Pazartesi, Şubat 27, 2006

Ilk Istanbul Gorusmesi

Ilk gorusmem bir insan kaynaklari danisman sirketiyleydi. Ortada kesinlesmis bir pozisyon yoktu ama tanisma babinda cagirdilar, gittim. Kapi onunde araya Ingilizce kelimeler sikistirmamaya dikkat et diye kendimi tembihledim. Turkce mulakat konusunda da tecrubesizlik ayri bir huzursuzluk yaratmaktaydi. Gorusme yaptigim X Hanim'a bin kez CV yollamis olmama ragmen 'bende CV'niz yok' dedi. Burada ekstra temkinli olmayi unutmus degilim. Cikardim cantamdan, koydum onune bir kopya. Burada sadece kendinize ozen yetmiyor, baskalarinin ozensizliklerini de ongorup tedbirler almaniz gerek. Once o bana yaptigi isi anlatti, sonra ben ona. Baslangicta hersey iyiydi. Sonra olay cigrindan cikti.

-Neden donuyorsunuz?
-Uhm, 7 yildir Amerika'dayim. Orada cok sey ogrendim ama bunun yeterli oldugunu dusunuyorum. Turkiye'de de havacilik sektoru muthis gelisti. Burada iyi seyler yapacagima inaniyorum. Ondan.
-Aaa, yapmayin. Biz oraya kapak atmaya calisiyoruz. Ne guzel duzen, farkli hayatlar.
-Burada da iyi seyler yapilacagina inaniyorum ben. Kaldi ki ailevi ve sosyal hayatin canliligi da var.

Dedim ama icimden sen bu ozensizlikle oraya gitsen 3 dakika barinamazsin, dedim. Hem benle CV'm uzerinden konus, hem de bende yok, de. Ustune ustluk bir negatif muhabbet. Benim icislerime karismaca.

-CV'niz cok Amerikan menseili olmus. Buraya dogum tarihinizi ve medeni durumunuzu da yazsaniz bir de resim koysaniz iyi olur
-Bunu ben de dusundum, yaparim.
-Yani aslinda onemli degil ama resmini gorunce insanin sip diye aklimiza geliyor kim oldugu, unutmuyoruz

Evet, resim sadece gorsel hafizayi calistiranlar icindi zaten. Yoksa guzel ya da cirkin, dogulu ya da batili goruntu itibariyle ayrimcilik soz konusu degil. Ben nereli gorunuyorum sahi? Gayet Adanaliyim iste. Ortada bir kivam. CV'de zannimca iyi olan okul ve tecrubelerin bir onemi olmazdi belki Mardinli dursaydim.

Elaleme diyorum ama ben de hep negatifim di mi? Tabii ki. Iste uyum saglamak boyle olur. Buranin tarzi bu. Doverek sevmek. Ben de bunu uyguluyorum. Herkes sikayetci burdan. Ayirsan herkes ozleminden sikayetci olur. Hem sevmeyip hem terketmeyenlerin ulkesi burasi. Ben seviyorum cok. Gercek sevginin ne oldugunu bulmus gibiyim. Bir huzur var ustumde. Sadece sevdigimi belli etmiyorum. Babalar gibi.

Pantolonuma dair Uzay'dan bir irde:

Amca`yi takdir ediyorum. Pablo Neruda`nin gazina gelmis o. Bilincsizce o ayri. Neruda ne demis? "Hic tanimadigi kisilerle konusmayanlar bitik insanlardir" demis.

Ben olayi Nerudavariii hulyali bir atmosfer ile degerlendirme taraftariyim. Ne guzel iste bak.. yazi yazmaya vesile cikti. Iyi ki boyle insanlar var. Normal insanlar cok sikici. Havaalanlari ifadesiz yuzlerin mekanidir. Helal olsun amcaya. Yasaminda tatli bi spike yaratmis iste. Mal gibi orda dikilip bavul da bekliyebilirdin pekala. Kendince "beni ogluna yapicak" gibi senaryolar yazcaana adama sorsaydin neden bu kadar dikkatini cekmis diye... Guvenlik gorevlisiyse detaylara bu derecede dikkat etmesi mesleki bir tutkudan da ileri gelmis olabilir. Bak ben de senaryo urettim iste. Neden sormadin adama? Boyle soru isretleriyle yasiycaz simdi.

Cumartesi, Şubat 25, 2006

Hanfendi, pantolonunuz...

Istanbul'a geldim. Bu gelisimin diger gelislerimden farkli olacagini elbette biliyordum. Daha az tadini cikarip daha cok degerlendirdigim anlar yasayacaktim da bu kadar erken baslayacagini bilemezdim. Soyle ki:

Ucakta aldigim Ambien'den bosalmis uykulu kafa sersemligiyle bavullarimi bekliyorum. Etrafimi gozlemlemeye baslamamisim bile daha. Omzumda bir "tip tip" hissettim. Bir yandan arkamda bir ses "hanfendi, hanfendi", diyor. Dondum, elinde telsiz bir guvenlik gorevlisi oldugunu sandigim bir amca.

-Hanfendi, hanfendi!

-Buyurun.

-Pantolonunuz...(sessizlik)

Sandim ki pantolonum yirtildi, kicim acikta ya da altima yapmisim, haberim yok. Aninda pantolonuma bakiyorum. Bir surpriz yok.

-Ne olmus?

-Pantolonunuzun sag dizinde bir leke var. Bir de arka tarafinda atkinizin yunleri toplanmis.

-??

Amca gulumsuyor, muzaffer bir edayla. Ben sadece "Biliyorum, sagolun" diyip bavullarimi beklemeye devam ediyorum. Amca saskin. Ben onun saskinligindan saskin. Lekeden haberim var, ayol. Ucaktan inmeden suratimi biraz toplayayim cabasindayken basinctan cortlamis tupten fiskiran kremin marifeti. Bir damlacik birsey. Sildim cikmadi. Atkinin yunu de yapismistir yumaklar halinde, eee? 14 saatlik yoldan gelmisim. Ne olacakti ki? Düella diyor ki, bu durumda 'ciyaak' diye bagirip tuvalete kosturup bu kilikta sokaga cikamam, demem gerekiyormus. Belki de amcaya lekenin hikayesini anlatmam gerekecekti. Belki lekenin hikayesinden hayat hikayemize atlayacaktik. Belki ayakustu kaynasacaktik. Belki beni ogluna begenecekti, hayat bizi nerelere surukleyecekti. Kestirip atilmayacakti. Burada hayat boyle calamuhabetti.

Anlamadim ki. Bir insan hic alakasi olmayan bir ortamda hic tanimadigi bir insanin pantolonundaki lekeyi neden soyler? Her yer, herkes bu kadar titiz mi burada? Ben hangi arada neyi kacirdim? Takma kizim, Asli. Birinci dakika mudahalesinden gozun korkmazdi senin. Bu ne urkeklik?

Salı, Şubat 21, 2006

Kirik

Sagolsun, Istanbul'daki arkadaslarim haftasonu benim donmemin mi donmememin mi daha iyi olacagina dair aralarinda tartismislar. Ben de bu 'donsek de mi ayar alsak, donmesek de mi daralsak' ikileminin tartismalarina dahil olabilmek isterdim. Kendim de cok dusunuyorum. Hatta baska hicbirsey dusunmuyorum son bir aydir. Bazen beynim agriyor dusunmekten. Hatta panik atakimsi seyler yasiyorum. Dun bavullarimi hazirladim. Dolabim bayagi bosaldi. Sonra bos dolaba bakip agladim. Kime soylesem abarttigimi soyluyor. Benim duymak istediklerim 'halledilir canim'lar degil ki! Olay aksiyon degil. Evet, tasinma, ev bark satma derdi de ayri bir yuk ama aksiyon bunlar. Yapilir. Uc asagisina bes yukarisina atilir satilir. Benim ruhiyatim hep asagida hep dipte. Aklima kadinlarin gezgin ruhlu olamayacagi geliyor. Aralarindan cikan tek tuk seyyahlar bile aslinda gittikleri yerleri yurtsamak, benimsemek isterler, diye okumustum bir yerlerde. Iste ben de bir istatistikim.
 
Turkiye'ye donmek istiyor muyum, diye cok dusundum. Hayir. Istemiyorum. Donmek istemiyor degilim sadece. 'Icimdeki memleket aski bir baska, ac kollarini geliyorum canim memleketim', gibi birsey hissetmiyorum. Oradan buyuk beklentilerim de yok. Biliyorum ki turlu ayarlar alacagim, gelmeden almaya basladim. Burada yasarken tatile gidip iki memleket ayari yemek enteresan gelir hani, donup burada sagda solda anlatip cerez yapilir muhabbetlere bu 'enteresan'liklar, bu memleket adam olmazliklar. Simdi onun tam orta yerinde kacarim olmadan onu yasayacagim hergun. Hepsini hepsini biliyorum. Hatirlatilmama gerek yok.
 
