Salı, Ocak 30, 2007

Tartı Telaşı- 2

Bloguma yorum bırakanların kimler olduğunu tahmin edebiliyorum. Yem attım. Tuttular. Süper. Demiştim ya. Tartı cinnetinin kanı yerde kalmaz. Devam ediyorum. Hangi işin peşini bırakmış Hafiye, ha? Hangii?

Gugıl olsun, eşe dosta sormaca olsun, yaptık araştırmalarımızı. Hatta da bu sayede Fatosfatos isimli blogcunun sitesiyle bile tanıştım. Laf arasında, ilk kez kendimden başka birini de beğendim. Şöyleymiş işin aslı: Dijital tartı analog tartıdan ortalama 2 kilo fazla tartıyormuş. Kilo verme prosesini bloglayan Fatoş'un da zaten her iki tartıdan kilo skorları ayrı ayrı listeli. Eş dost da onayladı. Dijital çok çekiyor dediler valla. Para vermeye kıyamadım da bir diji tartım olamadı şimdiye kadar. Ondan bu kadar önemli bir ayrıntıya bu kadar geç vakıf olabildim.

Gene de bırakmadım ucunu. En doğrusu bildiğin kantar da diyen var madem. Yandaki eczaneye gidip bildiğimiz kantarda boyumu, kilomu bir kez daha hesaplattım. 65 işte. Senelerin değişmezi. Kasar 63 olurum. Tutunamaz. Yukarı çıkası gelir. Ama iyi bir şey oldu. Boyumu 1,75 sanıyordum. 1,76 çıktı, iyi mi? 8-10 yıldır boyumu ölçtüğümü hatırlamıyorum. Bazen birisiyle kıyas muhabbetine yanına dikilirdim, hepsi o. Hani üniversitedeyken bile uzamıştım da duyan şaşardı. 30'unda da uzar mı insan? Olmuş bişi artık. Tiroid falan bozulduydu ya bi aralar. Belki ondandır. Neyse yahu.

Hangi densiz şimdi bana şişko diyor? İspat ispat üstüne. 1,76 boyunda 65 kilo birine şişko denmez, tamam mı? Hem bende kas çok. Ağır çekiyor. 'Sporcu'yum ya. Ondan. Eki eki eki...

Cuma, Ocak 26, 2007

Tartı Telaşı

Düella'ya oturmaya gittik bir akşam. DVD'lerini seyrediyoruz işte, ne akşamı, gece olmuş. Ara verdik, banyoya gittim. A, bir baktım tartı. Her gördüğüm tartıya çıkarım ben. Yalnızsam tabii. Özellikle misafir olduğum banyolarda bulduklarımı hiç atlamam. Önce bir ayak hareketiyle bulunduğu kuytudan ortaya doğru iteler, sonra da üzerine yavaşça çıkarım. Hop diye çıkarsam fazla tartar diye korkarım. Çıktım işte Düella'nın ablasınınkine de öyle. Şok şok şok! 67.7'den 68!

Anneciiiiiiim! Diye bağırdım istemsiz. Hemen bir koşu içerden Şövalye'yi getirdim. O sıskalığıyla meşhur ya hani. Onu da çok tartarsa anlıycaz ki bozuk. O zaman rahat edicem. O da çıktı üstüne. Şok şok şok! 87!

O bir yandan ben bir yandan isyan ediyoruz. Evdeki tartıda ben 63, Şövalye 82 çekmekte çünkü. Hadi bugün akşam olmuş, şişmişiz, çok yemiş, çok içmişiz desek bile 5 kilo fark çıkmaz! Hadi ayın sonu olmuş, su tutmuşum kandırmacasını da ekliyim. Yine olmaz.

Düella acı gerçeklere davet ediyor bizi. O da istemezmiş böylesi rakamlara şahit olmayı ama gerçeklermiş ve acıtırmış. Sonra isyanı bıraktık, filme devam ettik. Önümden kareler, içimden liste liste diyet menüleri akıyor. Kendime de kızıyorum. Ulam, Amerika'da yedi sene o kadar kukinin, donatın içinde kilo almadın. Burda hemen cortladın. Amerika bitti disiplin gitti. Bir de o kadar spor yapıyorsun. Yapmasan ne olacaktın. Şişko.

