Cumartesi, Eylül 29, 2012

Yuvaya Alışmak

Jelibon’un yuvaya başlaması biraz olaylı oldu. Başta Hayriye Hanım Jelibon’u her sabah yuvanın bahçesinde bekliyordu. Teneffüslerde Jelibon onu görünce kadıncağıza yapışıp ‘didices’ (gideceğiz) diye bağırıyormuş. Üstelik yuvada çok mutlu, çok uyumlu, çok oyuncu olmasına rağmen.

Ama zaten adamın olayı bu. Ona gitmek olsun. Bir yerde ne kadar mutlu, ne kadar eğleniyor olursa olsun birinden ‘gidelim’ lafı ya da tavrı görmeyiversin, hemen kapıda biter. Didices, didices, didices diye yüzlerce kez tekrar ede ede. Hem de o dakika anında ayakkabılarını falan giydirmeniz gerek yoksa ortalığı yıkar. ‘Ben de gitmek istooor’. ‘Ben de gitmek istooor’.

Bu anlamda babasının oğlu kendisi. Kurtlu ve gezenti. Devamlı değişik bir aktivite içinde olma ihtiyaçlı. Hayriye Hanım’la da çok uyumlular zaten o da, ikisi birden hayatta evde bulunmuyorlar. Akşama kadar sokak sokak, kapı kapı geziyorlar. Bazen Anne Şövalye bu duruma uyuz oluyor. Biraz evde dursun çocuk temiz temiz, titiz titiz istiyor ama nafile. Bizimkiler çingene modeller.

Geçen gün yine böyle Hayriye Hanım’a yapışmış, teneffüs bitip içeri girmelerine ragmen tutturuğu geçmemiş. Öğretmeni de biraz ikna etmeye çalışmış ama ‘ağlamakla bir şey elde edemezsin’ ve de ‘biraz kendi başına kal, sakinleş’ raconu gereği kendi haline bırakmış. Jelibon’un içerden gelen sesine dayanamayan Hayriye Hanım sınıfa dalıp, ‘yavruuum’ diye kapıp çocuğu çıkmış. Ağlatmayın oğlumu, diye de ses yükseltmiş.

Yuvanın psikologu neler yaptıklarını anlatmış. Bunun bir disiplin, ikna yöntemi olduğunu, Jelibon’un alışacağını falan anlatmış. Çocuk psikologu olduğunu ve bunun kitabının, ilminin böyle olduğunu söylemiş. Hayriye Hanım da "Siz okula gittiyseniz ben de 15 sene çocuk baktım," demiş. Yememiş.

Olay bana intikal edince yuvayla konuştum. "Jelibon bugün biraz arıza çıkarmış galiba", dedim.
"Hayır", dediler. "Jelibon’dan çok bakıcınız arıza çıkardı. Onu ikna edemedik."

Anlattı işte psikolog hanım yöntemini. Sonra da ‘Jelibon’un yuvaya alışma sürecinde şimdi maalesef başa döndük’ dedi. Bundan sonra her on dakikada bir Jelibon’u Hayriye Hanım’a götürüp ‘Merak etme, teyzen burada seni bekliyor. Burada güvendesin’ mesajı vereceklermiş. Jelibon yuvaya böylece daha kolay alışacakmış.

Yahu, dedim. Bizimki güven aramıyor, gezme arıyor. Bırakın Hayriye Hanım’ı, o sırada sokaktan geçen herhangi biri ‘gel gidelim’ dese gider bizimki. Ona gitmek olsun. Hayriye Hanım’ı görünce de aklına gitmek düşüyor. Öyle bakıcısına, anasına, babasına yapışık bir çocuk asla değil. En iyisi Hayriye Hanım’ın orada beklememesi, onun yuvadan çıkış saatine kadar ortamdan uzaklaşması.

Yok, dedi. İlim dedi, bilim dedi. Peki, dedim. Birkaç gün daha sizin dediğiniz gibi olsun ama bilin ki bu sürece sizin tarzınızda alışmayacak bu çocuk.

Nitekim dediğim gibi oldu. Hayriye Hanım artık Jelibon’u kapıdan bırakıyor. Bizimki kendi kendine içeri giriyor, ayakkabılarını değiştiriyor, sınıfına yollanıyor.Arkadaşlarıyla çok güzel oynuyor ve hatta da artık yuvadan ayrılmak istemiyor.