Gordugum birsey daha var ki ilk gencliklerinde insanlar tercihlerini yaparken 'ne istiyorum'a odaklaniyor. Daha sonralari 'ne istemiyorum'a. Maalesef ne istedigimizi ya bilmiyoruz ya bulamiyoruz ya da neyse ne, bari iyinin pesine dusmektense kotuden kacinma seklinde modifiye ediyoruz beklentilerimizi. Benim de aynen boyle bir halim var. Biliyorum ki hic 'seksi' degil. Ama bu boyle. Biriyle 'sadece' mantik uzerine evlilik yapmak gibi birsey. Ben burada yasamak istemedigimi biliyorum artik. Ne kariyerim alip basini gidecek ne param ne ozel ne sosyal hayatim. Burada sadece 'duruyorum'. Durmak da benimki gibi kasintili bunyelere cok agir geliyor.
 
Mantik dokumleri de Turkiye'yi destekliyor acikcasi. Genc memleket. Eninde sonunda doneceksen artik 7 yil kalmissin, bitirmissin, donmelisin. 35'inde CEO olunabilen bir ulke orasi. 35'inden sonra yeni ise girilemeyen bir ulke de yanisira. Etrafi kalabalik bir ulke. Ben kalabaliklara bakip gozlemeyi cok seviyorum. Burada sadece gole, kusa, agaca bakiyorum. Hayata dair ipuclari cok az. Ariza seviyorum belki. Arizadan besleniyorum, ne yapayim. Mazosistim belki de.
 
Her ne olursa olsun, basima her ne gelirse gelsin, kotu bir gunun aksaminda Ozlem'in evine gidip bu durumu irdeleyip, belki sabaha karsi bir oyun havasi esliginde gobek atarak bunun ustesinden gelinir. Ya da Yonca cikar gelir bir enteresan hikaye anlatir, ofisinden cinnet manzaralari seklinde. Biz daha beter Yonca'ya yukleniriz, biraz elektrigimizi bosaltiriz ona. Ya da tanimadigim kardesime daha sik sarilabilirim, ya da ne bileyim iste ya...demek istedigim...ariza varsa da tedavisi de var orada. Yaban ellerde bir kiriliyorsun bir daha kaynamiyorsun. Kirik kaliyorsun.

Cuma, Şubat 17, 2006

Oncul Kultur Soku

Hani memleket gazetelerini duzenli takip ediyorum ya. Uzerine sagda solda internet ortamlarinda, beni kimseler anlamasa/dinlemese bile, fikir beyan ediyorum ya. (Fikrimin genelde konuyla ilgisi olmuyor da). Senede 2-3 kez de gidip goruyorum ya. Ne bileyim iste, bu yuzden sirf bu yuzden iste, sandim ki ben katismadim, Turk kaldim. Ha hayyt. Bugun gene boyumun olcusunu aldim. Soyle ki:

Gunlerdir memlekette gorusme yapacagim sirketlerden randevu koparmaya calisiyorum. Hicbir Insan Kaynaklari departmani geri donmuyor. Telefonlarim beklemede unutuluyor. Maillerime cevap gelmiyor. Hani, dedim, ben guya kendimi gaza getirdim, gidiyorum ama ufukta kicimi dolandirip geri gelecegim gorunumlu bir manzara belirdi alenen. Bu manzara yuzunden az istahim kacmadi.

Bir arkadasim, bir arkadasindan bahsetmisti. Bizim sektorde borusu otermis, baba bir insanmis. O sana yardim eder, dedi. Ben de bir mail atmistim kendisine vaktiyle. 'Gelince ara', dendi. Bastan savildim sandim. O kadar cok duydum ki, 'geldiginde goruselim', 'gelince ara'yi zannimca Turk usulu bastan savma saniyorum bunu. Tamam, dedim. Hi hii. Ararim. Olmadi bir kahve icer, tanisiriz. Geyik muhabbetine geliyordum zaten, muhim degil.

Bugun oglene dogru icimdeki hirs canavari o kadar buyudu ki 'gelince ara'ya ragmen bir mail daha patlattim. Sonra MSN'de gordum. Dadandim. Actim agzimi, yumdum gozumu. Oyalaniyorum da, birsey cikmayacak da, herkes 'gelince ara' diyor da, kapilarina gidip meraba denir mi de, uhuuu, taramali tufek gibi. Adam, bir dakka bir dakka, oldu. Sen gelince beni ara, dedi. Hay, gelmeye de aramaya da. Yani, burdan arayim, birsey degisecekse. Valla, Turkiye'de cep telefonu aramaktan daha ucuz. Sonra bana dedi ki. Bakin cok onemli kilit sozlerdir bunlar:

- Gelince ararsin, herkesle gorustururum seni. Bu kadar basit
- Ama ne zaman, nerede, saat kacta. Bana kimse somut bir planla gelmiyor, randevu falan vermiyor
- Ne randevusu? Burasi Turkiye. Ararsin, ben geldim, dersin. Gidersin.
- Hmmm
- Sen cok Amerikali olmussun. Plan mlan. Peeeh.

O anda butun dunyam aydinlandi. Suursuz bir laubailikle kendimi bu buyuk insana yamadim.

- Cekirgeniz olabilir miyim? Beni besleyip buyutur musunuz?
- Aslinda senin tecrubelerinden faydalanabiliriz. Iyi olur.

Buyuk insan israrla seviyeyi dusurmuyor. Benim bu racona katacak ne tecrubem olabilir ki? Bu nasil bir olayi cozmusluk, asmislik, bitirmisliktir? Oysa ki ben hala dugum dugum dolasigim. Hala cinnet. Hala panik. Oncul bir kultur soku yasadim. Artcillarini gene yazarim.

Perşembe, Şubat 16, 2006

Sobe

Aklim bir karis havada gunlerdir. Hani bir yone egildim mi digerini unutmak boyle birsey olsa gerek. Asik olunca insanin gozunun baska birsey gormemesi gibi. Gozumu memlekete diktigimden beri buraya ait ne varsa bir yok sayma bilincli bilincsizligi. Soyle ki:

Bu sabah yine zor uyandim ve haftasonu aldigim cart turuncu pantolonumu giydim. Aylin, ise boyle gidilmez, dedi. Salla, dedim. Ustune bir de gec geldim. Ta taaaam. Megersem Bahamalar'in Turizm Mustesari gelmis sabah toplantimiz varmis. Abiler giymisler lacileri. Gec kalmisligim bir yana. O salona bu turuncuyu saklayarak nasil girerim ki diye dusundum. Altina da dili sarkmis, bagi cozulmus, ayagima uc numara buyuk dagci botlari giymisim hic germeden. Yan yan, koltuklarin arkasina saklana saklana bir girisim vardi ki iceri, performans Oscarlik. Chris, ellerini kocaman acarak beni tanitti, ben mumkun oldugunca alt tarafimi saklayaraktan gulumsedim. Mustesar pek bir ilgilendi benle. Protokol kibarligi geregince midir her neyse, gelme ustume iste, gelmeeee.

-Ismin nedir?
-(Bol Türkçe karakterli ismimi söyledim)
-Efendim?
-(Tekrar)
-Kodlar misin?
-hedele hudele


Ufff. Utancimdan ates basti. Asla kiyisindan kosesinden gecemeyecek miyim ben su incelikli hallerin? Hep spotlar uzerime. Hem de hazirlik sifirken. En sahane hallerim en kimsenin bilmedigi. Bu durumda kesinlikle bir Big Brother kamerasina ihtiyacim var. Her animi bilsin ki 'normalde boyle degil' savunmasi havada kalmasin. Mumkunse yanima kimseyi vermesinler ama. Yanimda biri varken isler sarpa sariyor. Fokus problemi yaratiyor, fokus. Banu Alkan gibi beni de eski bir manitayla bir eve kapatip gozlediklerine dair cinni gunduz dusleri kurdum simdi. Hic geregi yokken hem de.

