleniyor duruma.

Bu sabah kizimiz yalniz kalmak ve durumu eni konu dusunmek icin otele ciktigini soyledi. DJ'ler sempati yaptilar. Hatun benzer bir durum yasamis bir arkadasinin evlendigini ve 5 yildir da cok mutlu olduklarini soyledi. Ama tam aksi seylere de sahit olmus. Bir aldatan hep aldatir, yargisi dogru mudur diye tartarken aslinda kendisinin de yapmamasi gereken seyleri yapmis oldugunu farketmis. DJ'ler atladi, ne yaptin, diye. Universiteden beri bir arkadasi varmis ve alti ay kadar once onunla bulusmus. Evlenmeye dair endiselerini falan anlatmis. Ne yaptiklarini israrla sakliyordu. DJ'lerin "What did you do with him?" sorusuna ise bahsi gecen arkadasinin erkek degil, kadin oldugunu soyledi.

Simdi butun Atlanta erkegin bekarliga veda gecesinde yedigi haltin halttan sayilip sayilmayacagini tartismayi birakti; kadinin kadinla aldatmasinin aldatma sayilip sayilmayacagini tartisiyor. Bunlari tek tek teoride vaktiyle tartismisligimiz olmustu ama ustuste ve ayni hikayede pratige dokulmelerini ben "only in America" diye tanimlamak istiyorum. Bakalim evlenecekler mi, merakim cezboldu artik hafiye birakmaz ucunu.

Çarşamba, Nisan 12, 2006

Amerikan Güzelliği

Filme neden 'American Beauty' dediklerini merak ettim. Filmde Lester'in (Kevin Spacey) Angela'yi (Mena Suvari) yapraklariyla kapladigi gulun ismi 'American Beauty'ymis. Sozluk anlamina filmden boyle bir gonderme yapilmis. Mecazen, disardan mukemmel gozuken hayatlarin icyuzundeki umutsuzluk, hayal kirikligi, yalnizlik ve mutsuzluk anlamini cikardim ben.

Amerika da boyle bir yer zaten. Sabahlari muntazam ve konforlu evinden cikip tertemiz bahcenden gecip rahatlikla satin alabildigin luks arabana binersin. Asla camur ve toz tutmayan agacli, cicekli pufurdek yollardan kaymak gibi akarak isine gidersin. Rutindir isin. Bazen krizler ciksa da insan arizasi yasamazsin. Taslar oturur. Sorunlar cozuluverir. Lakin, Amerikan guzelligi ciladir, kesif yalnizliginin ve naifliginin uzerine cekilir. Cilaya karisamadiysan vay haline. Disardan bakan herkes piriltina hayran kalir. Aksamlari muntazam evindeki rahatin icine girerken bu resmi bu kadar guzel tutmaya neden mecbur oldugunu anlamadigindan solucanlar yer icini kitir kitir. O solucanlar beyninin ve kalbinin etleriyle beslendikce kaybedersin. Zira sarki da soyler ya karismadiysan kahrolursun diye:

ya disindasindir cemberin
ya da icinde yer alacaksin
kendin icindeyken
kafan disindaysa
çaresi yok kardeşim

her akşam böyle içip kederlenip
mutsuz olacaksın
meyhane masalarında kahrolacaksın

Obsesif kompulsif bir hayattir bu. Gunde 16 saat evini temizleyen temizlik hastasi bir ev hanimi gibi adeta. Devamli bir yerleri ovusturan, parlatan. Her toz tanesi omrunden bir sene goturen biri gibi tutmaya calismak bu hayati. Jilet gibi duzgun. Milimetrik detaylari ince. Olabildigine guzel olmaya mecbur olma hastaligi.

Taksi Muhabbetleri- Atina

Her yerden gozuken Parthenon'un dibine kadar gittik de girisini bulamadik. Don Allah donerken enteresan mahalli olaylara da taniklik ettik. Etraf diye tabir ettigim cemberin bir yerinde bir pazaryerine denk geldik. Etraf cingene dolu. Kisa boylu, esmer, cigirtkan insanlar eski pusku seyler satiyorlar. Yanibaslarinda sahaflar, minik eskici dukkanlari, esnaf lokantalariyla tam bir memleket manzarasi aslinda. Sapsari da bir sehir. Bizim Mersin'in aynisi. Dukkan sahipleri 'buyruuun' (ceviri degil bu, gercek) diye de cagirmiyor mu gelen geceni iceri. Haydaaa.

Sonunda ciktik Parthenon'a. Resimler cektik, dolandik, indik. Otele donucez, taksi bakiyoruz. Kosebasindaki taksici 37 Euro istedi. Haydaaa Iki. Otelden gelirken 13 verdik. Neyin 37'si bu? Pazar oglen 1'den sonra kafalarina gore fiyat cekebiliyorlarmis. Bu bir kural miydi, taksici kendi kralliginda miydi anlamadik. Cok da ustune dusmedik. Caddeden cevirmeye karar verdik. El kol salliyoruz ama duran taksilerin hepsinin icinde musteri var. Pardon, diyip geri cekiliyoruz. Catherine de ben de anlamiyoruz neden musteri varken durduklarini. Sari saclarini sucladim. Akdenizli erkeklerin sarisin bayani yolda birakmak istemeyislerine verdim, eglendik. Son duran taksiciye de pardon dedikten sonra bir baktik ki adam Ingilizce biliyor. Orada boyleymis adet. Musteri varsa bile ayni istikamete gidiliyorsa yeni musteri alabiliyormus. Hem de musteriler yolun ortak kisminin ucretini paylasiyormus. Atladik biz de. Hem ekonomik hem etkili bir cozum. Bu kismi memlekete pek benzemedi ama olsun.


Taksici janjan cikti. Elektronik muhendisligi ogrencisiymis. Haftasonlari babasina yardim niyetine calisiyormus takside. Cocuk o kadar efendiydi ki 'taksicilere Turk oldugunu soyleme' ogudunu bozdum. Derin bir sessizlik oldu. Sonra buyuk teyzesinin Turkiye'de oldugunu soyledi. Sonra Catherine'i sikistirdi.

Taksici: Turkiye'ye gittin mi?
Catherine: Gittim, evet. Istanbul'a
Taksici: Istanbul mu guzel, Atina mi?
Hafiye: Soru mu bu? Tabii ki Istanbul daha guzel.
Taksici: Ben ona sordum, sana degil.

Bu soru Catherine'e en az yuz kez soruldu birkac gun icinde. Istanbul dese karsisinda heyecanla cevabi bekleyen ve akabinde gurur yapmaya hazirlanan adama ayip olacak. Atina dese bana ayip olacak. Catherine, ikisi de ayri guzel, diyor, sisi de kebabi da kurtarmak icin ama arada kendi sisiyor. Bu arada ben taksiciye Istanbul'un bogazinin uzerine dogal guzellik olamayacagini, bir Parthenon'dan baska bu sehirde gormeye deger bisi olmadigini da soyledim. Hani ulkeyi ulkeyle kapistiriyorsak onun ayri bir munazara olacagini ama 'Istanbul mu Atina mi' konusunda tartismaya bile gerek olmadigini tartistim. Bu konuda da cok objektif oldugumu da birkac kez yineledim.