Şövalye de huzursuz. Üstünü boş bırakmadık tabii. Yürüdük. Ben sadece tanıştığımızda 74 kilo olduğunu, beş ayda 13 kilo almış olduğunu söyledim. Bu ivmenin burda sonlanmasının iyi olacağını, aksi takdirde hızla bir tonton ailesine dönüştüğümüzü söyledim, bıraktım. Düella'nın baskısı daha psikoloji çökerteden cinsten oldu. Bütün erkekler manita bulunca salarlarmış zaten. Bizimki güya o kadar outdoor sportif dağcı gezginmiş ama tutmuş sonunda bir pansiyonda göbek büyütmüş, olmuş muymuş. Şövalye benden iyisini bulamazmış. Ama bu göbekle şansını zorluyormuş falan filan. Bir beş dakika geçti geçmedi, adam kalktı banyoya gitti. Ah, dedim. Kesin tartılacak. TV'yi kıstık. Sustuk. Banyo seslerine kulak kesildik. Sifonun ardından tartının itelenirken çıkardığı sürtünme sesini işitir işitmez kahkahalarımız deprem oldu. Şövalye döndüğünde bizi aşırı kıkırdamaktan yerlerde yuvarlanır buldu.

Kilolarıma bahane bulmadan bırakamam elbet. Devamı var bunun...

Perşembe, Ocak 25, 2007

Fişler ve Şişler

Ailecek 'çok yuvarlanma'dan 'hiç yoktan hır çıkarma'ya uzanan geniş spektrumlu ruhiyatımızı doya doya yaşadığımız kış aylarımızın oturma odasında ne zaman belirirse o zaman bilirdim ki evden kaçma zamanıydı. Beliren ne? Üstü kahverengi formika kaplı, demirden çitlembik bacaklı bir yazlıkçı masası. O kadar bu mevsime ait değildi ki açıldığında yazdan kalma kumlar bile serpilirdi halıya. Peki neyin habercisiydi bu masa? Vergi iadesi için yazılacak fişlerin! Arkasında babamın bıyık altı otoriter suratı. Haydi kızım, marş marş.

Annecim, benim sınavım var! Ödevim de var! Yalan. Sömestr tatili olurdu zira. O zamanlar bilgisayar da yok. Bileğine kuvvet yaz babam yaz. Turan Manifatura. Nehir Kundura. Öz Gıda. Oğul Giyim. Şen Kasap. Alt alta yaz ve topla bir de. Benden daha özürlü hesap makinesi kullanan yoktu; hala da olduğunu sanmam. Mesela en son hangi rakamı girdiğimi unuturum. O zaman beşer beşer toplıyim. Yok, üçer üçer daha rahat. Tuh, toplamayı bıraktığım yerin işaretini unuttum galiba. Haydi baştan. Ayy, yanlışlıkla MC tuşuna bastım. Bişi mi sildim demek bu? Öyleyse ne? Offff.

Birkaç gün o masa ve üzerinde o malum fişler, kardeşin üzerlerinde gezinen meraklı elleri ve annemin 'hadi bitir artık'larına rağmen mızıklarım ve babamın umursamazlığıyla kalırdı ortada. Sonuna doğru da illa bir kavga çıkardı. Öyle ya da böyle biterdi ama fişleri yazmam kaydıyla bana vaadedilen vergi iadesi tutarı da yalan olurdu. Harçlığıma bir zırnık iade eklenmemiştir zira.

Fişler gider masa gitmezdi yalnız. Masa, oturma odasının bir parçası olur, TV karşısında ödev yapmanın keyfine varılırdı. Çok uzamadan, okullar açıldıktan en geç bir ay sonra kalksa iyi olurdu yalnız. Aksi takdirde babam bu sefer ilk yazılılarını bana çakardı. Cevap anahtarı burda. Oku bakayım şunları. Kurşun kalemle mizan cetvelleri çizilmiş, karga burga doldurulmuş, paket lastikle tutturulmuş beş rulo çizgili parşömen. Ne anlar 10 yaşında bir velet muhasebeden? 21 yaşında işletme okurken de anlayamadım zaten. Mazimdeki travma yüzünden her muhasebe dersinden çaktım. Tek ders mek ders, ancak öyle bitirdim okulu.