Pazartesi, Şubat 13, 2006

Anlama Cabasi 10,641. Bolum

"First impressions often lie
Often fool the naked eye" (Fisher Zet- Pretty Paracetamol)

Enteresan bir haftasonuydu bu. Bir dolu yeni insanla tanistigim gibi tanidigimi sandigim insanlar hakkindaki fikirlerim de degisti. Hayat degisken olmasa da fikriyat ve hissiyat ne kadar da degisken. 'Insanlar degismez' sozune bir kez daha inanmadim. Belki birtakim huylar, aliskanliklar degismiyordur ama degisen cok sey var. Benim de ilgimi onlar cekiyor iste. Uzayli Zekiye'nin tamamen "Turkce! Turkce!" gecen bu haftasonu macerasi 'Hayati Anlama Cabasi 10,641. Bolum' seklinde basliklandirilabilir. Alinan ders ise hicbirseyin sandiginiz, algiladiginiz gibi olamayabildigidir.

Ogun'u ilk kez bir gunduz vakti ve ayikken gordum. Evimi gostermeye Funda'yi bulmus. Nefes almadan konusuyordu. Benim evimi ilk kez gormesine ragmen benim adima alici adayina konusuyordu. Seni 'agent'im ilan ettim, dedim. Herkesi taniyordu. Ev arkadasim Gozde, dedim. "Biliyorum, sarisin, suslu, Kimya'da", dedi. Gozde evden disari adim atmadigi yasantisinda Ogun'un ismini bile duymamistir ama Ogun'un Big Brothervari her yerde gozu/kulagi vardir.

Telefonu caliyor. Birinin nisanlisi kacmis, ogledensonra kizi aramaya cikma planlari yapiliyor. Oburu caldiriyor agliyor, derdini dinliyor. Oburu caldiriyor, yasamak uzere henuz ulastigi Los Angeles'taki hayatinin ne kadar guzel olacagina dair gazlar veriyor. Atlanta'nin Turk evsizi Cihat Abi'nin goz ameliyatindan sonra kendi evine aliyor, ona evinde bakiyor. Eli de kalbi de heryerde. Sasirdim. Oysa ben onu bir kulhanbeyi, kahvehane beyefendisi saniyordum. Ciddiye alinmak ister gibi bir hali var. Cok iciyor. Icince arabesk oluyor. Nihayetinde kara bir denize kuzeye donerek icini efkara bulamis. Ayri yonlerin es isilarda kaynayan kanlara sahip cocuklariyiz. Ben de guneye donerek ak bir denize bakarak delirmisim. 'Neden saclarin beyazlasmis arkadas/ sana da benim gibi cektiren mi var?' sarkisini soylebildik bu durumda beraber. O viskiden sarhos, ben oksuruk suruplarindan. Ogun'u koruma hislerim mi cikti, ne? 4 Adanali Erkek ve 1 Adanali Kiz gunlerinden kalma bu his bana cok asina.

Funda ise Esin #2! Ayni sene ayni bolumden mezunlar diye mi bu kadar benziyor ki birbirlerine? Funda da gozlerini kapatarak konusuyor. Saclari ayni golgenin tonlarinda. O da stres atmak icin isiltili yunlerden orguler oruyor kendine. Sigarayi tutuslari bile ayni. Esin cikti karsima sanki. Bir dokulme yasadim. Sonra urktum. Hicbirsey gorundugu gibi olmayabiliyor ya. Esin gibi degilse ya...

Gece eve dondugumde Gozde izledigi Arjantin Tango gosterisinden kalmaydi. Cok erotik, cok estetik, cok sevgililer gunu-oncesi-sevgilim-olsun istegi kabartan bir gosteriymis. Once iki erkek dansci cikip birlikte tango yapmislar. Escinsel bir gosteri gibi gelmis onlara. Bana da oyle gelmisti Buenos Aires'te koca koca adamlarin birbiriyle tangosunu gordugumde. Oysa ki Arjantinlilere gore cok maskulen cok sert bir gosteriymis bu. Bir cesit meydan okuma ya da duello gibi. Sonra iclerinden biri esas kizla tango yapabiliyor. Arada digeri kizi kapmaya calisiyor, yeniden bir meydan okuma dansi basliyor.

Ya yaaa. Biliyorum iste artik. Omrumun 10,641.gununde algilarimin beni yaniltabilecegini tecrubeyle ogrenmisligimin hikayesidir.

Perşembe, Şubat 02, 2006

Kostebek Gunu

Bugun Kostebek Gunu! Bir Kizilderili efsanesine gore kostebegin her yil 2 Subat'ta yuvasindan cikisi cok onemli bir isarettir. O gun kostebegin yuvasindan cikisi ve golgesinin yere dusumu izlenir. Eger o gun hava parlak ve aydinliksa yuvasindan cikan kostebek isiktan rahatsiz olup yeraltindaki yuvasina geri donecektir. Bu durumda kis alti hafta daha surecek demektir. Hep beraber bu duruma hayif yapilir. Yok, eger hava kapaliysa kostebek urkmeyecektir ve disarda dolanacaktir. Bu da erken bahar habercisidir. Iste hava aciksa kostebegin golgesi olacak, kapaliysa olmayacaktir. Golge bir nevi hakem sayiliyor bu toplu histerik gozlemde. Kimi kucuk kasabalarin gercekten meteorolog olduklarina inanilan kostebek topluluklari var. Bu kasabalarin en unlusu 'Punxsutawney Phil' isimli Pennsylvania kasabasidir. Her sene bugun o kasabaya baglanilir ve kostebeklerden haber alinir.

Bugun beni Groundhog Day (http://www.imdb.com/title/tt0107048/ ) filminden dolayi hep dusuncelere suruklemistir. Pelinat bilir. Ailecek severiz bu filmi. Insallah TV'de bir yerde gosteriliyordur bu aksam. Izlemediyseniz seyredin, eglencelik bir film. Ozetle, gereksiz haberler kovalatilan bir muhabir, gazetesi tarafindan Groundhog Day kutlamalarinin yapildigi Pennsylvania'daki kasabaya (Punxsutawney Phil'e) gonderilir. Gorevi festival haberi gecmektir. Muhabirimiz biraz sinirli, huysuz, mendebur bir adamdir. Isteksizce yaptigi bu gorevde garip bir kozmik-karmik durum neticesinde zamanda takili kalir. Hergun ayni gunu yasar; ayni sekilde uyanir, ayni sokaklarda ayni olaylar olur, ayni restoranda ayni musteriler ayni yemekleri siparisler, garson kiz ayni kazayi yapar, vs. O gun asla bitmez. Uzar da uzar. Onceden delirme anksiyeteleri gosteren muhabir sonradan duruma entegre olur. Piyano dersleri alir, kazazedelere yardim eder, bir kiza asik olur. Aski ilerleyemez ama. Kizla her gun ilk tanismasini yasar. Bir sekilde tirmalayarak, kizi o gece yaninda yatmasina ikna ederek ertesi gune gecebilir. Hain fikirli olmayin, fifi falan yok, mutlu mesut sarmasirlar. Zincir kirilmistir. Burada sevginin zincir kirma ve mendebur adami kuzuya donusturme gucune sahit olarak icimizi isitiriz.

Kostebek Gunu'ne gecen yil Miami'de bir otel oldasinda yakalanmistim. Ayni insanlarla ayni toplantilarda ayni yemeklerde ayni saatte TV alarmiyla uyanarak. O gun yine saat 7'de alarm niyetine acilan TV'de beliren haberlerde 'Groundhog Day' haberini vermesiyle gunun anlam ve onemine uyuvermistim. Bugunlerde de otomatik pilota baglanmisligimla ziyaretci defterine not dusebilirim belki: "daha iyi bir insan olana kadar ayni berbat rutine mahkumiyetimize dair adalet karsisinda boynum kildan ince" den baska soz aklima gelmeyerekten. Hangimiz boyle degiliz ki? Hepimiz mendeburuz aslinda.

Not: Bu sene Punxsutawney Phil'in meteorolog kostebekleri kisin alti hafta daha surecegini alametlemisler. Hay Allah :(

Cuma, Ocak 27, 2006

Kaotik İşleyişler

Ucmam, ucamam, dedim
Kacmam, kacamam, dedim
Ne Clark Kent'im ne Supermen'im

Kacari yok, cissss. Ne gunleri, haftalardir kendime bunu kabul et ve kacama bundan diye telkin etmeye calisiyorum. Insansin sen. Hatta kadin. Hassas oluver. Yapama. Uzat tirnaklarini, torpule ve boya onlari, zarifce buk bilegini, salinaraktan konusmana eslik etsinler. Nafile. Bunye alismis zorlanmaya.

Düella, derdin ya hani, sen yapmazsan yapacak biri bulunur elbet, salla, diye. Senin crash course'larina inanmiyorum artik. Kimse yok iste bu çöpü toplayacak. Kac senedir ortada durmakta. Beni daraltmakta. Is basa dustu. Beni cok seven birileri bir anda gelsin ve 'hadi bakayim, sen sadece kucuk bir valiz yap ve onden git, ben hallediyorum, sen rahat ol ve o guzel kafani boyle seylere yorma' desin diye bekliyorum. Umutlarimi yitirerekten. Ayaklarimi uzattigim yerden yavas yavas cekerek.