Neticede otele yaklastik ama varamadik. Taksici bizi indirmeye karar verdi. Araba cikamaz dedi, kibarca cak cuk etti. Araba yeni, canavar bir sey. Teknik imkansizlik soz konusu bile degil; kaldi ki yokus da heybetli degil. Vizir vizir aliyor baska arabalar yokusu. Neyse, odamiza gitmek icin mecburen yokusu yaya tirmanirken Catherine pufladi uzun uzun. Sonra dayanamadi, elini omzuma atarak "Istanbul daha guzel," dedi. "Tabii ki de," dedim, "Tartismasiz". "Ama," dedi. "Sen yine de burada bunu kendine sakla ki sefil olmayalim daha fazla"


Salı, Nisan 11, 2006

Taksi Muhabbetleri - Rio

"Cok gezen mi bilir, cok okuyan mi?" diye bir ortaokul münazara konusu vardir ya. Bu tip seyler icin "duruma gore degisir" der gecersin. O durumlardan birini bizzat yasadigim Rio'ya cevirmek istiyorum Hafiye'yi. Cok okuyan ansiklopedik bilgi edinirken cok gezen ariza edinir. Dunyanin en deli soforleri Sariyer-Taksim hattinda degilmis. Bunu ogrendim, mesela.

Geldigimizden beri ne zaman bir araca binsem yüregim agzimda ve olasi bir kazaya karsi ellerim kafami kucaklamis halde seyahat etmekteyim. Geyigine kanka bizi bir otobuse de bindirdi tecrube olsun diye. Otobüsün her ani freninde, her hasin vites degisiminde koltuklardan en az bes yolcu koridora dusuyor. Sonra kalkmak icin debeleniyorlar zelzeleli otobüste. Kanka buna guluyor. Bir cesit eglence edinmis kendine dokuz aydir memleket yaptigi yerde. Yerde debelenen kalabaliga karismamak icin parmaklarim morarana kadar kavramisim onumdeki demiri. Dualarla bu eglencenin sona ermesini bekliyorum. Yolun ortasinda uzerlerinden arabalar gecmis, kanlar icinde yere serilmis birkac adam da gordum. Baslarinda bazen birkac kisi oluyor. Yardim mi bekliyorlar, anlasilmiyor. Ben bakamam boyle seylere. Sag yanimizda bir milyon insan zevk-u sefa icinde yari ciplak gunesleniyordu. Yani basimizda bikinili, speedolu, tas vücutlu insanlar spor yapiyordu. Sol yanimizda favellar'dan uzerimize camasirlar, yikik catilar dusecek gibi egiliyordu. Eglenemedim trafikte. Kankaya da cinnet yaptim. Indik. Catherine'le bulustuk. Hala uykulu gozleri. Geldigimizden beri uyuyor.

Donus vakti kanka bildigi bir taksi duragindan taksiciye emanet ediyor Catherine'le beni. Havaalani uzak sehre. Ucagimiz da geceyarisi kalkiyor. Catherine taksiye biner binmez uyuyor. Taksicide duzgun bir Ingilizce var. Muhabbete basliyoruz. Severim taksici sohbetini ama bu adam ha bire futbol konusuyor. Ben de bilmedigim karanlik yollardan bizi goturen bu adama muhabbette kusur etmemeye calisiyorum.

Taksici: Iki tane cocuk var elimde. Biri askerde, cikacak birkac aya. Digeri burda. Harika futbol oynuyorlar. Cok gelecek var onlarda.
Hafiye: Yaa, ne iyi. Hayirlisi
Taksici: Aslinda, soylemiycektim ama, hadi tamam. Bunlar benim ogullarim. Kendi ogullarim diye demiyorum ama harika futbolcular.
Hafiye: Ne hos, ne mutlu
Taksici: Diyorum ki, sana ben bunlarin videosunu yollasam. Sen bu cocuklari pazarlasan sizin mahallenin takimina?
Hafiye: ??? Beyefendi, Amerika'da mahalle takimi yok. Olsa da bilmem ben. Zerre anlamam futboldan.
Taksici: Olmaz mi? Her mahallenin takimi vardir illa ki.

Once ısrarla yok, dedim. Sonra ısrarımdan vazgeçtim. Gotursun de bizi alana sag salim. Tamam dedim, bakicam. Alana yaklastik. Taksimetre 30 Real tuttu. 50 uzattim. Ustu yok, dedi. Para ustu kesin var. Her bindigimiz taksi aynı ayagı yapiyor. Yeter, aaa, oldum. Sinir oldum adama. Geri koydum parayi cebime. İyi ,o zaman, gel benle icerde bozdururuz, dedim. 6 dolar icin ne sekiller yapiyorum. Gicik olmusum bir kere. O sirada Catherine leylasi uyandi. Bagajdan bavulunu alirken adama parayi vermesin mi? Parayi alan sofor, pirr, kayboldu. Catherine'e cinnet yaptim. Hadi, allasen, gidelim, dedi.

Check-in'imizi yaptik, tam guvenlikten geciyoruz, polis elime bir kagit tutusturdu. Kagitta telefon numaralari vardi. Parmagiyla otede bana el sallayarak bagiran taksi soforunu gosterdi: MAHALLE TAKIMINA SOYLE, BU NUMARAYI ARASINLAAAAR!!! Seytan dedi atla siradan, cik, yapis bogazina. 20 REAL'imi GERI VEEEER. ALCAAAAAK.

Catherine ittirdi. "Yürü," dedi, "Yürüüüü. Ucagi kaciricaz. Biktim her gittigimiz yerde ahaliyle kapismandan"

Perşembe, Nisan 06, 2006

Tek Taraflı Ayıp

Birkac gundur zehir hafiyelerimiz memlekette birtakim meshur(umsu) kadinlarin pazarlandigi bir sebekeyi basmakla mesgul. Bu kadinlar para karsiligi unlu isadami ve futbolcularla beraber olmuslar. Olabilir. Tipik bir asayis masayis vakasidir. Hadiseye karisan isimlerin unlu olmasi tabii ki olayi populer yapar. (Meraklisina: hadisenin gundemdeki ismi 'Manken Operasyonu' ya da 'Barbie Operasyonu'dur) Yalniz benim anlamadigim,

-Neden fuhus yaptigi one surulen kadinlarin suclari ispatlanmadan dahi isimleri aciklaniyor da erkeklerinki sadece kodlaniyor ? Hos, o kodlardan kim olduklari anlasildi zaten ama burada bir saygi dengesizligi yok mudur?

