Perşembe, Aralık 29, 2011

Değişken Disiplin Yöntemleri

Jelibon’un oyuncaklarını doldurduğu bir sepeti var. Aslında o bir oyuncak sepeti değil. Kalabalık odası ilan edilen pencerelenerek kapatılmış balkonumuzda bir gardrop var. O gardrop yetmiyor kalabalığımıza; tepesine taşıyoruz. Taştığımız şeyleri öyle torbaların içinde tutmak yerine şık şık tıkıştıralım dediğimiz için aldığımız koli sepetlerden biri.

Jelibon işte sabah gözünü açar açmaz o sepete koşuyor. Sepeti ters çevirerek hepsi en ufak parçalarına ayrılmış lego ve şekilli zımbırtı ağırlıklı oyuncaklarını yere döküyor. Sonra da sepetin içine oturuyor. Kendisi sepetten iri ama bir şekilde sıkışarak içine yerleştiriyor totosunu. Sonra da oturduğu yerde bir ileri bir geri totosu üstünde zıplıyor. Tıpkı şu çuvalların içine girerek zıplayarak ilermeye çalıştığınız oyun gibi. O da totosunu sepete sıkıştırıp zıplayarak ilerlemeye çalışıyor. E, yapamıyor ve sıklıkla sepetle beraber devriliyor. Belden aşağısı da sıkışık olduğundan usturuplu düşemeyip kafasını gözünü vuruyor bir yerlere.

İşte böyle garip biçimlerde kendini tehlikelere atıyor Jelibon. Ben de bu tarz oyunları yasaklıyorum ona. “Hayır, Jelibon. Sakın!” diyorum işaret parmağımı havaya kaldırıp.

Öyle kalıyor bir ayağı havada, sepetin tam üzerinde. Gülümseyerek azıcık içine sokar gibi yapıyor. SAKIIIN, diyorum. Geri çekiyor.

Geçen gün Kardeş Hafiye (Şibu) vardı bizde. O zaten Şövalye’yle büyük kafadar. Ne olacakmış canım, ben de amma ota moka hayır diyormuşum. Çocuğun ruhunu sıkıyor, onu gereksiz cenderelere sokuyormuşum. Jelibon’u psikopat yapacakmışım falan, uhuuu, bir dünya bıdıbıdılandılar tepemde.

Mutfağa gitmiştim. Bir döndüm ki salona. Ne göreyim? Arkamı döner dönmez izin vermişler Jelibon’un sepet oyununa. Adam mutlu mutlu zıplıyor sepetiyle.

Aman demeye kalmadan, hacıyatmaz olamadığından sepetle devrilerek kafasını yere gümletti bizim oğlan. Güüüm. İki saniye sessizlik. Sonra tıksırmaya benzeyen bir ses çıkıyor boğazından. Nefes alıyor Jelibon ki bağırmaya güç toplasın. İki saniye kadar daha sonra da uaaaggghh diye ağlamaya giriş.

Gerçekten ‘ben demiştim’ demeyi sevmiyorum artık. Ben var ya ben, herhangi bir konuda haklı çıkayım diye sabahlara kadar damarlarımı şişire şişire tartışabilen ben, bu konularda artık haklı çıkmak istemiyorum. Bu tıpkı Kasparov’un ömründe satranç oynamamış biriyle maça oturmasına benziyor çünkü. Adama challenge’ın tadını bile yaşatmıyorsun.

Musibetle konunun vahametini kavrayan Şövalye, ağlayan oğlunu yerden kaldırdı. Jelibon iki dakika sonra sustu. Üçüncü dakikada yine sepete girmeye çalıştı. Bu sefer sadece Jelibon değil, Şövalye’yle ikisi birden onay almak için gözlerini bana çevirdiler. Şövalye’ye ‘yuh artık’ bakışı fırlattım. Şövalye de döndü çocuğa, “Olmaz, Jelibon. Yok. I-ıhh. Şimdi olmaz,” dedi. Parmak sallama eşliğinde sert bir ‘hayır’dan anlayan Jelibon babasını sallamadan oturdu sepete.

Şövalye bu sefer müdahale edip onu sepetten çıkardı.
“Duruma göre, Jelibon. Duruma göre. Zıplamadan oturabilirsin mesela. Anlaştık mı?”
Jelibon hiç anlamamıştı. Sadece kafası karışmıştı. Bu da ağlamaya kaldığı yerden devam etmesine yetti.

Çarşamba, Aralık 14, 2011

İlk Kelimeler

Önce emiyor mu, sonra yürüyor mu, derken şimdi de herkes buna kilitlendi. Jelibon konuşabiliyor mu?

Hayır, hala konuşamıyor efendim.