(Uzun lafı gene kısaltamadım. Bayılanlara selametle. Zaten 'donsuz kadın resimleri'ni gugıllayıp her ne hikmetse buraya düşen 20-25 kişiden başka hepi topu üç, bilemediniz beş tirajlık bir blog bu. Onların da keyfine uyamıycam)

Neyse işte, sonu her daim işkenceyle biten fiş doldurma işlemlerinden baba evinden çıktığımdan beri uzaktım. Zaten Amerika'da yoktu bu işkence; fakat kahretsin Joe, ucundan gene yakalandım. Bu sene sonmuş. Ne de olsa excel çıktı, mertlik bozuldu sanmıştım. Yanılmışım. Yıllar içinde paslanmışım. Ne iadeye geçiyor, ne geçmiyor, bilmiyorum bile. Vaktinde de pek başarılı sayılmadım zaten. Babamın zarflarında hep hata çıkardı. Şövalye girdi benimkileri excele sağolsun.

Ha, fişlerin sıralı olmaları gerektiğinden bile bihaber Hafiye, tuttu onları dağıttı mı bi güzel excele girildikten sonra? Öyle verilmezmiş diye de günlerce süründü fişler sehpanın, büfenin, buzdolabının üstünde. Babaevi repeat. Son gün Düella da geldi. Bir tutam fiş verdiler elime, diz tarih sırasına diye. Sadece ay sırasına dizmem gerekiyormuş. Ben gün ve saat bile kastım. Meğer Düella'da da varmış ayrı bir tutam. Önce ayrı ayrı aylara bölecek, sonra ayları birleştirecek en sonunda günlere dizecekmişiz. Ben kafadan günlere dizdiğim için yeniden gene aylara bölmem gerektiği bi yana, dalga da geçtiler.

Madem öyle, işte böyle ben de domuz gibi oturdum. Elimi bile sürmedim. Oradan alacağım 350 yetele'ye de lanet olsun. Şövalye bozuldu. Hiç ilgilenmemişim diye bu sefer o domuzluk yaptı. İşin yoksa bir dolu numarayla gönlünü almaya çalış. Tam alıcam, bir laf ediyor, ben bozuluyorum. Bu sefer o uğraşıyor. Ben domuz. Sonunda hır da çıktı. Babaevi repeat 2. Offff.

Yani. İki sonuca vardım.
Bir. İnsanın yetiştiği ortam geleceğine dair ipuçları veriyor.
İki. Bu fişler insanı şişler.

Çarşamba, Ocak 17, 2007

Filmin Sonunu Merak Etmek

Bilenler bilir. Normalde televizyon seyretmem. Seyretmeye başlasam bile ilgimin sürekliliğini tutturmak zor. Bazen çok heyecanlı bir filmin orta yerinde tuvalete gittiğimde çıktığımda filmi unutmuş, mesela yemeğe ya da alışverişe çıkmaya hazırlanır bulurum kendimi.

Amerika evde film seyretme eğlencesinin cennet mekanı. Bin tane dvd geldi gitti evime zamanında Netflix sağolsun. Öyle kimileri gibi burn edip arşivlemiyordum da klasör klasör. Seyrettim, ettim. Etmedim, selametle. Ha, zamanında Gözde’yle de yaşadık. O ve binlerce dvd ve ben. Baştan sona adam gibi on tane film seyrettiysem en az bin tane de yarım yamalak film var hafizamda. Bazen biri aklıma gelir, sonunu merak ederim. O zaman da bir seyredene sorarım. Bazen seyredenin favori filmlerinden olur sorduğum film. Aa, sonu söylenmez, mutlaka izle diye beni kasar. Kardeşim, söyle yahu. Bir merak ısırığı bu. Kaşı işte. Di mi ama? Çok kastırırlarsa internete bakmaca. Sağolsun
www.themoviespoiler.com . Adı üstünde filmi mahveden. Başındaaan sonuna kadar tuvalette manita kritiği yapan kanka hatunlar gibi detay detay anlatılmış.

Oh be. Sizle mi uğraşıcam bi de?

Salı, Ocak 16, 2007

Mercimeğin Faydaları

Bana neler olduysa dün artık. Eve geldim, kimse yok. Ne dışarda yemek istedim ne de eve sipariş vermek. Canım da mercimek çorbası çekiyor. Şövalye’yi annesi beslemiş mücverle, dolmayla. Benim canım mercimek. Bir mücver-dolma paketi yollanmadı bana valla.