Bu çocuk yetiştirme denen şeyin zibilyon tane değişkeni var çünkü çeşit çeşit karaktere sahip çocuk var. Annesinden kopamayan kuzu da var, başına buyruk velet de var. Tek başına oynamayı seveni de var, yalnız başına çıldıranı da. Bazen Jelibon’la yeterince ilgilenemediğimi düşünüp onunla daha çok vakit geçirip mesela daha çok oyun oynamaya çalışıyorum. Benle iki oynuyor sonra suratıma bakmadan kendi başına bir şeye dalıyor. Onunla beraber oynamakta ısrar edersem de sinirleniyor. Bu duruma üzülecek ya da sevinecek bir şey de yok aslında. O sadece kendi gibi davranıyor. Ben de ona beni talep ettiği kadar müsait olsam yeterli sanki.

13 yorum:

Adsız dedi ki...

Evet hafiye hanım. Yeterli. Maşallah yetiyorsunuz. Bizim gibi değilsiniz. Biz pimpirikli insanlar, hep çok yoğun bir yetersizlik hissi içindeyiz. Hep vicdan azabı çekiyoruz. Hep nasıl biraz daha sebze yedirebilirimin derdindeyiz, kadının biri çocuğu için acayip bir yerden, organik bilmemne getirtmiş, diğeri evladına içinde katkı maddesi olan hiçbir şey yedirmezmiş bir öteki bademler cevizler ezer ballara katarmış, kimisi aktar aktar gezer, şifalı yiyecekler bitkiler kovalarmış, bunları görüp dinleyip, çocuğumuza yedirdiğimiz market ürünleri için üzülüyoruz, içimiz buruluyor. Eksikliğimizden, üşengeçliğimizden, bilgisizliğimizden utanıyoruz. Bebeğimize layık olmadığımızı düşünüyoruz, onu hak etmediğimizi sanıyoruz. Ama siz maşallah bu dertlerin hiçbirinden mustarip değilsiniz.Çoğu gdolu kıvam artırıcı ve süt tozundan oluşan mamaların içinde bir sürü vitamin olduğunu düşünüyorsunuz mesela. Bebeğinizin bir yuvada tek başına ağladığı fikri rahatsız etmiyor sizi. Ellemeyin ağlasın susar mantalitesiyle çalışan psikologla aynı fikirdesiniz, dahası o biraz daha insaflı, bakıcı yakında olsun çocuk kendini güvende hissetsin diyor, siz yok canım onun derdi gezmek diyebiliyorsunuz. Vallahi helal olsun, şu çocuk ayağımın altından çekilsin ki kafa dinleyeyim modeli, muhteşem bir insansınız.
Ama size bir haberim var. Sizin durumunuza duygulanım bozukluğu deniyor. Post-partum depresyonunuz, çocuğunuza duyduğunuz garip tepki ve duygusuzluk olarak devam etmiş. Bundan siz de rahatsızsınız. İkinci bir çocuğun, gürültücü, yaramaz bir erkek çocuğun aksine daha çıtı pıtı, daha sessiz ve daha uyumlu olacağını umut ettiğiniz bir kız çocuğun bu duygusuzluğa çare olacağını düşünüyorsunuz. İçinizde bizleri kasıp kavuran yetersizlik duygusu olmadığından ikinci çocuk konusunda da gözünüz kara. İnsanların daha fazla çocuktan korkuyor olmasını da zayıflık tembellik gibi şeylerle bağdaştırabiliyorsunuz.

İyiniyetli bir tavsiyem var; düzgün bir psikiyatrist bulun. Belki bir yerlerde size gerçekten yardımı dokunabilecek birileri vardır.

Yesim Arpat dedi ki...

Adsızların yorumlarını kocam ayarlıyor diye düşünmeye başladım artık. Ona okutayım, çok hak verecek size.

Yorumlarınızın hepsine harfiyen katılıyorum. Hatta benim gibi androidler sadece çocuk olayında değil, neredeyse diğer her konuda duygularından kopuk olduğu için bunu sadece postpartumla açıklamak da yeterli olmayabilir. Her bir durumun post travmasını yaşıyor olup duramam heralde. Bunu da soracağım psikiyatristime.