‘Anne’ bile demiyor. ‘Anne’ hadi fonetik olarak zor bir kelime ama ‘baba’ da demiyor. ‘Teyze’ diyor. Onu da ‘Tızee’ gibi bir biçimde söylüyor. Hayriye Hanım’a sesleniyor yani. Hayır, ben de kendimi önce ‘anne’ deseydi, hadi olmadı bari bir an önce diyebilsin diye paralamıyorum. ‘Anne’ demiyor ama adımı biliyor. Parktaki bir arkadaşıyla adaşız. Evde de herkes bana adımla seslendiğinden onu da kaptı gibi.

Ama en komiği ‘Azize’ demesi. Bunu çok net söylüyor. Bu da arkadaşının bakıcısının adı. Yani adamın anlaşılır biçimde telaffuz ettiği ilk kelimesinin ‘teyze’, ikincisinin de ‘Azize’ olması bayağı komik. Hadi ‘teyze’ sorununu çözer de ‘Azize’ ne alaka?

Üzülmeyeyim diye de ‘oğlan çocukları geç konuşur’ diyorlar. Erken konuşsa ne olacak ki? Eninde sonunda (bu yönde bir sağlık sorunu yok gibi hani) konuşacak işte.

Erken yürüdüğü için canıma okundu zaten. 9 aylık yürür mü insan? Akıl 9 aylıkken hareket eden bir insan yavrusu etrafındakilerin totosuna yer yüzü göstermiyor. Erken konuşup bari beynimi şişirmiyor işte. Ama konuşursa hareketliliği de azalırmış, konuşabilip derdini anlattığı için rahatlarmış.

Pek de derdinden hareket etmiyor sanki bizimkisi. Daha çok keyfinden hareket eder bir hali var. Mesela, eve biri mi geldi? Antrede tap dance yapar. Sonra koş koş koş. Evi turlar. Bir deliğe saklanır. Sonra ‘cee’ diye çıkar. Sevinirseniz bunu yüz kez yapar.

Bir lokma yemek mi yedi? Koş koş koş. Evi turlar. Tur esnasında gözüne bir nesne kestirir ve onu kemirir. Kapıları çarpar. Evin bütün ışıklarını yakar. Kalkıp söndürürseniz bunu tekrar yapar.

Parkta en yüksekteki kaydıraktan kaymak üzere bütün merdivenleri bir çırpıda çıkar. Ama kaymaz. Geri iner. Onlarca çocuğun arasında gövdesi büyük ama aklı küçük ve kalabalığın tersine hareket eden çocuğu ezdirmeyeyim diye siz de onla çıkıp çıkıp inersiniz.

Merdivenlerle bir aşk ilişkisi var Jelibon’un. Gördüğü her merdivene çıkmak ve hepsinden geri inmek ister. Ama takılır işte. Saatlerce bunu yapabilir. Siz de iki büklüm iner çıkarsınız onunla. Düşerse tutmak için.

Pusetinde asla oturamıyor ne zamandır. Sokağa çıktığında hep yürümek istiyor. Pekala. Yürüsün di mi?

Mümkün değil. Düzgün bir hatta yürümediği gibi elinizi de tutmak istemiyor. Ortama bırakılsın ve aranıp sorulmasın istiyor.

Eeeh, yeter artık diyip pusetine bağlamayı başarırsanız da saatlerce bağırabiliyor. Bazen o pusette bağırırken depar atarak onu sürerseniz hızdan hoşlanıp susabiliyor. 35 yaşında bir kadının sokaklarda ciyuuuv miyuuvv diye bağırarak puset sürmesi de tuhafsanıyor haliyle.

E şimdi ben bütün bu anlattıklarımda bir derdini anlatamamak bazlı bir aksiyon göremiyorum. Adam neşeden içiyor. Kederden değil. Dolayısıyla konuşmayı sökmesinin totosundaki kurtların dökülmesine sebep olacağını sanmıyorum. Bu da alakasız telaffuz edip durduğu ‘Azize’ kelimesi gibi dert bazlı kelam etmediğinin bir başka işareti.

Bir kere ben anladım ki Jelibon sözlü anlamda muhabbet kuşu gibi. İşine yönelik konuşmadığı gibi en çok ‘ce’ ve ‘ze’ seslerini seviyor adam. Tıpkı kuşlar gibi şarkılar dinlemeye bayılıyor. Bir kelime öğreticem diye öldür allah tekrar edip durursanız tepesinde strese giriyor. Bir şeyi öğrendiğinde de susturamıyorsunuz. Şimdilerde nonstop ‘Azize’ kelimesini duyuyoruz kendisinden. 'Cici' de diyor bazen yerli yersiz.

Bir de cevaben ‘gel’ diyor. ‘Del’ şeklinde söylüyor onu da.
Gel diyorsunuz. O da ‘del’ diye cevap veriyor. Gel. Del. Gel. Del. Böyle uzayıp gidiyor. Geldiği falan yok. Arka odadan ‘gel’inize ‘del’ diye cevap verip duruyor.

En azından ses verdiğinde başının belada olmadığını anlıyorum.
Böyle tuhaf bir dil geliştirdik işte kendimizce.