Hadi madem, yapayım oldum. Yemek yapmayı sevmediğimi alem biliyor zaten haliyle hiç öyle alengir malengir kasamam. Arada bir mercimek krizim geldiğinde atarım bir bardak kırmızı mercimeği suya, bir kaşık salça, bir tutam un ve biraz süt. İki karıştır. Kapağını kapat, tamamdır. Kapattım, duşa girdim. En kısık ateşteydi halbuki. Amanın, taşmış. Ocak mahf. Salla.


Zaten Oya gelecek yarın. Ona da iş çıksın. Geliyor heryer temiz. Ooh, kebap. Ortalık dağınık sadece. Bir yığın yapmış küçük odada. Dağınıklığı alıp oraya atıyor. Zamanla yığın oldu koca bir dağ. Eskiden ufak bir masaörtüsü yetiyordu kapatmaya. En son koca battaniyeyi kullanmış kapatmak için. Tabii ‘temizliğin’ üstünden iki saat geçmiyor ki, “euuee, benim siyah kotum nerde, kırmızı tokam nerde, yeşil pabuclarım, bifacilim, aynam, cımbızım...nerde yahuu?” olmıyim. Sonra o yığın dağı açılıyor, açılırken devriliyor ve karman çorman edilerek kayıp eşya bulunuyor. Ertesi hafta Oya yeniden aynı yığını dağ yapıp kırmızı polar battaniyemle kapatıyor. Bu böyle sürüp gidiyor. Bazen kayıplar kaybolduğu yerde kalsın desem sadece battaniyemi kaldırdığımda bile dağ devrilebiliyor. Nasıl ince bir dengesi varsa bu gavur dağının artık, bilemedim.

Neyse mercimek, diyordum. Yaptım mercimeği. Şövalye içmedi. Annesi doyurmuş onu. Zaten de beğenmedi. Ezmemiş, süzmemişim. Evde blender yok ki. Olsa da uğraşamam. Hiç süzmem ben mercimeği. Bir de işin yoksa blender’ı kur, o yoksa süzgeç üstünde kaşıkla ez. Bir dolu bulaşık çıksın. Peeh. Dişlerimde eziliyor, ağzımda süzülüyor ya. Yeter.

Oya’ya temizlik çıksın istemiştim ya. Ne kötü bir insanım ya da ne sevgili kulu Allah’ın Oya. Bilemedim. Gece yatmadan çorbayı dolaba kaldırayım istedim. Tenceresinin sapı elimde kaldı. Gerisi yerde. Halıda. Kapıda. Duvarda. Turuncu turuncu, yapış yapış. Oya’yı beklemez bu. Aldık artık elimize bezi, süngeri. Ha babam halı sildik, yer sildik, kapı, duvar sildik gece gece. Hayır, evin her tarafının elimde kaldığı yetmiyormuş gibi zaten üç tane tencere tava vardı, onlar da bizlere ömür.

“Bir daha yemek yapma, minno. Yazık, çok yoruluyorsun” gibi tuhaf bir cümle kurdu Şövalye. Gece temizliğinden yorgun düşmüş, uykuya dalmak üzereyken.

Cuma, Ocak 12, 2007

Uyanmış!

Saat 11'de arıyorum. Uykudan uyandırıldığına kızgın bir ses. Başka bir gün öğlen 1'de arıyorum. Aynı kızgın ses. 3'te arıyorum aynı. Derken geçen gün işten çıktım, eve gittim, yemeğimi yedim. Sonra aradım. Akşam saat sekiz. Yine aynı. Eeeh, oldum. Bu ne yahu? O da bana çemkirdi aynen. Bana neymiş. Hiç Hafiye'ye ne, olur mu? Karışmadan yaşayabilir mi?

Geçenlerde bir akşam oturduk CV'sini yazdık beraber. Her gün ısrarla soruyorum. Bir hafta geçti hala bir yere başvurmamış. Kariyer net bozukmuş. Bana yolla, dedim. Ben n'apabileceksem. Uğraşır didinir bulurum nasılsa başka yöntemlerle onu yaymayı. Önce nodüllü nodüllü güldü, sonra da azarladı bir.

