Çarşamba, Eylül 30, 2009

Mutluluk Oyunu

Zürih’e gider gelirdim arada iş için. Bir numarası olmazdı. İki yıl kadar önce gittiğimde Basel’e de geçmem gerekiyordu. Yolu da uzattı bizi ağırlayan tayfa. Dağlar göller. Bir yere geldik ki cennet halt etmiş. Sessiz mi sessiz. Bir tek ineklerin çıngırakları duyuluyor. Heidi oldum. Bayırdan salındım. Ne güzeldi, yarabbim. Buralara da yazmıştım hatta o vakitler. Neyse, o gün bu gündür hep İsviçre'nin dağına bayırına gitmeyi istemiştim. Bayramı kısmet bildik. Gittik.

Memleketi o kadar sevdik ki ilk birkaç gün musmutluyduk. Her penceresinden çiçekler fışkıran bu sevimli yerlerde hayata karıştıkça ayarlar aldık tabii.

Her gittiğimiz yerin emlak piyasasını araştırmadan edemiyoruz biz. Hani uygunsa her yere yerleşebiliriz misali. İsviçre’de de bir şale alma ya da kiralama sevdasına düşüp emlak kataloglarına, emlakçı vitrinlerine bakındık. Memleket o kadar dudak uçuklatıcı pahalıydı ki içtiğimiz kahveyi düşünen ayransızlar olarak nasıl bir tahtırevan rüyası görüyorduk bilemiyordum. Şövalye’nin aa bak, uygun bir şale diye gösterdiği ilana heyecanla eğildim. Güzel bir bina vardı resimde ama meğersem sadece park yeri satılıkmış. Fransızca ilanları anlamıyor bizimkisi. Üff, dedik, oturduk. Memlekette 80-100 yıllık mortgage’lar varmış da ondan fiyatlar uzaya gitmiş.

Paso fondü yedik yemesine de dağın başında bir tencereye peynir eritip içine ekmek banma öğünü için adam başı 75 liradan aşağı çıkamamayı anlamadık. Neticede kuru ekmek peynirin fantezisine bu paralar çoktu. Bir yerden sonra ağır peynir kokusundan da bulantı gelmeye başladı zaten. Gerçek Heidi bu ağır yemeği yiyip hiç sekmeden bayır yukarı koşabilirdi ama ben yemekten sonra 200 metre bile yürüyemez hale geliyordum. Hatta fondü peynirlerinin kalori cetvelindeki gerçeğine ağır beyaz ekmekleri bandığımı da düşündüğümde bir fondü öğününün tüm günlük kalori ihtiyacıma bedel olduğunu hesapladım. Gözlerim ağlama öncesi titredi de günün geri kalanında aç kalmaya kalkıştım ama başaramadım.


Kaldığımız evin önü dev bir tarlaydı. Gece zifiri karanlıkta adeta Signs filmi gibi, uzaylılar tarlaya konup sonra da kapıları, çatıları tırmalıyorlardı. Yani aslında hava soğurken mobilyadan, beyaz eşyadan çıkan çıtırtılardı bunlar ama benim aklıma çok oyun oynattılar doğrusu.

Evden ayrılırken çöpleri çıkarmamız gerekiyordu. Bize tarif etmişlerdi. Bilmem nerede çöp bidonu varmış. Çarşamba günleri oraya atacakmıştık. Dedikleri yerde bir şey bulamadık. Çöp arka koltukta gittik saatlerce de atacak yer bulamadık. Sonra onları bir benzincide benzin alırken pompa yanındaki küçük ve de kapaklı çöp kutusuna tıkıştırdık ve hemen oradan uzaklaştık. Sınıra çok yakındık. Bir an önce kendimizi yollara vurmalıydık. Kameralar bizi çekmiş, kiralık arabamızın plakasını tespit etmiş ve en az 100 yuroluk yanlış yere yanlış çöp atma cezası yazmış olabilirdi. Ama sonra yolu karıştırarak kendimizi yine aynı benzincinin aynı sokağında bulmuştuk. Suçlular suç mahalline mutlaka geri dönermiş. Bir türlü çıkamadık o sokaktan.

Akşam olmuştu. Yoldaydık. Daha çok olmamıştı ama. Saat 8 olmuş, olmamış. O kadar taze bir akşam. Hem de hava muhteşem. Leman gölünü turluyoruz. Evian’dayız. Hani şu ünlü suyun yerinde. Bayağı bir şehir gibi gözüküyordu kendisi ama bir Allahın kulu yoktu sokaklarında. Şirketin genel merkezi en ortalık yerdeydi, havalı bir binaydı ama gene ıssızdı. Sonra bir Carrefour gördük. Girip su, bisküvi falan alalım dedik. Otoparkında rüzgardan uçuşan yapraklar girdaplar çiziyordu. İçeriden zayıf bir ışık sızıyordu ve gene kimseler yoktu. Restoran tabelalarının restoranları da karanlığa gömülüydü.

Nihayet ortamın en meraklısı Şövalye’ye afakan bastı. Eeeh, dedi. Yaşamam ben burada. 2025’te dünyayı saran virüs filmleri gibi. Bu ne be? Herkes öldü, bir biz kaldık sanki. Anladım ben. Burada çiçeği dikiyor, sonra iki mum ışığında evinde oturuyormuşsun.

Şövalye'nin zigzaglarını yorumsuz bırakamam ben de. Medeniyet böyle bir şey, dedim. Ne kadar az ortalıktaysan o kadar çok kendi başınasın. Kendini eğlemek için de mecburen artık okursun, yazarsın, ekersin, biçersin, keser, diker, gelişirsin.