Bir tek fazla çocuktan korkmayı zayıflıkla veya tembellikle bağdaştırdığımı hatırlamıyorum. Normalde kendime çamur atmadığımı düşünüp bulmuşsunuz ama ben de bayağı korkuyorum açıkçası. Bir sürü iş şimdi. Sağlıklı mı endişesi bir yana, uykusuzluk, meme/kuku acısı, bir dünya misafir, çamaşır, sağma makinesi, biberon, yedi yemedi derdi. Sonrasında psikolojisi, travması, okulu, dersi, kursu, sınavı. Çocuk işi zor. Yo yoo. Hiç kolay diyemem. Yapmayanı da, az yapanı da gayet anlarım.

Ha, bana kolay. Çünkü ben kafa rahat bir tip olduğum için ayağımın altından çektirebiliyorum onları.

Adsız dedi ki...

Bu profosyenel anneleri de ben anlamıyorum. Her şeyi onlar biliyor.Yetersizlik hisleri başka anneleri eleştirirken ortaya çıkmıyor nedense. Başkalarına ders vermek bir çeşit kendini üstün görme bak ben neler yapıyorum demenini pasif agresif yolu değil mi?. Umalım ki bütün bu çalışmalar evlatlarının iyi bir insan olmasını da sağlıyordur. Herkes kendi çocuğunı başkalarından daha iyi tanıyor. Herkez kendi cocuğuna baksın başkalarına da laf sokmasın.Ben her zaman böyle lafların farklı bir yerlerden insanın karşısına çıkmasından korkarım.

Aylin

Adsız dedi ki...

İnsan sinirle yazınca ne kadar çok yazım hatası yapıyor.Hay Allah.

Aylin

Adsız dedi ki...

Adsız,

Millet sizi ezdikçe, siz de ezecek bir anne arayışına girmişsiniz bakıyorum. Madem psikolojiye girdik, kendi yetersizliğini kapatmak için, başkalarına saldırmaya da yansıtma deniyor.

Hafiyeyi, hayatta çocuk yapmaktan başka hiçbir başarısı, dünyaya katkısı olmamış anneler topluluğuyla karşılaştırmak biraz tuhaf. Bizim aktar aktar gezecek vaktimiz yok. Ha biz de biliriz başka anneleri ezmeyi. Pek çok annenin hayal bile edemeyeceği şeyleri veriyoruz çocuklarımıza. Ama kendimizle dalga geçecek kadar güvenliyiz. Ve oturup burada öğünmek için bunları anlatmıyor Hafiye. Siz tabi burda yazanları biliyorsunuz. Özel hayata girer ama Hafiye'nin çocuğunun sağlığı için yaptığı fedakarlıkları, annelik edebiyatı çeken bir çok kadının yapmadığını ben şahsen biliyorum. Çocuklarla ilgili kırk kitap okuduğunu da. Oturup onları anlatsaydı, herkes, aman ne harika anne derdi. Ama zaten okumaya, çalışmaya ve disipline alışık bir insan olduğu için, lafını bile etmiyor burada.

Ha yemek kısmında biraz sallar, doğru. Yemek yedirmek anneliğin o kadar küçük bir kısmı ki, memleketimizde buna bu kadar önem verilmesinin en büyük nedeninin, annelerin çocuklarına sunacak fazla birşeyleri olmamasından kuşkulanıyorum artık. Avrupa'da kimse bunu fazla sallamadığı halde, çocukları turp gibi ve bizden çok daha uzun yaşıyorlar. Çocuk aç kalmıyor ki. Besinli şeyler yiyor ki, boyu yaşının çok ilerisinde.

En komiği de, şifalı bitkilerin çoğunun şifalı olmaması, cahil cesaretiyle pek çok yan etkisi olan şeyleri annelerin çocuklarına şifalı diye vermesi ve organik sebzelerin son araştırmalara göre normal sebzelerden daha faydalı olmadığının ortaya çıkması gibi durumlar var. (Ha, ben organik tarımı çevre için destekliyorum ayrı.)