-Neden kadinlar peslerinden kosan gazetecilerden gizleniyor da erkekler gizlenmiyor? Fuhusun ayibi kadina daha mi buyuktur? Gizlenmesinler, demiyorum. Utanmislardir, dogal olarak. Istemsizce saklaniyorlardir utanclarindan da...neden erkekler utanmiyor?

-Neden cinsel hastaliklari var mi diye fuhus yaptigindan suphelenilen kadinlari Zuhrevi Hastane'ye sevk ediyorlar da erkekleri etmiyorlar? Cinsel hastalik sadece kadina mi bulasir? Ya da kadinda mi yapisir kalir?

-Zuhrevi muayene yapilan 22 kadindan 17'sinde mantar ve akinti tespit edilmis olmasinin ne onemi vardir? Bunlar ivir kivir hastaliklardir, asagi yukari her kadinda donem donem olur. Bir hastalik cikmadi demek yeterince sansasyonel degil diye hastalik olsun, reyting dolsun, demek icin midir? Ondan once, hasta-doktor iliskisi gizliligi nerededir?

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4203283&tarih=2006-04-05


Baştan Almak

Sabah sabah mujdeli haberi verdi Tim. Vietnam vize basvurumu reddetmis. Sebebini de bilmiyormus. Soyle de tahmin buyurdu aklievvelim benim.

Tim: Filipinler'de bekar ve guzel kizlara Amerikan vizesi vermiyorlarmis. Gelirler de Amerika'da evlenirler diye. Öyle bişi olabülür mü?
Hafiye: Su kurdugun mantiktaki bes hatayi bul, oyle konusalim.
Tim: Tahmin yürütüyorum, işte.
Hafiye: Tamam, en azindan iki tanesini bul.
Tim: ?
Hafiye: Tim, ben zaten Amerika'dayim. Vietnam'a gitmeye calisiyorum. Orada evlensem kime tehdit?
Tim: Dogru, haklisin.

Aklisira bana iltifat da ettigini saniyor. Genc ve guzelim diye (hehe). Bu isyerinde tum tembelligime ragmen beni basarilica yapan sey bu fark iste. Bu fark benim velinimetimdir. Nimete hiyanet olmaz. Bozmadim cocugu o yuzden.

Vietnam konsoloslugunu aradim. Zor dustu. Karsimdaki Vietnamli kadina anlattim derdimi. Anlamadi. Ben de onu anlamadim. Ismimi vermeyi harflerimi kodlayarak basardim ama pasaport numarasinda cakildik. Numarayi bes kez verdim.

Hafiye: Eight-six-four
Vietnamli Vizeci: Hua? Hua?

Keske harfler gibi rakamlar da kodlansa diyordum ki aklima muthis bir fikir geldi. Koseye sikismis aklimi normal zamanlardakinden daha heyecan verici bulurum zaten.

Hafiye: Eight as in one-two-three-four-five-six-seven-eight! Eight!
Six as in one-two-three-four-five-six. Six!

Ilkokul birinci sinifta carpim tablosuna "Yedi kere biir, yedi. Yedi kere iki ondort.." diye baslamadan 'yedi kere sekiz'i bulamayabildigim oluyordu. Bazen bastan saymak ayip oluyor diye icimden sayardim, sekize gelince icimin sesini acardim. Ayni seyi Istiklal Marsi icin de soyleyebilirim. Iki sene kadar once bir arkadasim aradi. Kankalarla yol seyahatindelermis. Muhabbet marsimiza dayanmis. 'Arkadas, yurduma alcaklari ugratma sakin' misrasindan sonra gelen misrayi unutmuslar. Sisip beni aramislar. Dedim hayatta aradan hatirlayamam. Bastan baslayalim. 'Korkma, sonmez bu safaklarda yuzen al sancak..'

Velhasil davetiyem yokmus diye reddetmisler. Oysa yollanmisti, elimizde fax raporu var. Gelen gidenin farkinda olmama hali olabilir mi? Insallah. Gezime iki hafta kaldi. Bunun cozulmesi gerek. Hayatimdaki hersey neden birer son dakika kasislari halinde cereyan ediyor, ben anlamamaya devam edeyim. Belki bunu da bastan alsak iyi
olacak.

Salı, Nisan 04, 2006

Mind Eraser

Bourbon'daki karaoke barda bir yandan coluk cocugun soyledigi 80li yillarin sarkilarini dinliyorduk, bir yandan da pina colada'larimizi hupletiyorduk. Agzimdaki asiri sekerli alkolden de, yapis yapis nemden de bayilmistim. Alex daraldi, basti gitti. Karsi taraftaki barlardan birinde olucam, dedi. E, iyi, dedik. Sikintidan yine Dülla'ya satastim. Otelle Bourbon arasi on dakikalik yuruyuse mizik yapmisti. Ustelik seyri bol Canal Street'e ragmen yurumek istemiyordu. Otel cok uzakta diye soylendi. O on dakikada yine yeniden cisi de geldi. Gunlerdir su iciriyoruz ona zorla. Bunyesi tutmuyor suyu. Yol boyunca kervan gecmez Mississippi benzinliklerinde yarim saatte bir cis molasi vermek durumunda kaldik. Onu yolda birakmakla tehdit ettim. Bu fikir hosuna gitti. Mississippi'nin gulu olurum, dedi. Sonra da su icmemekle bizi tehdit etti. Hayrina ne yapsak bize giriyor zarari. Ustune de mizik. Olsun. hadi, cikalim, dedim. Alex'i bulalim.

Karsidaki ilk bara girdik. Ismi Oz. Gey, lezbiyen bariymis. Iceri girer girmez zincirli izbandut bir hatun Düella'nın kolunu oksadi. Gayriihtiyari Düella'ya sokuldum. Bizi cift sandilar. Rahat biraktilar. Bara oturduk. Barmaid de izbandut. Bira istedik. Bosverin, size bir kokteyl hazirliyim, dedi. Tezgahin uclarinda Amerikan bayrakli tangalariyla tuysuz ve tas oglanlar dans ediyor. Arsiz bir gorgusuzlukle bayraklarin dalgalanmasini izliyoruz. Bir tanesi nasil bir elektrik aldiysa bizimkinden barin tepesinden indi ve Düella'yı omzundan optu. Bu sirada kokteylimiz hazirlandi. Bardakta kahverengi bir sivi. Icine uc pipet koymus hatun. Bir hupte bitirilmeliymis. Raconu oymus.

Hafiye: Ismi ne bunun?
Barmaid: Mind eraser
Hafiye: Ne var icinde?
Barmaid: Votka, kahlua, tonik
Düella: Neymis neymis?
Hafiye: Mind eraser
Düella: Eraser neydi?
Hafiye: Silgi. silen sey. Hafiza silici yani
Düella: Hafizamiz mi silinecek? Sabah kadinin yatagindan cikarmisiz, hatirlamazmisiz, hehe.