Arada evi de satiliga cikardim. Haitili bir emlakcim var. Oyle neseli ki nesesi beni umutsuzluga dusuruyor. Bu kadar neseli biri kesin isini ciddiye almiyordur diye konusuyor Saturn'um kotumser kotumser. Tabii bunda hesap makinesiyle evin fiyatiyla %5.25'lik komisyonunu carpamamasinin da etkisi var.

16 Subat'ta Istanbul'a gidiyorum. Iki is gorusmem var simdilik. Birini aylardir aportta tutuyordum da oteki headhunter'in dedigi kadariyla "sektorunde lider bir kurulusla" gerceklesecek. Turkiye ve kemiklesmis soylemler. Amerika ve kemiklesmis hayatlar. Ya sundadir ya bunda. Helvacinin kizi ya soylemimi ya hayatimi yumusatir belki. Bir yere sigdirir.

Salı, Kasım 22, 2005

U2, Me Too!



Aksilikler dolu bir Cuma gununun aksamina annemi havaalanindan karsiladigim gibi, kankaya emanet edip Philips Arena'ya, U2 konserine yollandim. Hani anneme 'bunaldim, gel' demisim. Apar topar gelmis kadincagiz, onu normalde oldugu uzere JFK'de de karsilamamisim. Geldiginde iki yanagina birer opucuk kondurup, kankaya teslim etmis, tuymusum. Ayip mi? Ayip. Ama son dakikada 'basarilarimdan dolayi' bana bahsedilen U2 biletlerini annemin dizlerinin dibinde iki saat fazla gecirmek ugruna harcayamazdim. Benim icin U2'yu gormek, olmeden once yapilmasi gerekenler listesinde durmaktaydi cunku. Neyse iste, listedeki U2 maddesinin ustunu 18 Kasim Cuma aksami cizdim.

Soylemesi ayip, konseri şirketimin VIP suitinde izledim. Suit, sahneye yakin ama biraz yuksekte. Bir yaninda sicak ordovrler, obur yaninda soguk mezeler, sampanyandir, cerezindir, cipsindir, keyfin gicir yani. SIkIstIn mi, tuvaletin, banyon hemen yaninda. Kicin rahat koltuk goruyor. Halka karisip ustunu basini harap etmiyorsun. Ama konser moduna da giremiyorsun iste. Cosmaca ne mumkun. Brownie'ni isisirken 'aabi, Bono iyi got gobek yapmis' diyorsun. 'Hmm, bu sarkilarini o kadar sevmiyorum zaten, ben bi tuvalete gidiym', diyorsun. Konserin buyusu 'cool'lugunda heba oluyor, gidiyor.

Konseri birlikte izledigin kisiler de onemli. Suitte benden baska sirketten tipler vardi. U2'dan pek anlamadiklari belli. Oraya bedava icip bagirmaya gelmisler. Alenen U2'yu begenmediklerini de soyluyorlar. Ben 'I love them' dedim de direktorun biri mavis mavis kinadi beni. Yalakasi bir mudur de 'eki eki' yapti. U2 soyler. Direktor icer. Mudurleri sarhos esprilerine kibar kibar guler. Ne U2'yu ilahlastirdim gozumde ne de 'peeh'ledim. Begeniyorum iste kardesim. Gordum, izledim, rahatladim. Assaalama, di mi? Konserde bile hala yakalalik yapanlar utansin. Ya bir dur iki dakka yalama, di mi? Sen de iki dakka yalatma. Egomu sisir, terfimi ver, egomu sisirt. Sisirin, sisirtin, sisirttittittirin. Ic sesim degisti. "Hepiniz salaksiniz, hepiniz salaksiniz, hepiniz salaksiniiiiiiiz. Salaaaaak" diye- tabii ki- icimden bagirdim. Sonra da 'zikerim' diyip disari.

Acik hava iyi gelir dedim ki hayir, yok oyle bisi. Millet ucmus. Herkes mi cekti, herkes mi koptu kardesim? U2 Jamaikali devrimci bir reggae grubuydu da haberimiz mi yoktu? Kopanlar, devrilenler. Uzerime bayilanlar. Hayir, biraktik isi gucu, elalemin derdi gene beni gerdi.

-Guzelim senin arkadasin nerde, nasil gidiceksin evine?
-Ay yazik, evine mi biraksak, ortada mi biraksak?
-Bu mu arkadaslarin? Ver bakim telefonunu...
-Hello, Carolina? Yes, your friend is with me. She's quite drunk and says she needs to take Marta home. She is with me by the train station. Ok, I won't let her take the train. Ok, waiting.

..derken hatun arkadasini beklemeden piriltili bluzunun boncuklarini sikirdataraktan, stilettolarinin sivri topuklari kicini doverekten elimden kacti gitti. Hani hatunun tarzi da konser-disi. Oyle U2 konserine mi gelinir? Artik kurda kusa yem mi oldu, evine gidebildi mi, bilemiyorum. O kadarina sadece uc dakika kadar dertlendim.
Kafamdaki butun sekilleri silip atti bu hayat, bu sehir, bu asklar, bu ben, bu benim seklim hep ayni...




Pazartesi, Ekim 24, 2005

Kolik

Belimi kirdim, yatiyorum on gundur. Ben yerimde oturamam ya, o yuzden yerinde oturarak yapilan aktivitelerim kisitlidir. Kitabi, dergiyi falan bile kosarken okuyan bir insandan ne beklenebilir ki? Yattim. TV'ye baktim. Evet, sadece baktim, seyredemedim zira uzun sure. O salak, bu sacma, su cheesy, oburu igrenc...Allahtan gecen hafta Law&Order maratonu vardi da gunde onikiser bolum seyredip asiri dozdan dedektif oldum. Hani hafiyelik (Pelin bilir) kanimda var. Ancak o dizi dindiriyor icimdeki enerji patlamasini. Tim timm...

Gozde diyor ki 'non-commitment TV'cisin. Ondan. Hikayesi zincirleme bolumlerle devam eden seyleri seyretmemem o yuzdenmis. Hoppala. TV seyretmeyle alakali bir baglanma anksiyetesi oldugunun farkinda degildim. Tanimlamak icin cumleler icinde kullaniym dedim.

Benim TV'ye baglanma anksiyetem var.
Ben bir TV'ye baglanma anksiyetesi gordum.

Sanki non-commitment TV izleyicisi olmak kotu birseymis gibi, elestiri kaldiramayan ruhum karsi saldiriya gecti.Icinden tabii ki. Disavurum pek mumkun olmuyor bizde. Iskandinav kani mi var atalarda, bilemiyorum artik. Icevurumum da herkesi ayni kefeye koyucu tabii ki. Ic sesim konusuyor:"Zaten su doktora yapan tayfanin hepsi catlatiyor abi bi yerde. Tam tez mez doneminde kizlarin hepsi TV dizisi-kolik oluyor bi kere. Erkekler de bilgisayar oyunu ya da araba yarisi/parcasi/numunesi kolikleri seklinde seyretmekteler. "

Sonra farkettim ki aslinda zaten herkes bir yerde kiriliyor ve birseye sariyor bir sure. Bu hepsi'lerin basina 'doktora-yapan-kizlar/erkekler' tanimini yapmam gerekmiyor yani. Onun yerine 'sabah-sekiz-aksam-alti-calisan-insanlar' ya da 'butun-gun-evisi-yapan-kadinlar' vs de konabilir. Herkes kirigini temizlemek icin degisik supurgeler kullaniliyor. Bel durumlari icabi kosarak desarj olamadigimdan yeni supurge edindim kendime: astroloji. Bakalim, bunun emme gucu ne kadar olacak. Evde sikintidan patlamis entel kadin hobisi olarak cuk oturdu hareket edemeyen bunyeye. Halihazirda supurge calisirken faydalanmak isterseniz isteyene dogum haritasi, karakter analizi cikarilir. Hoscakalina..