Hafiye çocuklarım ayağımın altından çekilsin demiyor. İşteyken, doğal olarak bakacak yer ayarlıyor. Bu bir. Çocuğunu herkesten iyi tanıyor. Çocuk ağladığında ne istediğini biliyor. Bu iki. Çocuğumu çok seviyorum diye boğan ve şımartan anne örnekleriyle dolu ortamlarda biraz tuhaf kaçabilir. Ama çok daha sağlıklı aslında.

İlerde hafiyenin oğlu, uyuşturucu müptelası, bunalımlı, işsiz bir serseri olursa, buraya döner demiştim dersiniz. Ama çok beklersiniz. Muhtemelen annesi gibi şirket yönetir. DAK

Adsız dedi ki...

bilmem kaçıncı 'adı olmayan kadın' yorumu bu! toplumun çoğunluğunun düşüncesini yansıtması, doğru bir yaklaşım olduğu anlamına gelmiyor.

ben de özdemir asaf'la cevap vereyim bu sefer: "kendi bahçesinde dal olamayan biri, girmiş (hafiye'nin bahçesinde) ağaçlık taslıyor".

olamadığınız her şeyin hıncını hafiye'den çıkarmaya çalışmak, bana insafsızlık gibi geliyor.

dü.

Adsız dedi ki...

Yeni yazınız enteresan olmuş. Böyleysem bir nedeni var gibilerden?? Annem beni kötü büyüttü, ben yine ona göre harikayım, çocuğa serbestlik tanıyorum gibilerden.
Ben ilk adsızım bu arada, merhaba. Adsız yorumcu çok rahatsız ettiyse kendime bi nick uydurabilirim, adlı olmak da nick sahibi olmaktan ibaret ya. Düzenli bir şekilde blog yazacak kadar atıl zamanım yok, ama arada bi birşeyler bakarken karşıma çıkan şeyleri okurum.
Dünyaya hiç katkısı olmamış anne demiş arkadaşınız, dünyaya katkısı olmaktan çalışmayı kast ediyor olmalı, yoksa buralarda nobel ödüllü arkadaşlar var da bizim mi haberimiz yok?
Dünyaya katkım var ;) Üniversitenin lk yıllarından beri çalışıyorum, hatta yazdığım yorumu da çalışan annenin perspektifinden, zamansızlığın, çocuğu az görmenin insanda yarattığı pişmanlık hissinden yola çıkarak yazmıştım. üstelik yemekle alakalı da değildi, "çocukla bir süre oynadım sonra dikkati dağıldı heralde yeterlidir" cümlesine tepkiyle yazmıştım. Dahası da var, yorumda bahsettiğim doğal yiyecek kovalayan, aktarcı kadınlar da ev hanımı değil. Hepsi çalışıyor, üstelik bazıları çok "başarılı".Hiç çalışmayan tanıdığım yok. Ev hanımı anneler Kadınlar Klübünde. Bloglara hala beyaz yakalılar takılıyor, içiniz rahat olsun:)
Profesyonel bir anne değilim, amatör, part time bir anneyim. Ben bunun altını çizdiğimi sanmıştım, ama yanlış anlaşılmış.
Zaten acı olan da bu Hafiye Hanım ve ekürisi. Kıyas emsal arasında olur. Sizin şartlarınızdaki insanların sizden daha iyisini yapabildiğini görmekdir insanı üzen. Etrafınızda böyle titiz özenli tipler yok mu? Hayret. Aynı ülkede mi yaşamıyor muyuz? Ben sizin kendinizi azı için yeterli görmenizi eleştirmiştim. Bir de herşeye yetebilen süperanneler var, onlar da bu kadar şey yapıyorum, kendimi parçalıyorum daha ne yapayım öleyim mi modundalar. Onların da içi rahat. Benim gibi arada kalmışlar da, çok fazla şey yapmak istiyor ama çeşitli nedenlerden dolayı yapamıyor ve yoğun bir pişmanlık ve yetersizlik duygusu içindeler.
Her ne kadar o herşeyi harika yapan anneler gibi olamasam da size de tepki duyuyorum Sayın Hafiye. Madem yapamıyorsun sen de benim gibi pişmalık duy, kendini o kadar çabuk affetmek de neyin nesi?
İçten içe beni haklı bulduğunuzu biliyorum:)
Kendimizi "birşey" sanıyoruz, karşımızdakini de başka birşey sanıyoruz ama ikisi de yanlış oluyor çünkü algımız çarpık. Siz ve arkadaşlarınız beni evde oturan kifayetsiz bir kadın zannettiniz ama öyle değilim.
Şimdi ben sizi ne sanıyorum ona gelelim.
Yazmışsınız, bir havayolu şirketinde orta düzey yönetici olmalısınız. Strateji planlama, iş geliştirme gibi bi şey olduğunu tahmin ediyorum. Sık seyahat etmeniz network çalışması yapan bir departman olabileceğini de işaret edebilir. THY değildir çünkü on yıldır çok akepeleşti. Yabancı bir havayoluysa zaten yaptığınız iş de hattın karlılığını göstermeye çalışmaktan başka bişey olamaz. Ama iş temelde databaseden veri çekip 2. sınıf excel sunumlarıdır işiniz. Önce kendiniz yaparsınız, haspel kader terfi edince altınızda başlayan mühendis çocuğa yaptırılır. Yönetime kendiniz yapmış gibi sunmak bu işin olmazsa olmazlarındandır. Eküriye gelelim iki seçenek var, ya yabancı bir markanın Türkiye distribütörlüğünü yapan dandik bir şirkette muhasebeciden hallice çalışmayı uluslararası bir şirkette finans yönetimi diye pazarlayan kardeşlerimizden olabilirler ya da daha kurumsal bi yerde it falan olabilir, o daha kebap bir iştir. Yazılım yönetimi, analist, proje yöneticisi gibi havalı titlelar vardır. Ama onda da yapılan iş yazılım konfigürasyonundan ibarettir. Bir de iş hayatının çetrefilli yollarıyla uğraşmak istemeyen tuzu kuru arkadaşlarımız vardır, onlar da üniversitede kalmayı tercih ederler. Zengin koca zengin baba ekseninden hareketle öğretim görevlisi sonra yard doç falan olurlar. Bilgi üreten kişi, bilim insanı, aydın kesim gibi çeşitli isimleri olur. Getir götürü asistana yaptırıp, bölüm odasında, sabah 9.30 akşam 16.30, çay kahve muhabbet, dedikodu, markafoniden gibi şeylerden oluşur. Evet. Ben böyle zannediyorum. Ne kadar yanlışım kimbilir :)

