Salı, Aralık 13, 2016

Seyahat Etmek Neden Eğlenceli Değildir?

Yıllardır çok seyahat ediyordum. Bence artık çok azaldı. Çünkü seyahat ihtimallerini eleme veya delege etme imkanlarım arttı. Yine de bu halimle bile başkalarına göre hala çok seyahat ediyorum.

Bazı insanlar çok seyahat etmeme gıpta ediyorlar. Keşke benim bunca seyahat gerektiren işimin sahibi onlar olsaymış. Keşke. Bir kere benim ruhum seyahat etmeye müsait değil. Ben seçimsel amelelikleri yapmaya çok müsait bir tipim ama zorunlu amelelikler beni çok yıpratıyor.

Özellikle de farklı, daha kalın kıyafet gerektiren bir mevsime seyahat ediyorsam kıyafet seçimi dert oluyor. Kalın kalın şeyleri tıkıştırma ve bir kısmını da giyinme mecburiyeti çok belalı. Kalın paltonun içinde terleye tıslaya sıralarda beklerken hafakanlar basıyor.

Her zaman bavul yapıyorum zaten. Havalimanı güvenliğinden geçerken parfümümü, lens solüsyonumu falan ayır geçir geri kapa, bavulunu çeke çeke terminalde dolaş çok fena. Bunu yapmasam kabinde bavula yer bulmak için erkenden uçağa binmek istemek ve bunun için anons beklemek falan buhran.

Gideceğim ülkenin dövizini de almaktan nefret ediyorum. Kredi kartı diye bir şey var kardeşim. Diğer türlü her seyahatten sonra gittiğim ülkenin cebimde kalan bozuk paralarını biriktirsem bugün bir araba alınırdı. Tabii yanımda para olmayınca taksiyi kredi kartıyla genellikle hallediyorum ama bu sefer otele ilk giriş dert oluyor. Minik bavulumu kaparak odama çıkarmak isteyen bellboylardan nasıl kaçacağımı bilemiyorum. Bahşiş verecek bozuğum olmuyor çünkü. Artık direkt söylüyorum. Yardım istemiyorum. Beni yalnız bırakın diyorum. Deli sansınlar daha iyi. Öff. Bu bellboyluk müessesesini küçük bavullulara uygulamasınlar kardeşim. Adamın benim peşim sıra odama gelip odanız bu demesi ne saçma bir işlemdir.

Seyahat ettiğim zaman mesai de öyle 17'de 18'de bitmiyor. İlla akşam yemekleri oluyor. Oysa seyahatin sevilebilecek en iyi yanı otel odası sakinliği ve kesintisiz uykusudur. Planters doğduğundan beri 4 senedir kesintisiz uyku görmedik çok şükür. Akşam yemekleri bu kısmı da kısaltıyor haliyle.

Seyahat dönüşü yaptığım masrafları şirket harcama formuna girmek de ayrı işkence. Nakit harcamalar ayrı, kredi kartı harcamaları ayrı, TL, Euro, USD harcamalarını ayrı ayrı girmem gerekiyor. Sonra bir de onların onay süreci var ki çok karmaşık. Genellikle de harcama formlarımın onay süreci takibini yapacak enerjim olmadığından çoğu defa evrak kaybeden ofis boyların kurbanı oluyorum ve bazı harcamalarım güme gidiyor.

Yalnız geçenlerde bir Suudi Arabistan'a gittim. En rahat ettiğim seyahatti. Taytın tişörtün üstüne abayayı giyiyorsun, ohh, ferah ferah. Gömlek seç, ütüsü bozulmasın diye gamboça koy ama gamboçu uçakta unutmamaya çalış falan derdi yok. Ayrıca kadın olarak tek başıma veya helalim olmayan adamlarla dolaşamadığım için akşam yemeklerine de gidemedim. Mis gibi odamda oturdum. Kitap okudum, tv seyrettim. Kesintisiz. Nasıl iyi geldi, nasıl iyi geldi, anlatamam. En favori destinasyonum artık Suudi Arabistan'dır.



Cuma, Aralık 09, 2016

Diren Planters

Planters yuvaya gitmeye bayılan bir çocuk. Henüz yuva çocuğu olmasına rağmen abisine özenip ödev yapma peşinde. Biz de eline çeşitli egzersizler tutuşturuyoruz. Onları müthiş bir özenle ve iştahla yapışı var ki izlemesi çok eğlenceli.

Ha, bir de yuvaya 'yuva' demiyoruz. 'Okul' diyoruz. Zira Planters okula gittiği iddiasında. Yuvaya bebekler gidermiş. Kendisi 4 yaşında ama 5'in içinde, 5'e basmış hikayeleri sebebiyle 5 olduğunu iddia ediyor. Yani bebek değil ve yuvaya gitmiyor. Okula gidiyor, o kadar. 