Barmaid bizimle sicak bir dostluk pesinde. Ucumuz birden huplettik ickiyi. Tadini sevmedim. Ozlem yine sordu, "Ismi neydi bunun?". Mind eraser, dedim. Gercekten ise yariyor galiba. Ha bire unutuyorsun adini. Gece boyunca en az 15 kez daha unuttu ickinin adini. Bazen 'mind'i unutuyor, bazen 'eraser'i. Alex'i bulamadik. Gunun ucuncu posta beignet ve cafe au lait'sini icmek uzere zorla Cafe du Monde'a surukledim onu. Karsiliginda otele yurumeyecegini deklare etti. Taksiye binip donduk uc adim mesafeyi.

Odaya girdik, yorgunluktan pestil olmustum, uyumak uzereydim ki laranlik odada Düella'nın kisik sesi yükseldi:

Düella: Ne 'eraser', ne 'eraser'di????
Hafiye: Mind eraser, Düella. MIND ERASER.

Pazartesi, Nisan 03, 2006

New Orleans Yolunda Bülbül Molası

Hemşerilerimle farkli eyaletlerde de olsak bayramında seyraninda tatilinde hazir evlerimizden uzak kovboylarken bir araya gelip birkac yer gezmisligimiz vardi. Hesapta bir yilligina geldigim Amerika'ya Turkiye'yi tasimadan onceki gunlerdi ve hala birkac ay içinde memlekete donecegimi düsündügümden gezi gorüye inanilmaz hiz vermistim. Bahar Tatili gelmisti. Hemserilerim, Hasan, Osman, Gokhan ve ben Mardi Gras'yi tecrube etmeye New Orleans'a gitmeye karar vermistik. Benim evde toplanildi, yol haritamiz cikarildi. Alabama'dan geciyorduk, hem de Montgomery'den. Bülbülü Oldürmek' in gectigi yerde. Internette hemen bir karistirdim. Romanin anisina bir mahalleyi halen koruyorlarmis, evler, bahceler, herseyler 1930'da donmustu. Gormem gerekiyordu. Yola benim arabamla cikiyor olmamiz bana bir pazarlik avantaji sagladi. Sozler verildi. Montgomery'de duracaktik.

Sabah planladigimiz saatte yola cikamadik tabii ki. Uyanamadilar ki! Montgomery'e yaklastikca da gec kaldigimizdan, durursak daha da vakit gececeginden dem vurmaya basladilar. Baktilar kulak asmiyorum, demi koyulttular. Cok fuzuliymis de, neden boyle salak seyleri merak ediyormusum da, bulbul kimmis de, uhuu, aldilar yuruduler. Inadim inatti. Duracaktik.

Oglen Montgomery'deydik. Turizm enformasyon burosuna geldik. Arabadakilerin suratini bir karis birakip sekerek iceri kostum. Brosurler, bilgiler istiyordum. Hayalimdeki Finchler'in evini gorecektim. Maalesef renovasyon yuzunden kapaliymis! Tam vahlaniyordum ki Hasan iceri girdi. Kapali oldugunu duyunca cigliklar atarak sevincli haberi Osman ve Gokhan'a yetistirmek uzere disari firladi. Hayal kirikligimdan etkilenen gorevli istersem F. Scott Fitzgerald'in evini gezebilecegimi, aslen onun da Montgomeryli oldugunu ve evinin henuz muze olarak acildigini soyledi.

Fitzgerald'i New Yorklu falan saniyordumdu. Great Gatsby 'si de sevdigim bir baska roman. Aman, ben buna da bir heyecan yapmiyim mi? Ne bereketli yermis Montgomery! Kucucuk sehirde tas atsan baba bir yazarin evine degiyor. Nedenini bugun hala irdelerim. Belki de mureffeh ama sakin, kimiltisiz yerlerde insanin eli kaleme gidiyordur. Belki de ayrimciligin ve tutuculugun en yogun oldugu yerlerde hassas bunyeler boyle disavuruyordur kendini. Depresif rockcilarin Seattle veya Iskocya'dan cikmasi gibi iklime dayali birsey midir, sosyal yapiya mi? Bu yazi kendini degisik yerlere cekmeden ben kendi hadiseme doneyim.Disari cikip elemanlara cok sevinmemelerini zira bulbul mahallesi yerine Fitzgerald'in evini gormek istedigimi soyledim.

Gokhan: Ya, yapma allah askina. Bin gidek, geciktik zaten.
Osman: Yemin ediyorum, yaramadi Amerika sana.
Hafiye: Ya bana ne ya. Siz iki cift daha cok meme goreceksiniz diye neden ben alikonuyorum?
Hasan: Ya kizim, bulbul diye tutturdun iki gundur. Yokmus iste. Don git, di mi? Her duyduguna atliyon. Fitzgerald mi ne haltsa, o hic hesapta yoktu. Duydun, tutturdun. Alla allaaa.
Hafiye: Hesapta burda durmak var miydi? Vardi. Ne degisti ki? Ha bülbül ha Fitz. Cok mu umrunuzda ki hangisinde durdugumuz?
Hasan: Sen bilin. Biz durmuyok.

dedi ve basti gaza gitti. Arkalarindan feryat figan kosturdum. Sonra kaldirima oturup agladim. Montgomery sokaklarinda bir Adana Adliyesi manzarasi yasandi. Drama dozu bol bir reality sov oldu. Geri döndüler. Arabaya aldılar. Sandım ki dayanamadılar aglamama. Gidiyoruz Fitzgerald'a. I-ııhh. Sert bir dönüşle otobana girdik. Kandırılmıstım. Annesinden kacirilmis cocuklar gibi New Orleans'a dogru saatte 80 mil hizla bagirdim da bagirdim. Soz verdiler donüste ugrayacagimiza. Burnumu ceke ceke razi oldum. Baska carem yoktu.

Dönüşte Montgomery'den gece yarısı gectigimiz icin duramadık tabii ki. Hala hıncı cıkmamıs bir ofkedir icimde.

Cuma, Mart 31, 2006

Edebi Hafiye

Cuma Cuma icinizi bayicam ama beni pek heyecanlandiriyor boyle seyler. Gecen aksam Capote'yi seyrediyordum. Evet, agir film. Amerika'nin 50 ve 60'li yillardaki en unlu yazarlarindan Truman Capote'nin en bilinen romani, In Cold Blood'i yazis sureci anlatiliyor. In Cold Blood, yazarin ilk gercek hayattan alinti (non-fiction) romani. Bir ara gazetecilige sardirdigi donemde New York gazetelerinde kucuk bir haber olarak cikan Kansas'in kus ucmaz bir kasabasinda ciftci bir ailenin iki sosyopat tarafindan katledilmesini anlatiyor roman. Capote gaydir ve enteresan kiliklarda dolasmayi sever. Bu yuzden kucuk kasaba halkinin onla iletisemeyecegini varsayarak yanina Harper Lee'yi alir ve Kansas'ta aylarca kalarak olayin cozumlenmesinden cok olayin kasaba halkinin ve katillerin ic dunyasinda yansimasini arastirir. Arastirmasi sirasinda katillerle arasinda bir gonul bagi olusur vs vs.