Salı, Nisan 19, 2005

Yine Yeni Yeniden Paris

Henuz dort gun once dondugum Paris'e gene gitmek bu sefer tam bir iskenceydi. Ucaga biner binmez bir supermarket isi uyku hapi attim. Direkt nakavt oldum. Derken hostesin kesin yemek yemek isteyecegimden emin hissetmesi uzerine omzuma dokunan elle uyandim. Hostesler muneccim degil, tabii ki. Beni taniyorlar artik. Ne kadar obur oldugumu bildikleri icin goz gore gore uyumama kiyamamislar. Uyandim, yemegimi, sundae'mi falan yedim ama uyku gelmez bu sefer. Business Development'a yeni atanmis VP'den bir Ambien kaparsin. Uyusuk halusinasyonlarla karisik bir uykuya bir dalarsin. Ucak Paris'e indiginde hala uyuyordum. Boylesi hic basima gelmemisti. Zor uyandirdilar resmen. Aklima koskoca 767'nin gurultulu inisinde bile uyanmayan Pelin geldi. Insan ne olucam dememeli...

Air France'in ofisine kadar hersey normaldi. Toplanti salonuna oturur oturmaz karnima sancilar saplanmaya basladi. Bir tuvalet, iki tuvalet, uc tuvalet...toplantinin cogunu tuvalette ogurup bogurmekle gecirdim. Toplantinin bana ait kisminda 35 dakika kadar suren prezentasyonum sirasinda ne acilar ne acilar icinde kivrandim. Isin enteresani, acelem olunca ne de guzel topluyormusum konuyu dagitmadan. Normalde 'dum dum dum daldan hop dala kondum' olan ben hele de boylesine girift bir konuda nasil bu kadar oz konusmayi basardim ve de nasil da beni anladilar, sasakaldim. Beni asan yerlerde konusmalari gerekir belki diye yanimizda getirdigimiz danismanlara hic pay dusmedi. Herkes mutluydu. Tamaaaam, tuvalete kosabilirdim simdi.

Aksamina kutlayis yemegine gitcez de gitcez diye tutturuk yapan ust duzey tayfayla Paris'in janti ortamlarina akmamiz gerekiyordu. Daha once Paris'e sadece iki kere gelmis bulunan VP telefonla sekreterini aradi, Zagat'tan restoranlar tarattirdi falan. E, tamam sekreter adres soyluyor, bilmemne sokagi numara bilmem kac. Olduuu. Kim adres arar bu trafikte, bu milyonlarca dar ve uzun sokakli sehirde? A, deli misin, dedim. Kalk kalk kalk, gidiyoruz St Michel-Notre Dame'a. Oturuyoruz disarda bir yere pufur pufur. Hava guzel, Parisli civirlar guzel. Bakarsin, eglenirsin, dedim. Dedigimiz gibi bir yer bulduk ama ben gene yemegin yarisini tuvalette gecirdim.

Yemek yedigimiz sokakta bir gelato dukkani vardi, bir de krepci. Masanin janti insanlari restoran ortaminda yediler yanar doner tatlilarini. Biz VP'yle gittik gelato'ya. O kocaman bir dondurma aldi, damlata damlata, yalaya yalaya yerken ben de bir turlu durum kivamini alamayan muzlu nutellali krepimi yuzume gozume bulastira bulastira yedim. Ay, biz bir eglen bir eglen bu VP'yle. Birbirimizin suratindaki cikolatalara bakip bakip gulerken ismi lazim degilin yanimda olmadigina icin icin sevindim. Aman, ne eglence kalirdi ne bisi klas kasicaz diye. Tatlilar sonrasi bir kaptiririz Turkiye ne yana duser Amerika ne yana muhabbetine...ne karsilastirmali matematik egitimi kaldi tartismadik ne Zimbabwe'nin son secim rezaleti. Aa, dedim icimden. Delta tayfasina boyle cene calmisligim yoktur. Cok da zeki de adam. Sordum da soyledi, husu sahibi insan. Megersem Harvard Fizik, Columbia Finans Phd falanmis. Ne isin var Delta'da dedim. Manyak misin? Az daha kassan Nobel odulu alicaksin. Bogazici'ni falan biliyor cikti bizimki. Neyse bizim de azcik gogsumuz kabardi iste nacizane. Ucundan.

Sonra trenle otele donerken kabine Johnny Depp bindi. Yemin ederim boyle bir hik demis burnundan dusmusluk olamaz. Kesin oydu, bence. Hem o da Paris'te yasiyor ki. Ama trendeki Depp bayagi hirpaniydi. Eli yuzu pisti ve yuzunde sislikler vardi. Elindeki sarap sisesinden de firtlar alip duruyordu. Belki o da metod oyunculugu kasmaya karar vermistir de bir sonraki filminde oynayacagi karakteri gercek hayatta yasiyor olabilemez mi yani? Ne? Bir kere Ingilizcesi cok duzgundu. Oyle sokak serserisi Fransizin Ingilizcesi nasil o kadar kusursuz olabilir ki? Gelip bana yilisti. Kisst, dedim. Johnny Depp'i reddetmis kadinim, be. Sonra trende baska bir kiza yilisti. Amerikaliymis hatun. Urktu biraz, yanimizda durdu. Sonra Amerikalilarin kendilerine has memleket nere muhabbeti basladi. Yukari Oklahoma'dan sari Kevin'le asagi Jersey'den Sasmazlarin kizi Judy tanisti falan.

Bahsetmekten vazgectigime bakmayin, tuvalet hala butun bunlar olurken araya parazit yapan bir gereklilikti. Yedigim krepin duruma katkisi hic iyi olmamisti. Otelde bir yastikta laptop, digerinde ben, karin agrilari icinde kivranaraktan ertesi gunku toplantinin malzemelerini gozden geciriyordum. Boyle otel odasi ortamlarinda elim ise kayiyor haliyle. TV de acikti. Kendi capinda kisik sesle miril miril MTV Europe calmakta oynamaktaydi. Sonra "Istersen daglar daglar/yerinden oynar oynar" sesleri geldi. Bir an algilayamadim. Ic sesim Turkce ya. Yalnizken Turkce seslere irkilme ani gerceklesmiyor haliyle. Otuz saniye kadar sonra 'amanin' oldum. Musti! TR'ye bir ugradigimda aldigim toplu CD'lerden bildigim sarkinin klibini de gormemistim. Sari bir Istanbul akiyordu klipte bir taksinin penceresinden. Bogaz, Mecidiyekoy, Taksim, Eminonu, heryer sapsari akti gecti. Ozledigimden midir, gurbet mi depresmistir, hastayim diye acikli halimden midir, yoksa hepsi birden midir, bilemiyorum, gozlerim doldu. Dolmakla kalmadi; agla agla mahvoldum, annecim! Memleketi ozledim, dedim...Uhuuu...Su hayatta Musti klibine benden baska gozyasi doken var midir?

Çarşamba, Mart 16, 2005

Hell-sinki


Amsterdam'dan da kuzeye ikibucuk saat daha ucuyorsun. Dunya bitmiyor hani. Altimizdan once gri bir Baltik denizi sonra bembeyaz kardan ovalar gecti. Ilk kez bu kadar tepesine ciktim dunyanin.

Helsinki havalimani bir kucucuk ficicikti. Kapali ortamdan disari adim atar atmaz korkunc sogukla tanistim. Soguk. Cok soguk. Benim onceden hissettiklerimin hicbirine benzemiyor. Baska yerlerdeki gibi uzerime yapismiyor. Temiz bir soguk. Ayazsiz. Sanki buzluga yerlesmisim gibi. Arkadas ise, "demedim mi, Haydar" modeli. Dedin de. Biz umutlar yolcusuyuz. Raki sofrasinda meze olma riski de var, elbet. Bizim harcimiz degildi buralar belki. Kepaze de olunur icabinda.
Cilgin soguktan kacip cilgin sofor Josh'un surdugu arabayla sehre gidiyoruz. Josh'la anlamadigim bir anlasma/koklasma diliyle samimiyet sarhoslugundalar. Pencereden kesif bir beyaz akiyor.

Josh eve ugrayip Maria'yi aliyor. Buz tutmus deniz ustunde resimler cektiriyoruz. Ayaklarim zemine alisik degil. Her tarafa serpilmis minik cakillara ragmen kayiyorum. Kol kolayiz. Cheesy'likten degil; mecburen. Sonra hep birlikte yazin denize, kisin buza sifir, sivi haldeki denize birkac kilometre geride kalan bir kafeye yerlesiyoruz. Boregimsi coregimsi seyler tanidik. Kuzeyimsi Avrupa'nin herhangi bir yerinden farkli degil. Oldukca hafifler. Ama Finlilere boyle dememek lazim. Cok milliyetciler. Raki guzel, sis kebap guzel. Gene gelecek ben, diyorsunuz, oluyor.