Gerçekten ilginç bir hatunmuşum. Neden bu kadar müdahilmişim. E, çünkü içim rahat etmiyor onun düzensiz hayatından. Onun uykuculuğu, tembelliği, uflaması falan bana batıyor. Düzeltesim var. Düzgün bir işe girsin, onbirde uyusun, yedide uyansın. Izgara etli salatalar yesin, bol su içsin, spor yapsın falan istiyorum. Olduu, diyip gülüyor. Sonra yine 'sana ne yahu'luyor. Hakkaten bana ne. Neden haddini bilemiyor bu bünye?

Dün değil evvelsi gün de Levo annanesine yemeğe çağırdı. Bu şapti evde uyuycam, siz gidin diyor. Olmaz ayıp mayıp, incelik yapmış, hırtlık yapma etme, zorla götürdüm. Orda uyuyakaldı bu sefer. Misafirlikte uyuyakalan çocuklar gibi, az kalsın sırtlanıp götürecektik. Eve girer girmez uyudu. Gündüz oldu, işe geldim. Bu sefer kasmadım. Aramadım. Saat 3 gibi biip biip, esemes geldi. "Uyandım" diye mesaj atmış gülücüklü suratla beraber.

E, dedim, manyak kadın. Uyandırmasam da kendini böyle hatırlatıyorsun. 'Beni bugün sen uyandırmadın, aa, hayırdır', gibisinden. Onu boşverdik beni sordu. Anlattım işte. Sabah altıbuçukta kalktım, spor yaptım, banyo yaptım, işe geldim... 'Dur dur dur', dedi. Dinlemeye dahi enerjisi yokmuş. Başının belasıymışım. Sen, dedim, yeni uyanmadın heralde. Öyleyse 16 saattir uyuyor da. Yine kükredi bana. Bu sefer topladı pırtıyı ablaya gitti. Orası ücralığıyla bezginlere daha çok huzur vaadeden bir yer.

İkimizi de okuyan biri zaten ona benden en az beş kilometre uzak durmasını tavsiye etmişmiş. Ahaha, dedim. Evle abla arası sadece 3.7 kilometre. Arabayla giderken ölçmüştüm.

"Umarım kimsenin psikopatı olmazsın. Korkuyorum senden", dedi.

Salı, Ocak 09, 2007

Şöhret Yolunda

Cosmocular benden vazgeçtiler. Röportaj hatun gugıllamış, blog yazan başka kadınlar bulmuş kolaylıkla. Dolayısıyla benim 'resim vermem, isim vermem', sultan kanunlarıma katlanmasına gerek kalmamış. Şu gugıl çok rahatlık, canım.

Ben de gugılladım. Hoş, buna gerek dahi yok aslında. Pansiyon olsun Barışnerede olsun, 'seviyeli' bulduğumuz blog arkadaşlarımız dahi linklemişler kendilerini bunların bir kısmına. Bu kadınların kimilerinin yürekleri suskun bir peri kızı olmuş, kimilerinin kampana sesiyle gizemli tünellerden yalnızlığın başkentine doğru gidesi gelirken kimileri ilk masallarını dedesinin kucağında potinleri(!) yere değmiyorken dinlemiş. Kimileri 'gitmeyi, gezmeyi, görmeyi; hayata bu şekilde farklı açılardan bakmayı seven' kadınlarken kimileri kedili sıcak su torbası bulucam diye yıpranmış. Ve fakat ne olursa olsun pek çoğu gün batımında uçan martılar olsun, farklı ırklardan olmaları itibariyle ten renkleri kontrast yaratan şirin tonton bebecikler olsun, egzantrik mekanlarda uyuklayan kedi yavruları olsun bir yığın pıtırcık kartpostalı scan ederek koymuşlar sayfalarına. Ay çok güzeeel!

İşin birinci tuhafı, arkadaş diye bağrıma bastığım, beni tanıdıklarını sandığım KİMİLERİ ise 'sen bu siteyi çok seversin' diye bana ha bire bunları yollamaz mı? Çıldırıciiim. İşin ikinci tuhafı ise Hafiye iki yıldır uğraş didin, tehditle, şikeyle zoraki arkadaşları blogunu okusun diye kasarken öteki blogların hitleri çoktan yüzbinleri aşmış. Her bir yazıları en az 39 yorum almış. Yorumlar da bambaşka akıl fikir mucizelerine açılıyor elbet. 'Çok güzel olmuş', 'harika yazmışsın, ellerine sağlık', veya 'yüreğine sağlık'tan geçilmiyor ortalık.