Butun bu olay orgusunde benim ilgimi Harper Lee cekti. Harper Lee, benim en en sevdigim romanin, Bulbulu Oldurmek'in (To Kill a Mockingbird) yazari. Ortaokulda zoraki okutturulan bu romani hala neredeyse her sene tekrar tekrar okurum. Yazari hakkinda bildigim tek sey baska romani olmadigiydi, o kadar. Bu filmde Capote'nin dostu cikmasi onun hakkinda ogrendigim ikinci sey oldu. Sonra gelsin google'lar, gitsin arsivler. To Kill a Mockingbird' deki Dill karakterinin Capote oldugunu, Capote ve Lee'nin cocukluklarinin Alabama'da komsu evlerde gectigini ogrendim. Romanda Dill zaten bir sureligine teyzesinde kalsin diye oraya yollanmisti. Annesi turneye cikmis saibeli bir kadindi. Capote'nin gercek yasamindaki cocuklugu gibi yani.

Buyuk bir iddiaya gore de To Kill a Mockingbird'i Capote yazmis. Lee'nin basilmis baska eserinin olmamasi da bu iddiaya en buyuk destek olarak gosteriliyor. Filmde de buna dair muallak gonderimler var. Yikildim sanki. Ya iddialar gercekse? Sonucta hala en sevdigim roman olacak ama bir kere aldatilmis, bir kere guvenimi kaybetmis olacagim. Yikilacak sey bulamadim hem de memleketin onca sorunu varken.

Oysa ki ben To Kill a Mockingbird gezileri bile duzenlemis ama nedense kotu nazarlarla karsilasmis bir insanim. Hikayenin ozeti: Mart 2000. Adanali erkekler ve ben Mardi Gras icin New Orleans'a gidiyoruz guney eyaletlerini gece gece. Benim derdim romandaki izleri surmek, onlarin derdi malum yuvarlak tepeciklerden mumkun oldugunca cok gormek. Yarin anlatirim bu trajikomediyi. Bugunku edebiyat tarihi bayintisi uzerine haliyle yarinki maceranin reytingi daha yuksek olacak. Ticari kaygilar kor olsun.

Zaviye, Haviye ve Hafiye

Ne zaman duzenli spor yapsam kilo aliyorum. Maratonlar kastigim donemle kimildamadan yasadigim donem arasinda gobek cevresinde bir tekerlek fark var alenen. Gectigimiz kis duygusal, kariyersel, kimliksel dalgalanmalara biraktiydim kendimi. Ruhum hareketlendikce vucudum uyustu. Hissiyat kabardikca gobek kuculdu. Ne yemek pisirdim ne yedim ne de disardan paketledim. Protein barlarla yasadim koca kis. Pelinat sirf bu yuzden iyi astronot olacagimi dusundu. Uzay istasyonunda caanim pizzalarin pastalarin eksikligine cok da aldirmadan, yemek tabletleriyle mutlu mesut seneler gecirebilitem yuzunden. Beni biraksalar yemeden, icmeden, hareket de etmeden yasayabilirim galiba. Fotosentez falan mi yapiyorum, anlamiyorum. Ben bir bitki, kuruldugum yer bir saksi. Lafi cok uzatmiyim. Bahar geldi. Buna bir son vereyim, istedim. Kostukca istahimin acilacagini biliyorum. Bu acik istahin beni 'ne yesem' dertlerine surukleyecegini; tembelligim yuzunden de gofrete biskuviye sardiracagimi bile bile yeniden duzenli kosmaya basladim.

Bugun oglen, hava guzel, ben azimli, kolumda mp3-calarim, kulagimda muzigim, basladim rappidi rappidi. Yanimsira ucaklar kalkar, ben kosarim. Aramizda bir tel orgu, o kadar. Jet benzini soluyarak pek saglikli yasam kosumun temposunu tutturdum tam diyordum ki aa, yanimda bir araba durdu. Xavier. (Zaviye) Yaninda da Javier (Haviye), ben de Hafiye. Olduk mu bir acaip uclu. Zaviye, bizim sirkette expat bir Fransiz. Javier de Meksikali ekurisi.

Zaviye: Manyak misin, kizim? Atla Oz'a (pizzaci) gidiyoz.
Hafiye: Yok, ben gelmiyim.
Zaviye: You ağğ tu ameğiken. Boyle oldugunu bilmezdim
Hafiye: Abi faydali ne yapsak, 'cok amerikeen' diyip duruyosun, ya. Git ya. Tempomu dusuruyorsun.

Zaviye ve Haviye birer sigara yakip keh keh guluyorlar bana. Bir yandan da arabayi benim kosu hizimda bana paralel surmeye devam ediyorlar. Araba????

Hafiye: AAA. Renault 5! Inanmiyorum sana. Memleketten araba mi getirdin?

Araba aslinda Clio ama arabanin gecmisiyle dalga gecmek adina '5' dedim. Fransa'da Fransizlarin boyle geyiklerine sahitligim var da, ondan yaptim, bildigimden degil.

Zaviye: Tabii ki de.
Hafiye: Abi, araba mi yok burda? Hem de daha kaliteliler. Bir de minnacik bu. He he. Sen de minnaciksin. Yakismissiniz birbirinize.


Hatta yarma Fransizcamla bir de "Petit homme, petite voiture" (Kucuk adam, kucuk araba) dedim mi ustune? Dedim.

Zaviye: (Aglamakli bir sesle) Kirdin beni cok.
Hafiye: Ozur dilerim, sey, bak ben...pardon, oyle demek istemedim


Allem kallem Zaviye beni affetmez. Biliyorum ki bu affetmeme de trip. Alindigindan degil. Oyun oynamayi seviyor. Ben de bazen "tu ameriken" ortamdan sıkıldıgımda iki kelime geyik yapabildigim nadir insanlardan oldugundan izin veriyorum oyununa. Ancak tel orgulere tirmanip ucaklara el sallayip 'Zaviye, muthis bir insaaan' diye cigirirsam affedermis. Yaptik artik mecburen.

Bir havaalani guvenlikcisi panikle bana dogru kosmaya basladi. Ben panikle kendimi asagi attim. Zaviye zevkten dort kose uzaklasti. Haviye butun bu olan bitene sadece guldu. Kosumun geri kalaninin da bana ancak psikolojik faydasi oldu.