'Helsinki'nin en guzel oteli'ne yerlestim. Bavullari atip Josh & Maria'ya yemege gittik. Yari Fasli Maria'nin eklektik yemeklerinden sonra Amerika'dan gelmis projektorden cikma Gora goruntulerini bos duvarda seyrettik. Projektor guzel birseymis. Tavsiye ederim. Gunu Maria'yla alisveriste gecirdim. Bir suveter, iki esarp aldim. O kadar. Euro-dolar paritesi beni Avrupa alisveris alemlerinden uzaklastirdi ne zamandir. Hey gidi. Aksam Josh da eklendi kizlara. Ren geyigi yedigimiz restoran, icinde insan barindiran her ortam gibi sessizdi. Kendimi cikinti hissettim borozan ses itibariyla. Sabah ugradigim muze de boyleydi. Koca bir sinif ilkokul ogrencisiyle cakisan muze ziyaretimde de buna hayret etmistim. 10 yasindaki 80 cocuk nasil da boyle sus pus durabiliyordu, anlamamistim. Yemekten sonra bu sefer Maria'ya gore 'Helsinki'nin en guzel oteli'nin oldugu yerde bir kafeye gittik. Uc oturma grubu vardi. En ucuna biz gectik. Ilk grup Turktu. Ikincisine de iki Turk hanim eklendi. Ince, burjuva sesleriyle kibar konusmalarini isittim zaman zaman. Josh, merhaba, dedi. O da saskin. Ben daha cok saskin. Bunca yurdum insaninin bu kadar kuzeyde ne isi vardi? Maria o aralar Finlilerin diline sakiz ettigi bir geyik haberden bahsetti. Bir yuk gemisine kacak binen bir Fasli geminin gittigi yere kadar, yani Oulu'ya kadar gider. Oulu'da inip -40 dereceyle karsilasinca dakika kaybetmeden en yakin karakola teslim olur. Ismini, geldigi yeri soyler ve kendisini memleketine iade etmeleri icin yalvarir. Zira karsilastigi soguk, Avrupa'da rahat hayat kurma hayallerini aninda yerle bir etmistir.

Gece cok kar yagdi. Tek basina bir otel odasindaydim. Sabah uyandigimda kendimi dunyada yapayalniz kalmis hissettim. Muhurlu pencerede kar. TV'de Finli bir sabah sekeri. Kendime goruntum bile bir filmden alinti. Lost in Translation'daki hatun kisi gibi hisler. Disardaki katir kutur kar sesi de tv'deki sabah nesesi de bana yabanci. Hislerime tercuman araniyor. Hollywood disindan olsun, lutfen.

O gun hic olmadik birsey oldu ve 80 arac birbirine girdi bir otobanda. Finliler bize benzemez. Boyle kaza onlarda sok etkisi yaratiyor. Kaldi ki sadece 3 kisi oldu. Mucize. Gunu Itakeskus denen alisveris merkezinde gecirdik Maria'yla. Omur biter, alisveris bitmez.

Perşembe, Ocak 27, 2005

Gecmis Videokliplerden Bir Fal Tuttum Kendime

Haftanin son toplantisindan cikisim maymunlar cehenneminden kacis gibiydi. Bu dumanli ortama ve ayni hezeyanli suratlara, her zamanki kavusmus kollariyla "kustum, oynamiyorum" diyen Fransiz iskencesine simdilik veda ettigimi sanarken Philippe'in kafeteryada bir yemek yiyelim onerisine gene de kulak verdim. Kacmazdi. Kafeteryasinda sarapli, ordekli, peynirli, kurutulmus meyveli yemekleri olan bir sirket burasi. Yarim saat daha katlanirim, n'olcak. Hele de bizim dorduncu kata ayip olmasin diye konmus, ekmek arasi peynir, salata ve salamdan ibaret menusu bufeden bile hallice olmayan kafeteryadan sonra bir goz-gonul acilmasi soz konusuyken.

Bastille'e akacaktim ama nasil? Trenler grevdeydi gene her zamanki gibi. SNCF grevde degilmis, RATP grevdeymis. Kimi hatlar kapali, kimisi degil yani. Tamamen servisi kapatmamislar da indirmisler. Olsun, beklerim. SNCF nereye tasir, RATP nereye goturur, bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Ya allah, atayim da kendimi bir disari, gerisi kolay. Asiri plandan iman gevretmek Fransiz isi. Allah ne verdiyse Turk isi.

Tren beklerken Hintli oldugunu sandigim bir kardesin dikkatini cektim. Hintli degil de o civardan bir adali oldugunu soyledi, ismini unuttum. Muhtemelen Fransiz somurgelerinden biri. O da havayolu calisaniymis, bizim sektorden insanlar uzun anlasir birbiriyle. Trenler de rotarli zaten. Konus allah konus. Muhabbeti duyan eklendi. Sanki kavga var seyirlik. Millet sikilmis tren beklemekten zannimca. Bu memlekette Turkiye neresi demiyorlar. Geldigimden beri carsaf carsaf Chirac'a bela okuyor gazeteler Turkleri AB'ye kayiriyor diye. Sarkozy ayari ince de degil. Halkin nabzini da tuttum. Cik. Istenmiyoruz, anacim. TR'nin AB'ye uyeligi geyikleri de devrilince mutlaka musluman olup olmadigim soruluyor burada. Cevabim da moduma gore degisiyor. Bir muslumanim, bir ateistim, bir agnostikim, bir kagit ustundeyim, bir kayitdisiyim. Muhabbetin nabzina gore. Sanki ben biliyormusum gibi.

Sefer sayisi azaltilmamis sadece, sefer esnasi da uzun uzun uzatilmis. Tikidi tikidi gidiyor hizli tren. Yorgunum zaten. Basimi yasliyorum cama. Derken aklima Teoman'in "O" sarkisi geliyor, 98'den kalma. Sarkinin klibi Paris metrosunda cekilmisti. Nesildaslarim, aloo, hatirlamadiniz mi? Bu cope atilasi detaylari gene bir tek ben mi hatirliyorum yoksa? (Hatirlatma: Onun her ani heyecan dolu/Beni uzdugu zamanlarda bile yoklugunu hissetmek beni korkuturdu diye giden soft bir sarki) Teocum da kafasini tren camina yaslayip bu aksiyonu bol ve muhtemelen onu, onun onu sevdigi kadar sevmeyen bencil kiza huzunlu bir delikanli olarak sesleniyordu. Biraz da bu sarkinin bana yazilmis olabilecegi hissiyatiyla gunduz dusleri kurdum. Cok heyecanli hayatima bir turlu dahil edemedigim janti cocuk bana sarkilar yazarmis, uzulurmus, burulurmus, aahh, ah. Istanbul'dan aldigim son Teoman albumunde sex, drugs and rock'n roll'a cark etmis adam nerde, bu kalbi kirik Teo nerde? Kizlar tamir edecek kirik adam arar, Teocum. Zafer hissi icabi. Yanlis yoldasin imaj acisindan. Geceyim..

Bastille'de bir akis bir akis. Adanali kankayla kafede, restoranda oturup iliskiler, celiskiler uzerine uzun geyikler atis atis. Aksamimiz budur diyordum ki motorsiklet fantezilerine yatay gectik. Binmiycem diyordum, grevler yuzunden mecbur kalaraktan bindim. Iyi de etmisim. Gece vakti aksamkinden daha sert bir klibi daha yasattik icimizde. "Yasandi bitti saygisizca/aldatmanin tadina varinca/dogru soylesen kimin umurunda/gozume inanirim, haydi zipla" tribi yaptik kendi capimizda. Gene bizim nesilden gene cheesy hatirlatmalarla. Paris sokaklarinda cok okumusundan Adanali iki genc, trenler grevdeyken, istasyonlar bosken, sokaklar doluyken, eski asklarina "haydi zipla" diyerekten tor tor torr torrr yol alirlar.

The End.

Pazartesi, Ocak 17, 2005

Saksuka Saka da Suka

Istanbul’a gelmeyeli 8 ay olmus. Memleket aktif, dinamik, heyecanli tabii ki. 8 ayda top 20 listesine tanimadigim 15 adam eklenmis. Semranim’dan haberdardik da ettigi kilit laflar gunluk muhabete eklenmis. “Ol-maz, ol-maz”, “Asikim diyorsun. Senin miden genis mi? Rap rap rap rap” gibi repliklere hemen alistim.