Geçen haftaya kadar yuva öğretmeni olan Selin Öğretmen'ine bayılıyordu. Selin Öğretmen de bana Planters'ın gittikçe ne kadar uyumlu, akıllı olduğundan bahsetmişti. İyiydik yani. Ne olduysa geçen hafta Planters okula gitmiycem demeye başladı. Okula zorla hazırlanmaya, her gidişinde ağlamaya ve hatta sonunda sinirinden kusmaya başladı.

Neler olduğunu sorduğumda Selvi Öğretmen diye birinden bahsetti Planters. Onu sevmiyormuş. O okula gelmesinmiş. 

Ben bu Selvi Öğretmeni sınıflarına arada bir gelen bir dans, resim öğretmeni falan sandım. Planters'a disiplin yaptıysa bizimki hoşlanmamıştır. Olabilir falan derken iş çığrından çıkmaya başladı. Planters'ın inadı meşhurdur. Her saniye Selvi Öğretmen gitsin diye bağıran bir çocukla kalakaldık. Okula notlar yazdım. Araştık, konuştuk.

Meğer Selvi Öğretmen, Selin Öğretmen'in yerine geliyormuş artık. Henüz tam başlamamış ama yavaştan devralıyormuş sınıfı. Bir kere bu konudan bir veli olarak haberdar edilmemek hoşuma gitmedi. Selvi Öğretmen beni telefonda herkesin yaptığı gibi bana çocuk yetiştirme dersleri verdi. Pedagoji okumuş da, o çocuk bakmıyormuş, çocuğumuza toplum adabı öğretiyormuş da.. 

Selvi Öğretmen öğle yemeğini yemeye çorbasından başlamayan Planters'a ceza vererek onu yemeği bitene kadar (yani yemeği bitmediği için akşama kadar) yemek masasında bırakmış. Öğleden sonraki derslere de almadığı gibi yemeğini bitirmediği için de ikindi kekini böreğini vermemiş. Bana da çocuğunuzu pedagoga götürün, dedi. 

Pedagoga gidelim de ne diycez? O gün öğle yemeğini yemedi diye pedagoga mı gidilir? Gidilir mi? Ne biliym??!! Daha geçen hafta çok şahaneydi hani bu çocuk? Ne oldu da pedagogluk olduk şimdi? Jelibon da yemezdi ve şimdi yiyor işte. 

Ayrıca benim sıtkım sıyrıldı onu yedi bunu yemedi muhabbetinden. Bence hep gereksizdi. Hala da gereksiz. Annelerin çocukları onu bunu yesin diye girdikleri deveye hendek atlatma şekillerinden de o şekle girmekten de gına geldi bana artık. 

Toplantı manyağı bir ortamda, yabancı devlet adamlarıylayım. Fönlü kafam, topuklularım ve ceketimin içinde darlanmışım zaten. Üstümü parçalayıp bağırarak intihara koşasım var. Toplantılardan kaçıp tuvalet köşelerinden okulla telefon temasındayım. Tutmayın beni, şu adamları yolcu edeyim, yarın geliyorum dedim pedagog öğretmenimize. 

Neyse ne. Yuva mı yok, anasını satayım. Bundan sonraki yuvaya yemek yemiyor diye beni aramayacaksınız diye ön şart koyma kararındaydım.

Yoldan aradım yuvayı ertesi sabah. Tırnaklarım sipsivri. Geliyorum, hazırlanın, dedim. 

Selin Öğretmen açtı telefonu. Selvi Öğretmen'le ilişiğimiz kesildi, dedi. Planters da yanımda dedi. Planters'ın mutlu sesi telefonda mırıl mırıl. Oh be, oldum. Tabii arada Selvi Öğretmen'e haksızlık da etmiş olmayalım diye diğer velilerle de konuşunca tek başıma bir endişeli veli olmadığımı anladım. 

O gün ve onu takip eden üç gün boyunca sebepsiz bir gülümseme suratımda. Planters mutlu. Ne kusuyor ne okul krizi çıkarıyor. 

Yalnız Planters'ın direnmesi hepimizi teyakkuza geçirse de takdire şayandı. Bu çocuk dört yaşında hoşlanmadığı öğretmene bu derece direniyorsa yirmi dörtte hükümeti bile düşürür diyorum. Bir yanım bu halini beğense de diğer yanım bu halinden çok da korkuyor.  Planters'ın inadından ve direnme becerisinden açıkçası ürküyorum. Umarım hayırlı şeylere direnir, ne diyim.

--

Not: Yorum almıyorum artık. Momster yorumlarla tartışasım yok. Kendi çocuklarımı kendi bildiğimce yetiştiriyorum. Onları dövmüyorum. Onlara işkence etmiyorum. Her dediklerini yaptığım da söylenemez ama saçma bulduğum (özellikle yemek gibi) meselelerde, eforumu daha değerli konulara harcamak üzere inatlarını kırmaya da uğraşmıyorum.