Birbirini mütemadiyen alkışlayan, yalayan bir blog camiası var alenen. Bugünlerde bir çıkış arayan Düella dedi ki, bizim arkadaş çevresi yanlış tribünler, bizim asıl bunlara sızmamız gerek. Başka türlü şöhretin kapıları aranmaz. Ben de hala burda size laf anlatmaya çalışarak vakit kaybediyorum. Peeh! Başka blog açtım bile kendime. Oh olsun, yüreğime sağlık.

Cuma, Ocak 05, 2007

Öteden Beriden

Geriden gelmeye devam eden yazarınız aslında bütün gün blogunu toparlamaya uğraştı. Görücüye çıkacak diye. Cosmo dergisi blog yazan kadınlarla görüşmek istemiş. Resimler, röportaclar istemiş. Cosmocu bir röportac soruları yolladı. Eyvah ki ne eyvah! Meşhur olucam, diye önce bir hevesle başladım blogdan argoları, hakaretleri, (Türkler alıngandır hani) yanlış anlaşılabilecekleri ayıkla, uhuu, baktım, olacak gibi değil. Geriye kuş gibi bir şey kaldığı yetmiyormuş gibi tadı da kaçıyor. Salla dedim. Hafiye'nin meşrebi hafif. Görücü usüllük bir kız değil. Toplum hazır değil.

Hoş, Düella kendisininkini kolay ayıkladı. Seyahatname oldu çıktı pansiyon. Edebiynen. Hafiye linkini de söküp atacak sayfasından, görürsünüz. İzi kalmasın diye bu çabalar fakat ömür boyu yıkasa yüreğini çıkmaz bu aşkın lekesi, dedim. İnkar inkar bir yere kadar. O nasıl Yonc'a ültimatom koyuyor kocasının soyadını alıyor, babasınınkini atıyor diye. Aynı şey işte, Düellanım. Kel göründü.

Yonc dedik de... O ayrı bir şaptiye vakası. Şaşmaz. Cosmocu kızları başımıza o yolladı. Vay, bu konuyla ilgili en güzel arkadaşlar bende, gidin onlarla konuşun, diye. Her satırdan bir Yonc fiyaskosu damlayan bu blogları bir insan neden halka açar, ben anlamadım. Özgüvenden değil özbihaberlikten. Blogları okusa zaten böyle bir şeye kalkışmazdı.

Herkes Yonc'un nikahını merak ediyor, biliyorum. Pazar sabahı bize ihtiyacı olur mu, diye sorduk. Yok, dedi. E, dedik bizim de kuaföre falan gitmemiz gerekecek. Hani gelin bir kuaföre gider, düğündeki ağır top kadınlar da onunla gider, saç baş yaptırır. Herkesin paralarını da nikah salonuna götürmek üzere gelini kuaförden almaya gelen damat öder. Buna güvenerek saçımın kesimi geldiği halde bekletmiştim. Düella desen altı aydır tropik orman Jane'i. Saçları kaşlarına kavuşmuş. Pelinat desen Amerika'dan gelmiş. Saç kesimi falan haliyle kötü. Avucumuzu yaladık. Yonc bile evde yaptırdı saçlarını. Damat da duyarsa kriz geçirir diye bu dileğimizi dillendiremedik.

Nikah güzeldi ama. Yonc'un annesi bir cinnetle bütün salonu hizaya soktu, organizasyonu ele aldı. Yonc herzamanki gibi durumu abartmış. Damat geldi ve evet, dedi gayet. Tek protest hali kravatsızlığıydı ki şahsen bana batmadı. Sonra herkes şapır şupur öptü onları. Eğlenmek için de pansiyona yönlendik. Yonc, 30. doğumgünümde evlenerek rüzgarımı çalmaya çabaladı ama ı-ııh, her iki törene katılan kişilere sorun bir, herkes doğumgünümü koca bir kahkahayla anlatacaktır size. O kadar ki hatta, ertesi hafta yılbaşı da pansiyonda olsun diye imzalar toplandı, oylar, sloganlar atıldı.