Cumartesi aksami herkesler ve ben Namli’da agir kebap hafif muhabbet sonrasi Cahide 15 isimli eller havaya janti Taksim barina gidecektik. Ertesi sabah erkenden Avusturya’ya kayaga gidecek olan sosyete kankalari ve butun enerjisi ancak spora ve ise yeten arkadaslari eleyip elbet. Taksiyi bes kisiyi almasi icin ikna ettik ki Dilocan’in son dakika satisiyla dorde indik. Dilocan gitti, seviye dustu tabii ki. Ellerimizi sosyetik ortamlarda kaldirmamiza gerek kalmadi. Solugu direk Meis’te aldik. Okan ve orgcusunun program yaptigi Meis’te Düella'nın itibari sayesinde sahnenin hemen onune masa atildi. Okan Pelinat nerede diye sordu. Pelinat'a selam soylendi. Pelinat yoktu ama baska Amerikali vardi yerine. Okan, ”Amerikaaa, eller havaya” diyerekten gaza getirdi ve butun gece kurtlar dokuledurdu. Istek parcalar peceteye siralandi. Of Of, Kirmizi, ve tabii ki de Saksuka. Saksuka’da Tekirdag cingene usulu oynaniyor. Eller onunuzdeki sanal bir carki cevirirmis gibi ileri geri oynatilmak suretiyle. Bir sure sonra Berker’in de gruba eklenmesiyle Eller Havaya cografyasina Moskova da katildi. Berker once ortami kinadi sonra o da koyverdi ve icindeki amele ruhu daha fazla bastirmasina gerek olmadigina karar verdi. Bardan dort sularinda cikarken Okan bir daha Saksuka’ya baslayinca montlarimizla aynen gerisin geriye donup bir kez daha cark cevirdik. Sahneye ciktik, Okan’i optuk, resimler cektirdik sonra su meshur Smash’e gidip 19 yas civari citirlarin ortamina girildi. Stajyer cocuklar ve yeni universiteli bebelerle kesisildi. Yuz yildir duymadigim Sinanay Yavrum calarken sarkinin sozlerini ahalinin bilmemesine ragmen bizim ezbere biliyor olmamiz canimi acitti. Sonra Karabiber. ”Meze yapip harca beni”’yi Rusca’ya ceviremeyecegini hatirlatan Berker, dagilmis kafamda ”Make me an appetizer then spend me” gibi cumlelerin gecmesinin musebbibidir. Turkce sonradan nasil ogrenilir ki? Zor. Ben bu dili bir kez daha cok sevdigimi anladim. Az kelime ama her kelimesi bir baska aleme acilan ifade butunleri.

Sabah 6 sularinda Beyoglu’ndan yukari yururken sevgilisinden ayrilip cilginca icmis bir sarhosla kadin-erkek iliskileri tartisildi. Kizilkayalar’da durum doner, sarmisakli hamburger sirasinda icerideki kalabalikta Italyan taklidi yapan Turklerle Ingilizce konusan Düella Carsamba cikacagi Italya gezisindeki durak yeri olan Dolomiti pistlerinin nasil oldugunu danisti. Düella'ya sazanligi hatirlatildi. Akli ciftlesmekte olan Berker Turkiye’de bu islerin zorlugundan sikayetci; Düella aksini iddia edici. Derken Berker iki cocugu cevirdi ve Düella'ya madem oyle begendiyse onlarla gitmesini soyledi. Düella da o anda karar veremeyecegini, kil dagiliminin onemli oldugunu soyler. Cocuklar 20 yasinda yoklar ve dumurlar. Düella'ya saygiyla isterse onlarla gelebilecegini soylerler. Cocuklardan biri abisinin de Moskova’daki Fenerbahceliler Dernegi uyesi oldugunu ve onu taniyip tanimadigini sorar Berker’e. Moskova’da boyle bir dernek kurma ihtiyaci hissetmis yurdum insanina bir hayret daha gonderdim. Iskembeciye gecilir. Belden yukari cikamayan ve bagirma kivamindan asagi inemeyen sohbette ihtiyar isletmeci kem gozlerle bizi suzer. Düella bir daha oraya iki yil ugramayacaktir. Muhabbete evde devam edilir. Namaza kalkmis mahalleliye sabah sabah Düella'nın arabasinin alarmi, balkondan arabada CD arayan Alex'e yer tarifi bagirtisi, gumbur gumbur sarkilar ve kikirikler dinletilir. Pazar sabahi bogazda kahvalti sozu verilmis diger kankalar saat 10 sularinda telefonlari caldirmaya baslarlar; hatta kimisi kapiya kadar gelir ama hicbiri duyulmaz.

Herkeslerin nefretini kazanmis bir sekilde ancak saat 2’de kahvalti yoluna cikilir. Hava berbattir, Java Levent-Etiler-Hisar’daki her yola girer cikar ve Düella'dan trafik ve yon bilmediginden ayari alir. Akabinde Balkon’da nargile, chill-out ve tabii ki kurtlu Düella'nın eve gitmek isteyisinde gizli dizi seyretme ihtiyaci. Cuma gunu gume giden Yabanci Damat dizisi videoya kaydedilmistir ve buyuk bir titizlikle Yunan armatorun oglunun ozel ucagiyla Antep’e baklavacinin kizini istemeye gidisi bolumu seyredilir. Ana haber bulteninde bir AK Parti milletvekilinin oglunun Japon kiziyla nikahi ve nikahta kiza mutluluk dilekleri icin ”amin” dedirtisleri, arabali vapurda cikan bir arizada batacaklarini sanarak cilginca bagiran yeni model bir sarisin sarkicinin tekrar tekrar gosterilen panigi vardir. Hersey degisik ama hersey aynidir. Seviyorum, dedim burayi.

Gene Paris'teyim. Baymaya onumuzdeki gunlerde devam edecegim..

Bezgin Seyyah

Perşembe, Ocak 13, 2005

Bavul Hayati- Paris Notlari

Carsamba sabahi Charles Degaulle’de pasaportum kendini yine bir Turk pasaport kontrol memurunun ellerinde buldu. Turklerin tekelinde midir Paris gumrugu artik, bilemiyorum ama Turk pasaport kontrolorleri kesinlikle Fransizlardan daha merakli. Ayakustu memleket nere muhabbetinden sonra disari ciktigimda havanin goreceli guzelligi beni nedense mutlu etti. Otele vardigimda bekledigimiz basimiza geldi. Hicbirimize oda yoktu. Oglene dogru misafirler check-out ettikce odalara yerlesebilecektik. Elimize tutusturduklari club room kartlariyla dinlenme odasina gectik artik mecburen. CNN’in egzantrik Ingiliz yorumcusunun lastikli suratinin ve ilginc vurgularina gene gulustuk. Bu adam tanidik bir karikatur artik. Pisim ve uykusuzum ve yorgunum ama yapacak birsey yok. Fransizlarin olasi taktiklerine anti-taktikler gelistirdim uyusuk beynimin yettigi kadar. Arada Fransiz telefon cevirme sistemini direktore ogrettim. Sifiri Amerika’da ceviriyorsun, burada degil. Sonunda Michele’in sigaradan bogulmus oksuruklu sesini duyabildik. Ne zaman isterseniz o zaman gelin, dedi. Sahane bir ajandamiz var yani. Yavas yavas herkese oda cikti. Bana cikmadi. Direktore ben senin odada dus alayim mi, dedim. Nasil yani, bakisi beni yipratti. Oysa Michele’le ne guzel paylasmistik dusumuzu Prag’da. Andy bir anlayis yumagiydi, bana gelebilirsin, dedi. Tamam, dedim. Sen git. Senin dustan cikinca housekeeping’i cagirip dezenfekte ettirirsin kesin banyonu falan. Ne gerek. Pis, temiz, ayik, bulanik farketmez. Her tur hava kosulunda raf omrum uzundur. Olmadi boyle giderim. Beni mi begenecekler? Herkes gitti, ben kaldim. Lobide bulusma saatimize bes dakikada bir oda cikti ve omrumun en kisa dusunu aldim, asagi indim.

Otelle Air France arasi yurume mesafesi. Idi. Yuruyus yolu aslinda yol degil, oyle bir alan iste, cocuklarin yakartop oynamak isteyebilecekleri kivamda bir bosluk. Bir ciktik baktik ki kazmislar alani. Tumsekler, cukurlar, aralarda huniler, insaata girmek tehlikeli ve yasaktir tabelalari falan. Direktor ve Andy sekerekten ilerler. Bense cekcekli dosya cantam ve neyime gerek igne topuk sivrilerle geride perisan cirpinir. En son bir tepecikte artik cantami asagiya coktan inmis Andy’e firlattim. Sonra dondum arkami, eller yerde, popo havada, downward facing dog, surune surune asagi indim bir camur deryasinin orta yerine. Paris’in orta yerinde. Dus almasam olurmus yani.

8 saatlik toplantinin 7 bucuk saati boyunca gereksiz laflar evrildi cevrildi. Son yarim saatte en damar mevzular carcabuk ortaya atildi. Bu bir pazarlik taktigi bu arada. Sanki en son ben dedim, dediysem demisimdir, sen de kabul etmissindir gibisinden bir gereksizliktir. Gece uyuyamayasin diye yapilir. 2 saat daha tartis tartis. Otele dondugumuzde ben sehre akmaca dedim. Direktor ve Andy tabii ki homidi girtlak pufidi kandil bir aksam dilemekteydiler. Direktor gec kalma, sabah sekizde kahvaltida konusacaklarimiz var, dedi. Peki, annecim, dedim. Ama odama gidip her ihtimale karsi gece donmezsem yanima temiz camasir falan aldim.

Ilker’i aradim ve bana tek trenle gelebilecegim St Michel’deki asiklarin, entellerin, yani gozunuzu kapatinca Fransiz dediklerinde akliniza gelen kliselerin bulustugu Fontaine Meydanina gel, dedi. Gittim. Amcamin son jantiligi koluna yaptirdigi denizkizi dovmesi. Hayalindeki kadinmis, o kadin benim diyecek olana verecekmis falan filan. Ha, bir de scooter yapmis. Kaza bile yapmis, dana. Nah binerim arkasina. Quentin, Layla ve Ilker mexican yedik daracik bir restoranin daracik bir masasini bizden baska iki cift ve bir kopekle paylasaraktan. Yemek boyunca telefonlarinin kameralariyla birbirlerinin resimlerini cekip birbirlerine yollayip durdular. Bu ne ola ki derken benim de bir kamerali telefona sahip oldugum aklima geldi ve bu resimleri nasil yollastiklarini telefonumda tatbik ettirebildim. Bluetoothmus. Haaa, cok kolaymis be. Merhaba, anneannecim. Sonra masada olmayan Louie’nin meme, masada olan Ilker’in popo duskunlugu masaya yatirildi. Layla ile sevindik. Zira bizde ikisi de yok. Zaten ne Ilker ne Louie gerek degil bize. Hih ! Layla Tsunamicilere 10 milyon Euro toplamis. Gururluyuz. Quentin’i sonunda bir sirket is gorusmesi icin aramis. Bizimki geri aramamis ama. Yavas yavas. Herseyi bir anda beklememek lazim insanlardan.

Donuste beni otelime Quentin & Layla birakti. Quentin arabasindan daha fazla ayri kalamamis. Trenlere veda etmis. Iyi de bir de park ettigi yeri hatirlasa ya! Paris’in icinde kaybolmak bana batmaz da arabayi bulduktan sonrasi cok fenaydi. Otele yaklastik. Oteli gorduk ama ulasamadik bir turlu. Paso havaalanina atti bizi yol. Birtakim otoparklara girdik, ciktik. Bir daha donduk, bir daha havaalanina atildik. Gece saat 1’de 2F terminalinin otoparkinda cikisi arayip bulamazken Quentin’e hala kizmadigimi, beni otelime birakma inceliginden dolayi bilakis mutesekkir oldugumu sahte sahte tekrarlamak zorunda kaldim birkac kez. Bin kez soyluyorum cocuga. Is gezisi bu. Taksisi, yemesi, icmesi sirketten; sen odeme, sen ugrasma diye. Ne mumkun, neee. Cocukcagiz misafirperverlik hissini doya doya yasasin diye ne iskencelere maruz kaldim simdiye kadar, anlatsam roman olur.

Otele dondugumde hesapta hemen uyuyacaktim. Espressolara filtre kahve muamelesi yapmamdan bir turlu vazgecememek bir kez daha acitti canimi. Uyuyamadim! Acarsin bilgisayarini baslarsin Atlanta’da henuz isten cikmamis Tanzanyali’ya fazla mesai yaptirtacak dehset analiz isteklerini siralamaya. Gene ve bininci kere haftaya ikinci Paris seyahatini yanlis rezervasyonlamis sekretere ayar vermeye. Suraya yaziyorum. Pazartesi gunu gene odasiziz. Hasbelkader isten ne hayir gelecekse artik.

Pazartesi, Haziran 07, 2004

Kizlar Tatilde - Dubrovnik

Dunyanin en hizli aktarma yapan insani benimdir heralde. Bu alanlar avucumun ici oldu artik. Gozumu baglasan yolumu bulurum. Oklara, isaretlere falan gerek yok. Atlanta'dan iner inmez depar adim terminal/kapi bulma operasyonunu 17 dakikada tamamladim. Frankfurt'tan Dubrovnik'e hergun ucak yok. Buna binemezsem artik Zagreb'den aktarmam gerekecek. Yorgunluktan oluyorum. Etrafta oturacak bir tane bos sandalye yok. Yere vuvarladigim cantamin uzerine oturdum artik. Bu hareketi yapar yapmaz uc bes Turk belirdi etrafimda. Ankara ucaginin kapisinda olduklarini dusundurdum adamlara sanirim. Yani cantanin uzerine comelmemden mi basimi ellerimin arasina alisimdaki dertli durustan mi bilmiyorum, Turk oldugumu anladilar o koooskoca havaalaninda.

-Yok, Ankara kapisi bu degil.
-Istanbul kapisi mi, peki?
-Yok, degil. Sanirim ilerde.
-Sen Turkiye'ye gitmiyor musun?
-Yok.
-Nereye gidiyorsun?
-Dubrovnik.
-Hee, orasi nere? Ailen orda mi?

Ya amca ya, yuru isine ya. Sana simdi ayakustu dunya uzerinde bulunmus oldugum noktalari birlestir ve resmi yakala mi cikarayim? Aslen Adanaliyim da sonra Istanbul'da yasadim. Oradan Amerika ama halihazirda siklikla Avrupa'ya geliyorum. Burada bulunus amacim amacim tatil amacli gezi. Istanbul'daki kanka kizlarla Dubrovnik'te bulusucaz. Yazarken ben bile yoruldum. Tek basina seyahat eden milletdasin bir hatunu sorgulama hakkini kullanmasan da saklasan?

Hirvat ucagi temiz, guzel. Indim Dubrovnik'e. Gumrukte saskin gozler Turk pasaportuna acildi.

-Niye geldin?
-Gezicez kizlarla
-Onlar nerde?
-Otelde olmalilar.
-Nasil gidicen otele?
-Taksi
-Paran var mi?
-Dolar var biraz. Bankadan da cekerim.
-Turk musun?
-Evet
-Tek basina mi geldin?
-Evet
-Nerden?
-Amerika'dan.
-Neden ordasin?
-Ben de bilmiyorum. Kader desek, olur mu?

Kurtar beni Allahim. Turk hatunun yabanci dil konusup uzak ulkelerde oturup tatillere tek basina yola dusebilmesine dokulen hayretlerden usandim. Ama bu ne ki? bu hicbirsey. Adriyatik civarlarinda uc Turk hatunun tatil birlikteliginde daha coook supheli gozler, sozler cikacaktir...Bekleyin.

Havalannindaki doviz burosu kapaliydi. Banka kartim da calismadi. Elimdeki 15 Euro'yla bir minibuse bindim. 20 dakikaya kalkar dediler. 2 saat sonra kalkti. Disari cikiyorum, hareket ediyoruz, bin, diyorlar, biniyorum, kimse yok. Geri iniyorum, bir daha iceri kiskislaniyorum. O bunaltici sicakta minibuste acliktan yari baygin sabrettim.

Minibus yeni dokulmus asfalttan daracik ve kivrimli bir yolda ilerliyordu. Daglarin arasindan deniz bir gozukup bir kayboluyor. Bir yerlesim merkezi tabelasinin belirmesinden 30 saniye sonra uzerine carpi atilmisiyla karsilasiyorum. Kucuk ve sirali bir suru koy gectik. Aklima cocuklugumun yayla yolculuklari geliyor.

Düella ve Yonc sehir merkezine gel, demişlerdi. Oradan kime sorsam gosterirmis oteli. Bir taksiye biniyorum, o da kayboluyor. Oteli bulamiyoruz. Sokaklar cok dar, deniz bir ucurumun sonunda. Etraf sari taslara kesmis binalarla cevrili. Sonunda cevre esnafinin yardimiyla oteli bulduk. Otel otele de benzemiyor. Ne bir tabela ne birsey. Sonradan ogrendigime gore halk komunizm sonrasi evlerini otel olarak isletmeye baslamis. 'Sobe' dedikleri aslinda 'oda' anlamina gelen, pansiyon sistemi gibi birsey. Onum, arkam, sagim, solum, "sobe"! Koca memlekette cok cok az otel var. Henuz turizmciler cok yildizli projelerine girismemisler. Guzelligi de orada zaten. Odama cikarken gectigim terastaki manzara dilimi bagladi. Ben boyle guzel bir yer gormedim, Tanrim!