Salı, Mart 28, 2006

Doğumgünü Mektubu

Sevgili Düella,

Yaslaniyoruz diye cok agliyoruz ya. Dogumgunun vesilesiyle bu yaslanma mefhumunun yeniden bir uzerinden gectim sabah 40 dakika suren ise gelme suresince. Dogumgunlerinde iyi tarafindan bakilir ya hayata.Bu sabah da oyle oldu. Iyi tarafindan bakarsak sadece lak lak yapacagimiz gunlere - takriben 30 yil sonrasina- daha yakiniz. Emeklilige dair harika planlarin vardi ya. Flulasan kamera ve arp muzigi esliginde zamanda ileri gidersek:

Emeklilik gunleri baslamistir. Gozu once Etiler Huzurevi'ne diksen de oraya alinmayacaksin. Oraya girmek icin coook onceden plan, program ve basvuru yapmak lazimdir cunku. Butun şaptiliginle emekli oldugun gune kadar deli gibi calıştıgından emekliligin ilk gunu bundan sonrasini planlamamis olmaktan muzdarip geckin sokak serseriligine baslamazsan neyim. Neyse, B planin da vardi ya, hani. Sabahci muhabbetlerimizden cikariyorum bunlari. Hani 60'larimizda da bekar olacagimizi varsayiyorduk. Ya hic evlenmemis olucaz ya da zaten kocalar uzun dayanmiyor, mefta oluyorlar diye dul. Kendi-huzurevini-kendin-yap modeliyle kendimize Sapanca Mapanca kilikli bir yerde kooperatiften birer daire alicaz. Bir apartman dolusu dul/bekar geckin kanka. Altin Kizlar'in ayni cati altinda ama farkli dairelerde yasayan cesitleri.

Düella, yalniz senin SSK emeklisi maasin yakit parana bile yetmiycek, sonra Yonc'a ya da bana tasinman gerekebilir. Basta oyle, ayri ayri oturucaz, ayni ev olmaz, diyordun da hani aci gercekleri tekrar hatirlatmakta fayda var. Her daim 40 derecede fokurdayan evin, sonmeyen isiklarin, kapiya her gelene savurdugun bahsislerin SSK ayligiyla yapilacak cilginliklar degil, benden soylemesi.

Oysa bir bardak su yetiyordu saclarini islatmaya
Bir dilim ekmegin, bir zeytinin basinaydi doymamiz


olacak mutlulugumuzun jargonu. Her gecen yil buna daha da yaklasiyoruz. Bu durum seni korkutuyor mu bilemem ama beni bilakis heyecanlandiriyor.

Az kaldi.

Hafiye

Pazartesi, Mart 27, 2006

Tuvaletteki Vicdan

Kupkup onemli bir noktaya parmak basti yorumlarinin birinde. Gecen yil Bangkok'ta tuvalette bekleyen servis elemanlarindan bahsediyor. Siz tuvaletten cikinca muslugu acan, elinize sabuk sikan, sonra havlu uzatan tuvalet gorevlileri. Kupkup rahatsiz olmus, alisik degil bu duruma. Kupkupcum, bu dedigin tuvalet ici elemanlari buradaki kimi janti kuluplerde de var. Aynen havlu tutmaca, sabun sikmaca. Beni de rahatsiz ediyor gercekten. Bir keresinde butun bir gecemi mahvettiler. Soyle ki:

Bir kulupteyim iste, hatirlamiyorum neresi. Egleniyoruz, cosuyoruz. Tuvalete gidiyorum. Bir teyze, aynen dedigin gibi musluk aciyor, sabun sikiyor, havlu uzatiyor. Hatta da kadinlar tuvaleti oldugundan olsa gerek, bir suru kozmetik de var ortamda. Istersen onlari kullanaraktan makyajini toplayabiliyorsun. Ne bileyim boy boy tampon, ped falan da var sepetinde. Bir kadin icin yok yok yani. Havlu uzattiktan sonra tuvalet teyzesi bir el kremi fiskirtiyor avuclarima. Parfumlu bisi. Ne guzel, ne guzel de...benim icim icimi yiyor. Tuvalette bir pohpoh teyze oldugunu bilmeden gelmisim, cantam yanimda degil. Teyzeye verecek param yok. Oraya da yazmis teyze, zorunlu degil, gonullu diye. Gonlunuzden ne koparsa misali. 'Cantam yanimda degil,' diyorum ve kafami onume egip disari cikiyorum. Bir utanc bir utanc.

Hinca hinc kulupte zaten yuzlerce insani yarip tuvalete guc bela ulasmisim, siralar bekleyip tuvalete girmisim. Yerime de ayni cileyle dondukten sonra benim nesem kacti. Vicdan meselesi yaptim. Cuzdanda haril haril bir iki dolar bozukluk aramaya basladim. Parayi bulucam ve gidip ayni iskencelerden gecip pohpoh teyzeye vericem. Kanka, 'manyak misin, salla,' diyor. 'Dogru diyorsun,' diyorum. Bes dakika duruyorum. Yok, gene batiyor. Olacak gibi degil. Otesi kompulsiyon. Biliyorum. Cuzdanda bozuk da yok. Kanka hasbinallah cekip kendi cuzdanina bakiyor. Onda da yok. Bir yirmilik cikarip bozdurmak icin kalabalikla cebellesip bara gidiyorum. Bir arbede cikiyor ve ben yirmiligi dusuruyorum. Hemen egilsem, bir egilsem, alabilecegim ama kalabaliktan bu mumkun olmuyor. Yedigim dirseklere ve basilan ayaklarima ciyaklarken yerdeki yirmilik yok olup gidiyor. Yerime donmem yarim saat aliyor. Doner donmez de, gidelim, diyorum. Yeter, geldi bana. Kanka bir kufrediyor. Vicdanima da ecdadima da. Birkac morluk, arbedede kopmus ayakkabimin aksesuar susu seysi, bozuk bir moral ve eksi 20 dolarla geceyi kapatiyorum.

Oysa Allah bilir bu gece iyi baslamisti
Eglenmeyeydi ilk açılışı gecenin, sırf onaydı


Perşembe, Mart 23, 2006

Istek Yazi- Nostaljik Is Gorusmesi

Hic utanmasi yok okuyucularimin. Ne guzel bir yazar bulduk, bizi mesalesiyle aydinlatsin yerine ha bire istek yazi yollaniyor, iyi mi? Caponya'da Kupkup eski bir is gorusmesinde hirsizlikla suclanma; Istanbul'dan Java cok onemli oldugunu iddia websitesine sirket ici halleri anlatan adapli, eglenceli hikayelerimi; Richmond'dan Citir ise kendime dair daha ice donuk seyler yazmami istettiler. Alper'e de ben soz verdim, 'bir fotograf bin hikayeye bedeldir' minvalli bir yaziyi. Ben de yazi cizi dunyasinin Mustafa Keser'i olarak sirayla istek yazilarimi geciyorum. Kupkup, uc haftaya yanina gelecegim. Beni Tokyo'nun 'atraktif' yerlerine goturup 25 metrekarende misafir edeceksin diye sana kiyak ilk senin isteginle basliyorum. Tum sevdiklerin icin geliyor:

Efendim, sene 1998, aylardan Agustos. Pelinat dort gunlugune diye gitmis Bodrum'a. Haftalardir orda. Ha bire telefonda ben de yanina gideyim diye ciyakliyor. Derdi ben miyim yoksa gelisimle kisa sureligine gittigini sandigi icin yetmeyen kiyafet stoguna destek goturmem mi, bilemiyorum. Ama ben akilli uslu ve bilincli bir yeni mezun olarak kendimi is aramaya vermisim. Ortalik da kotu. Memleketin krizli zamanlari. AC Nielsen'da bir pozisyon var, nasil icim gidiyor. Pazar arastirmacisi olmaya bozmusuz niyeti o aralar. Randevum var ogle saatinde X Hanim'la.

Gittim bes katli dar bir binadalar. En alt kattaki resepsiyonist beni biraz beklettikten sonra X Hanim'a yolluyor. Besinci kattaymis. Asansorden cikar cikmaz sagdaki ilk oda. X Hanim beni oturtuyor. Hos bes. Kapisini kapatiyor. Telefonu susmuyor. Daha merhabadan oteye gecemedik, uc telefon geldi. Onlari kapatti. Sonra 'tamam, gercekten cevaplamiycam sonrakileri. Evet, Hafiyeeee' dedi ve kapisi calmaya basladi. Ama tik tik, degil. Gum gum. Bir de kadin cigligi eslik ediyor yumruga. Hani cevap verilmeyecek turden bir kapi calis degil. X Hanim yerinden kalkti, kapiyi acti. Solaryum karasi bir genc kadin ciyak ciyak bagiriyor. Cep telefonu ve cuzdani gitmis. Masasinin ustundeymis, iki dakika su icmeye gitmis. Yeller esiyormus yerinde. Biraz sakinlessin diye X Hanim, onu iceri aldi, oturttu. Sonra hep beraber fikir yurutmeye basladilar. Cuzdan ve telefonun en son gorulme saati ve mekani hatirlandiktan sonra ne olmus olabilir ihtimalleri tartisiliyor. Anlasilan son gorulme aniyla kaybolus ani arasindaki zaman cok cok kisa. Solaryum, "Bu kata en son kim cikti?" dedi. X Hanim gozlerini bana dikti. Solaryum onu takip etti. Susakaldim. Ellerim titriyor. Basim da donuyor. Suracikta bayilirsam? Profesyonel olmaz, di mi? Bu bir is gorusmesi mi? Anneeeee!!! Isterseniz cantama bakin. Isterseniz gecmisimi arastirin. Ben bu isi cok istiyorum. Bari bir konussaydiniz...

X Hanim'in odasindaki panik butun kata yayiliyor. Sonradan gorusmeyi tekrarlayacaklarina dair bir seyler soylenirken kuskulu bakislar uzerimde, suklum puklum ayriliyorum binadan. Sonradan aranmiyorum tabii ki. Hatta duyuyorum ki sosyolojiden SPSS bildigini sanan cocugu almislar ise ve alti aya kalmadan da NY ofisine expat yollamislar. 21 yasindaydim, biraz hirsliydim da. Simdi boyle seyler olunca tokadimi gecip teshir ediyorum ama o zamanlar feci icim kiyiliyor.

Neler gordum neler geldi basima
Duse kalka geldim ben bu yasima.
yani.

Pittsburgh Delibozukluklari

Şükü once tokadini gecer. Sonra cok hirpaladigini dusundugunden degil ama attigi tokatlari gercekten unuttugundan oksama faslina gecer. Simdi o biiir doktor. O biiir tip doktoruuu. O Amerika'da uzman cavus romatologu. Haliyle kizcagizin eli artik para gormeye baslamis. Beni Pittsburgh'un en janjan restoranina goturdu. Le Mont denen Fransiz restorani Pittsburgh'un bir tepe noktasinda; uc nehrin birlesimine, sehrin isiklarina falan yukardan baktiginiz koko bir yer. Biz oraya hippi mahallesinde mor farli, hizmali genclik arasindan cikip gittik. Kotumuz, kazagimizlayiz. Şükü restorani aradi kiyafet zorunlu mu diye. Adamlar, 'kravat takmanız gerekmiyor,' dediler. Hayır, sagolun zaten takmıyoruz da. Kotla gelsek olur mu, dedi Şükü. Adam da yakisiyorsa kotun gelebilirsin, dedi. Şükü kikirdedi.

Ac miyiz, hayir. Hic degil. Butun gun yemek yemisiz. Oturduk, manzara nefis, insanlar piriltili gece kiyafetleriyle salinimdalar. Ben dayanamadim, caktirmadan kotumun en ust dugmesini actim, gobegime ozgurlugunu bagisladim. Tokluktan uykum gelmiş zoraki ne sipariş etsem diye düşünüyorum. Bögurtlenli ördeklerimiz geldiler. Yiyemedik tabii. Eve goturulmek uzere kutulandilar. Garson amca israrla sarap diyor, tatli diyor. Ayıp olmasın diye tatlı soyluyoruz. O tatlınin da kreması bademli amaretto mu ne, sevmiyoz. Zoraki siparişin yahnisi. Kremasını sıyırma cabaları sonucunda geriye bir şey de kalmıyor. Didik didik bir çikolata/biskuvi yığını. Bırakıyoruz geride.

Hesap geliyor. Hesabin altina bahsis satiri vardir ya normalde. Bizim faturada iki tane bahsis satiri var. Birinde 'wait person' yaziyor, digerinde 'maitre'd'. Hani eski Parisli olaraktan biliyorum bu maitre'd dedikleri sey Sef Garson, demek. Amma velakin, biz bir turlu karar veremedik kimin ne kadar paramizi almasi gerektigine. Hesabin %20'sini birakicaz bahşiş, eyvallah da, bu 20'nin kaçı maitre'd'ye gidecek kaçı garsona, bilemedik. Aştı bizi. Sonuda hesabin %20'sinin ucte ikisini maitre'd'ye, ucte birini de garsona biraktik. Tam bir parami kime, nasil bolusturdugume dair ilkokul problemi. Yalniz, yanlis yapmisiz, Şükü. Arkamizdan nadanligimiza, lumpenligimize saydirmis olabilirler. Bana tomas da, sen bu utancla yasayabilir misin, bilemiyorum. Doğrusu linkte:
http://www.tipping.org/tips/TipsPageRestaurant.html

Pazartesi, Mart 20, 2006

Pittsburgh Darbeleri

Pittsburgh'a gittim de ne oldu? Toparlamayi ancak becerdigimi sandigim ozguvenim delik desik oldu. Bunu yapan Suku'ydu. Simdi burada bana yaptiklarini izninizle teshir edicem:

