Perşembe, Ocak 13, 2005

Bavul Hayati- Paris Notlari

Carsamba sabahi Charles Degaulle’de pasaportum kendini yine bir Turk pasaport kontrol memurunun ellerinde buldu. Turklerin tekelinde midir Paris gumrugu artik, bilemiyorum ama Turk pasaport kontrolorleri kesinlikle Fransizlardan daha merakli. Ayakustu memleket nere muhabbetinden sonra disari ciktigimda havanin goreceli guzelligi beni nedense mutlu etti. Otele vardigimda bekledigimiz basimiza geldi. Hicbirimize oda yoktu. Oglene dogru misafirler check-out ettikce odalara yerlesebilecektik. Elimize tutusturduklari club room kartlariyla dinlenme odasina gectik artik mecburen. CNN’in egzantrik Ingiliz yorumcusunun lastikli suratinin ve ilginc vurgularina gene gulustuk. Bu adam tanidik bir karikatur artik. Pisim ve uykusuzum ve yorgunum ama yapacak birsey yok. Fransizlarin olasi taktiklerine anti-taktikler gelistirdim uyusuk beynimin yettigi kadar. Arada Fransiz telefon cevirme sistemini direktore ogrettim. Sifiri Amerika’da ceviriyorsun, burada degil. Sonunda Michele’in sigaradan bogulmus oksuruklu sesini duyabildik. Ne zaman isterseniz o zaman gelin, dedi. Sahane bir ajandamiz var yani. Yavas yavas herkese oda cikti. Bana cikmadi. Direktore ben senin odada dus alayim mi, dedim. Nasil yani, bakisi beni yipratti. Oysa Michele’le ne guzel paylasmistik dusumuzu Prag’da. Andy bir anlayis yumagiydi, bana gelebilirsin, dedi. Tamam, dedim. Sen git. Senin dustan cikinca housekeeping’i cagirip dezenfekte ettirirsin kesin banyonu falan. Ne gerek. Pis, temiz, ayik, bulanik farketmez. Her tur hava kosulunda raf omrum uzundur. Olmadi boyle giderim. Beni mi begenecekler? Herkes gitti, ben kaldim. Lobide bulusma saatimize bes dakikada bir oda cikti ve omrumun en kisa dusunu aldim, asagi indim.

Otelle Air France arasi yurume mesafesi. Idi. Yuruyus yolu aslinda yol degil, oyle bir alan iste, cocuklarin yakartop oynamak isteyebilecekleri kivamda bir bosluk. Bir ciktik baktik ki kazmislar alani. Tumsekler, cukurlar, aralarda huniler, insaata girmek tehlikeli ve yasaktir tabelalari falan. Direktor ve Andy sekerekten ilerler. Bense cekcekli dosya cantam ve neyime gerek igne topuk sivrilerle geride perisan cirpinir. En son bir tepecikte artik cantami asagiya coktan inmis Andy’e firlattim. Sonra dondum arkami, eller yerde, popo havada, downward facing dog, surune surune asagi indim bir camur deryasinin orta yerine. Paris’in orta yerinde. Dus almasam olurmus yani.

8 saatlik toplantinin 7 bucuk saati boyunca gereksiz laflar evrildi cevrildi. Son yarim saatte en damar mevzular carcabuk ortaya atildi. Bu bir pazarlik taktigi bu arada. Sanki en son ben dedim, dediysem demisimdir, sen de kabul etmissindir gibisinden bir gereksizliktir. Gece uyuyamayasin diye yapilir. 2 saat daha tartis tartis. Otele dondugumuzde ben sehre akmaca dedim. Direktor ve Andy tabii ki homidi girtlak pufidi kandil bir aksam dilemekteydiler. Direktor gec kalma, sabah sekizde kahvaltida konusacaklarimiz var, dedi. Peki, annecim, dedim. Ama odama gidip her ihtimale karsi gece donmezsem yanima temiz camasir falan aldim.

Ilker’i aradim ve bana tek trenle gelebilecegim St Michel’deki asiklarin, entellerin, yani gozunuzu kapatinca Fransiz dediklerinde akliniza gelen kliselerin bulustugu Fontaine Meydanina gel, dedi. Gittim. Amcamin son jantiligi koluna yaptirdigi denizkizi dovmesi. Hayalindeki kadinmis, o kadin benim diyecek olana verecekmis falan filan. Ha, bir de scooter yapmis. Kaza bile yapmis, dana. Nah binerim arkasina. Quentin, Layla ve Ilker mexican yedik daracik bir restoranin daracik bir masasini bizden baska iki cift ve bir kopekle paylasaraktan. Yemek boyunca telefonlarinin kameralariyla birbirlerinin resimlerini cekip birbirlerine yollayip durdular. Bu ne ola ki derken benim de bir kamerali telefona sahip oldugum aklima geldi ve bu resimleri nasil yollastiklarini telefonumda tatbik ettirebildim. Bluetoothmus. Haaa, cok kolaymis be. Merhaba, anneannecim. Sonra masada olmayan Louie’nin meme, masada olan Ilker’in popo duskunlugu masaya yatirildi. Layla ile sevindik. Zira bizde ikisi de yok. Zaten ne Ilker ne Louie gerek degil bize. Hih ! Layla Tsunamicilere 10 milyon Euro toplamis. Gururluyuz. Quentin’i sonunda bir sirket is gorusmesi icin aramis. Bizimki geri aramamis ama. Yavas yavas. Herseyi bir anda beklememek lazim insanlardan.

Donuste beni otelime Quentin & Layla birakti. Quentin arabasindan daha fazla ayri kalamamis. Trenlere veda etmis. Iyi de bir de park ettigi yeri hatirlasa ya! Paris’in icinde kaybolmak bana batmaz da arabayi bulduktan sonrasi cok fenaydi. Otele yaklastik. Oteli gorduk ama ulasamadik bir turlu. Paso havaalanina atti bizi yol. Birtakim otoparklara girdik, ciktik. Bir daha donduk, bir daha havaalanina atildik. Gece saat 1’de 2F terminalinin otoparkinda cikisi arayip bulamazken Quentin’e hala kizmadigimi, beni otelime birakma inceliginden dolayi bilakis mutesekkir oldugumu sahte sahte tekrarlamak zorunda kaldim birkac kez. Bin kez soyluyorum cocuga. Is gezisi bu. Taksisi, yemesi, icmesi sirketten; sen odeme, sen ugrasma diye. Ne mumkun, neee. Cocukcagiz misafirperverlik hissini doya doya yasasin diye ne iskencelere maruz kaldim simdiye kadar, anlatsam roman olur.

Otele dondugumde hesapta hemen uyuyacaktim. Espressolara filtre kahve muamelesi yapmamdan bir turlu vazgecememek bir kez daha acitti canimi. Uyuyamadim! Acarsin bilgisayarini baslarsin Atlanta’da henuz isten cikmamis Tanzanyali’ya fazla mesai yaptirtacak dehset analiz isteklerini siralamaya. Gene ve bininci kere haftaya ikinci Paris seyahatini yanlis rezervasyonlamis sekretere ayar vermeye. Suraya yaziyorum. Pazartesi gunu gene odasiziz. Hasbelkader isten ne hayir gelecekse artik.

Hiç yorum yok: