Cumartesi, Mayıs 30, 2009

Depresyon Belirtileri

E, gugılda kafayı yemenin yanı sıra biraz depresyona da girdim tabii. 19 Mayıs’ı uzun haftasonu yapıp Kaz Dağları’na gittik Şövalye’yle. Moral olsun diye. Gittiğimiz yeri o kadar çok sevdim ki hep oraya gidebilirim. Şövalye sıkıldı ama ben huzur doldum. Moral nedir ben bilmem, zira orada da blackberry’den gugılladım durdum. Şövalye bunu moral doldurmak olarak görmedi. Oysa ben bir sorunun cevabının peşindeyken en mutluyum. Anlasın artık yahu. Siz de anlayın hatta.


Hamilelikle ilgili başa gelebilecek her ama her bir şeyi o kadar çok okudum ki tıp okusam diye bile düşündüm. 40 yaşına kadar bitiririm bu işi dedim. Tam benlikmiş. Annem haklıymış doktor olmam konusunda ısrarlı tavsiyelerini sıralarken. Hoş, onun tavsiyelerinin ardında yaşlılığında kendisine ekstra ihtimamlı bakılsın isteğiyle karışık küçük şehirdeki doktor kişinin büyük adamlıkla dansı vardı. Benim de doktorla hastaneyle işim olmadı şu yaşıma kadar çok şükür. 1 işim oldu. Onda da anladım ki ha tıp ha astroloji. Yumurtlamayan kadın hamile kaldı. Düşmez denen bebeği düştü. O yüzden zaten hayatım okumakla geçiyorken 40’ına kadar cehennemin dibindeki bir okulda derslere girmek yerine astrolojiyle devam etmeye karar verdim. İkisi de benzer tatminler yaşatmakta nitekim.
Hazır öyle atıp tutma işine girmişken aktarlar ve otlara da bulaştık tabii. Mesela soğan kürü yaptım iki hafta. ‘Kür’ lafı sofistike kaçıyor. Bildiğiniz soğanı kaynatıp suyunu içiyordum. Alt takımları temizler, düzeltirmiş. Şövalye gibi atmosfer insanına dahi sabahın 6:45’inde soğanımı kaynattırdım ve o iki tutam saçlarına sindirdim ya kokuyu. İnanılmaz.

Eminönü’ne aktarlara gidip üremeye yardımcı ve onarıcı çeşitli otlar ve bitkiler de aldık. Beni gavurla evli sanan aktarlar Şövalye’nin Türkçesini çok beğendi hatta."Sağolun", dedi o da. "32 yıldır bayağı uğraşıyorum düzeltmek için".

Cumartesi, Mayıs 09, 2009

Düşük

Kerevit’i kaybettik. Kan içinde yüzmesine rağmen bebekleri doğan kadınlar varmıştı. Herkes neler görmüştü. Şansım yüzde 70’ti ama ben istatistiğin öbür tarafında kaldım.

Süreç içinde iki gün hastanede de yattım. Her gün bana Kerevit’i gösterdiler ultrasonda. Büyüyordu. Hematomum da büyüyordu ama kalp atışı güçlüydü keratanın. Havuç rendelermiş gibi çıkan bu tuhaf ve ürpertici ses ancak bu kadar güzel, bu kadar rahatlatıcı olabilirdi. Son seferinde belkemiğini de gördük. İplikten bir ayağın minik hareketini de gördüm ama hiç kendime yormadım. Kerevit benle oyun oynamıyor. Annesine elini, ayağını sallamıyor. Biliyordum ki bu tehlikeli sulardı. Acıya dayanmak için duygusal bağların olmamalı. Her şeyi teknik bir mesele olarak gördüm. Gördürttüm zorla.

Son ultrasonda kesesini gördüğüm anda kıpırtısının yokluğunu fark ettim. Doktor joystick’i hemen başka bir yere çevirdi. Dudaklarını ısırıyordu. Şövalye hiçbir şeyi anlamıyordu.
"Kalp atışı yok", dedim.
"Yok", dedi doktor.
Hiçbir şey hissetmedim. Dudaklarını ısırdığı için bu doktoru sevdim.

Şövalye ayakkabımı giydirirken ağlar gibi oldum. Sonra vazgeçtim.
Birtakım haplar verdiler. Kasılmalar başladı. Sabahına da ufak bir ameliyatla Kerevit’i aldılar.



Cuma, Mayıs 01, 2009

Annelik Forumları

Subkoryonik hematoma (oluşan plasenta ile rahim duvarı arasında kalmış kan pıhtısı) konusunda gugıl’daki arama sonucunda beliren bütün linkleri okuduğumu iddia ettiğimde herkes buna kayıtsız şartsız inandı. Duke Üniversitesi bilmem ne araştırmasından tutun yurdumun Kadınlar Kulübü forumlarına kadar her şeyi.

Konuyla ilgili bilimsel makaleden çok annelik – gebelik forumlarında sorular vardı. Çoğunun cevabı olmayan sorular. Tipik bir forum dertli bir kadının derdini anlatmasıyla başlıyor. Örneğin, 10 haftalık hamileyim. Geçen gün hoşurt diye kanadım. Kanamaktan kan gölü yaptım. Acile gittim. Bebek yaşıyordu. Bir sonraki randevum iki hafta sonra. Daha önce benzer bir şey yaşayanınız var mı? gibi. Buna cevap yazmak yerine bir başka dertli kadın, A ,ben de 7 haftalığım. Üç gündür pıhtılı bordo/kahve kanıyorum. Sizce nedir bu? diye devam ediyor. Bunlara başka başka dertli kadınlar sorulara sorularla karşılık vererek devam ediyor. Her birinin profillerine tıklayıp bakıyorum. Hepsi sorularını sormuş gitmiş. O bebek doğdu mu, kaldı mı, bilemiyoruz. Bir dert dökme yaşamışız. Hepsi buymuş.

Yine de gelişmiş ülke forumları nispeten daha besleyici. Altıncı çocuğuna hamile ve fakat parasızlıktan bir dünya testi yaptıramayan, karavan parkında yaşayan bir kadın bile olsa güzel güzel derdini anlatıyor. Başı sonu var dediğinin. Kategorik, analitik. Yurdum forumlarının yarısı duayla, iyi dilek ve ’moral’ vermek adına çocuğunda down sendromu şüphesi belirmiş hamile kadına birtakım testleri yaptırmamasını salık vererek geçiyor.

Hoş, her zamanki gibi koyverenin başına birşey de gelmiyor. Benden başka. Ben de hafifsemiştim bu hamileliği başlarda. Hamileliğin kendisini yani. Ağrıya dayanıklı bir tipim. İri yarıyım. Sağlıklıyım. Yurdum kadını kansızlıktan yıkılır, benim arada bir çok gelen kanımı vermem gerekir. Geniş basenlerim bikinide kötü dursa da doğururken işe yarar hani diye. Kerevitler tarlada bile doğuyorlar diye.

Ben koyverdiğim an tıpalar tıpar, kapaklar kapar beni. Kural yine değişmedi. Gel de 'relax' önerilerine kulak ver şimdi.