Mesela, gece geckin bir saattir ve Suku'ye bir bira daha icmesi icin israr edilir. O ise meslegini cok ciddiye alan bir doktordur. Bizim tanidigimiz, bildigimiz, yanimizda bir sise rakiyi ictikten sonra parmak dikme ameliyatina giden mikro-cerrah 'simit'lere benzemez. Suku cerrah da degildir zaten. Romatologdur. Romatizmal hastaliklar aksamdan kalmaligi kaldiramaz. Ne mutlu ki boyle mesleki disiplinli doktorlarimiz var, degil mi? Ama is bu kadarla kalmiyor. Onda var olan disiplini biz takdir ederken karsiliginda ciddiyetsiz isler yaptigimiz imasiyla- ne imasi yahu, aleni parmagiyla- bir ozguven darbesi yiyoruz. "Ben, doktorum. Sizinki gibi isler yapmiyorum" sozuyle aci gerceklerle yuzlesiyoruz. Bizim Excel tablolari kazan kafayla yanlis duzenlense, database linkleri kopsa, toplantida uyusak, sunumda gak guk etsek hayat memat durumlari rutininden taviz vermeyecektir. Gerci, ben uyudum konferans call'un birinde gecenlerde 2 milyon dolara mal oluyordu. Fransiz piranalari gevsedigin ani kolluyor. Turkiye'de bir can 4 milyar ETL idi. (Bir doktor hatasi yuzunden olen cocuga bicilmis mahkeme degeriydi bu gecen yil). Yaklasik 3 bin dolardan, 667 hayatla oynayabilecek kapasitede bir ehemmiyetim var, tamam mi, Suku?

Ikinci darbe gencligime, guzelligime indirildi. Vakti zamaninda Suku'nun Kesmirli komsulari beni pek begenirlerdi. Yok, ben eski Kainat Guzeli, yeni Bollywood yildizi bir hatuna acaip benziyormusum falan dendiydi. Turkiye'de neden yasamak istemedigine dair argumanina hatun tuttu benim guzelligimi alet etti. "Neden Turkiye'de yasasin ki Hafiye? Turkiye'de vasat bir hatunken mesela baska memlekette 1 milyar insanin dibi dusebiliyor ona," dedi. Bana dedi. Vasat, dedi. Ortaliga gereksiz bir, "Hieeyyt, dunya uzerinde elde edemeyecegim erkek yoktur, Edirne'den Ardahan'a, Kuzey Kutbu'ndan Antarktika'ya," nidalari atmama sebep oldu.

Yalniz sonradan aklima geldi. Bu kiz Kainat Guzeli secilmis, Suku. Yani, Kainat Turkiye'yi de kapsar, be. Bak, argumanini uzak ara curuttum. Benim aklim once dellenir, meydan okur, sonra mantikli cikarimlar yapar. Onu da Turklugumun dogasina verin. Nihayetinde vasat bir Turk'um iste.

Salı, Mart 07, 2006

Şiştik

Düella'yla sabahlara kadar ne iş kursak diye düşünüp taşındığımız, gündüzleri onun işe, benim de görüşmelerime güç bela yetiştiğim bir haftanın sonunda Atlanta'ya döndüm. Herkeste bir 30 yaş bunalımı. Manitalardan ayrılınmış, işlerden nefret edilmiş, pılı pırtıyı toplayıp bir köye yerleşmeler düşünülmüştü. Yalnız olmadığını görmek acı bir rahatlık hissi veriyor insana. İş görüşmelerimde başıma gelen türlü komediler akşamları Düella'ya ve o gun eve ugrayan kankalara yeniden canlandırılıyor ve beraber eğleniyorduk. Bunlarin detaylarına sonra gireceğim. Hala jetimin lag'ini yenmem ve içimdeki karmaşayı düzgün ifadelemeye niyetlenmem gerek.

Halihazırda aileden devraldığı başarılı bir operasyonu yöneten bir arkadaşım var. Onunla da Pazar günü buluştuk Ortaköy'de. Yanımda Düella. Her ikisi de benzer işler yapiyor. Manzara guzel, hayat da guzel olmali derken içimiz şişti Ozlem'le. Bir bunaldik ki tarifsiz. Cıvımaya musait olmayan muhabbetten midir, konuşulan şeylerin aslinda ehemmiyetsiz geldiğinden midir, bilemiyoruz. Cocuk gayet normal konuşuyor. O konuştukca bize afakanlar basıyor. Eve dönerken ağzımızdan gözümüzden karanlık fışkırıyordu.

Düella'yla Levo'ya ugradık. Bizi goren Levo, 'nedir bu haliniz', oldu. Dedik, "Levo, biz şiştik. Sebebi de yok, oyle bir icimiz bayildi". Sonra biraz nefeslenelim dedik bir baktik Levo bize kendi derdini anlatir oldu. Uzun suren iş arayişini, 6 yillik ilişkisini ne yapacagini bilmemezliklerini, yazin yaşanmiş birtakim calkantilardan gunumuze ulaşmış hallerini dinliyorduk ki Levo, "Ben sizi sıkmayım. Zaten bayılmışsınız. Boşverin," dedi. O anda Düella'yla birbirimize bakışımızı unutamıyorum. Aynı anda, "Yoo, valla açıldım, iyi oldu,"dedik. Levo'yu dinlerken farketmemişiz uzerimizden kalkan kara bulutu. Başkasinin sıkıntısından kendimizi hafiflettik diye kendimizi hain ilan edip eglendik falan ama aslinda olay elalemin derdinden kendi halimize şukretme olayi degildi. Zira evimize doner donmez gene şiştik. Sadece Levo'nun hikayesini bize anlattigi o yarim saat içinde baska bir şeye konsantre olmanin verdigi bir kendimizden sıyrılma halini yaşamışız. Depresyonumuza geri donduk yani. Sabah beş bucuga kadar ne iş kursak, nerelere gitsek diye düşündük durduk. Ne Yapacağız, Düella? Ne Yapsak, Hafiye? Once bir şey buluyoruz, sonra birimiz onun neden başarısız olacağını soyluyor, huzunle karışık hayalimizi eliyoruz. Iclerinden en tuttugumuz plan 'Acun Firarda'nin kadin versiyonunu yapmakti. "Gel gel gel, ablana gel," diyerek çeşitli dünya plajlarında oğlanları sıkıştırmak, sokaklarda itişip kakışmak, ona buna laf atmak uzerine hayaller kurduk. Tabii ki bunu da eledik. Bunu yaparsak bu ülkede taşlanacağımızı söyledi Düella. Üstüne üstlük babalarımız da kalp krizi geçirebilirdi. Tanınmayiz, dedim ben de. Peruklar, kocaman kara gozluklerle idare edemez miydik? Edemezsek biz de Esincan'in manitayı* arardık. Bu ülkede hayati tehlikede oldugumuzu bildirip iltica ederdik bari. E, madem iltica edecektik Batı'ya bir yerlere, neden dönmeye çabalıyorduk ki memlekete? İstanbul'a gün doğarken döngülerimizden yorulup uyuyakalıyor; kuyruğumuzu kovalamaya ertesi gün devam ediyorduk.

* Esincan'in manita Birlesmis Milletler Multeci Komisyonu'nda calisiyor. Popomuzu sıkıştığı yerden kurtarmak için çevre kaynaklarımızı sonuna kadar kullanmak caizdir hesabi :)