Yesim Arpat dedi ki...

Yeni yazımın konusu ‘böyleysem bir nedeni var’ değildi. ‘Elalem benden beter ama kafaya girebildiklerinden kendilerini şahane sanıyorlar’ yazısı idi. Böyle olmamın sebebi yok. Sebebi tanrı vergisi diyelim. Ben insanların oldukları şey olmalarına sebep olarak çevrenin etkisinin -aşırı travmatik durumlar dışında- az olduğuna inananlardanım. Buna dair fazlaca deneyim yaşadığımdan bu fikre evrildim. Annelik mevzuularında ne yazıyorsam bu inancıma mutlaka bir dokunurum zaten.

Bana neden pişmanlık duydurtmaya çalışıyorsunuz? Duyduğum/duyacağım pişmanlığın kime ne faydası var? Ben daha çok pişman olduğumda çocuğum daha ‘iyi/sağlıklı/mutlu’ bir insan mı olacak? Ben de zamanında üzüldüm, iyi bir şeyler yapmak isterken ters giden her durumdan pişman oldum, kendimi yıprattım ama geçtiğim yollara baktığımda kendi kendime debelendiğimi gördüm. Daha evvelki yazılarımda da vardır. Ben de pırasa verdim oğluma. Yemedi. Yemiyor. Türlü kitaplardan türlü yöntemler denedim. Aç bıraktım. Süsledim. Şarkılar eşliğinde verdim.. Olmadı boğazına bile dizmeye çalıştım tadına bari alışsın diye. Neticede çocuğunuz pırasa yiyen bir çocuk olduğu için ona pırasa yediriyorsunuz, dedim. Bu illa da sizin üstün annelik kabiliyetinizden kaynaklanmıyor. Hala da derim. Çıkarın pırasa yedirmeyi yerine başka bin tane şey koyun. Çoğu şey için geçerli bu.

Acı duygularla yaşamanın kimseye bir hayrı yok. İçten içe sizi hiç haklı bulmuyorum. Bilakis, madem bu kadar akıllı bir insansınız, annelere ve kendinize yüklenmeyi azaltıp babalara, eğitim/kreş sistemine falan yüklenin azıcık. Anneler bayağı bir yükün altında zaten. Aneler annelerin kurdu olmasın, yazık.

Ben sizi evde oturan kifayetsiz biri sanmamıştım. Genelde profesyonel annelerin çocuklarının ihtiyaçlarına yetişmek konusunda daha çok vakitleri oldugu yadsınamaz. Ama yine de en iyi defans saldırıdır misali benim ve arkadaşlarımın işlerini ve analitik kafalarının tahmini kaynaklarını aşağılayarak olaya girmişsiniz. Ama siz de yanılmışsınız. Benim adıma yabancı havayolu ve 2. sınıf exceller doğru idi ama o ortam 20’li yaşlarımda kaldı. Keşke iş hayatım hala o zamanki kadar rahat olsa ama bunun bir önemi yok çünkü ben çok kodaman/patron/binlerce kişiyi yöneten milyarlarca dolarlık şirketin genel müdürü olarak çok meşgul bir anne olsam bana anlayış yapacak ve bana pişmanlık duydurtmaya çalışmayacak mıydınız? Sanmıyorum.

Arkadaşlarım adına yaptığınız tahminler de çok uzak. Finanstan, muhasebeden keşke anlasaydı bir tanesi. Parasını pulunu bilirdi belki :) Akademi de değil IT de değil. Hiçbiri değil meslekleri. Analiz kafasının kökeni teknik işler/meslekler değil. O yüzden daha güzeller ya.

Adsız dedi ki...

Oooof, herkes sizin etrafınızdaki işleri yapmıyor. Hafiye çok daha yukarda bi kere. Burada tanımlara uyan bir tek ben çıktım. Buyrun, akademisyenim. Okulda çay karıştırıyor, evde koca-baba parası yeyip, çocuğumu ihmal ediyorum. Tatmin oldunuz mu? Şu dediğiniz tanıma uyan bir akademisyen tanısam, içim yanmayacak.

Yani çocuğun yemeğine ceviz, badem falan karıştırıp, organik yedirmede ne var ki? Ben de yapıyorum bunları. Daha çocuğumun ağzına katkılı bir zerre, tam olmayan tahıl girmedi. Evimiz de aktar deposu gibi zaten. Bunlar zaman bile almayan şeyler. Paranız yeterse, organik almak kolay, o kadar. Normal kereviz yerine, organik kereviz alıyorsunuz. Bir dakikada yoğurt yapıyorsunuz. Çocuk yetiştirme üzerine okumadığım kitap da kalmayacak yakında. O da mesleki maraz. Herşeyi okurum. Şimdi bunlar beni süper anne mi yapıyor? Yok. Süper anne diye bir kavrama inanmıyorum ki ben. Herkes elinden geleni yapıyor zaten.

Çok da ciddiye almayın kendinizi. Atom parçalamıyoruz burada. Benim cidden atom parçalayan, Nobel olmasa da, dünya çapında bilimsel ödüller alan yakınlarım da var. Katkı derken, onlar kadar, dünyayı etkileyecek buluşlar yapmayı kastetmemiştim ben. Çalışmayı da kastetmemiştim. Hayatı boyunca hep alan, hep bencil insanları kastetmiştim. Türkiye onlarla dolu. Çalışanları da aynı. Bir gün bir kimseye hayrı dokunmamış, hayatta hiçbirşeye inanmamış, kendinden büyük bir hedefe hizmet etmemiş insan güruhu idi kastettiğim. Yanlış anlamışsınız yaptığım ayrımı. Hayatında ilk kez gerçek sevgiyi, birşeye hizmet etmeyi, fedakarlığı çocuğuyla tadan insanlar bunlar. Öncesinde bencil yaşamlar sürmüşler. Karşılıksız sevmemişler. O yüzden çocuk sahibi olmak onlara bu kadar önemli, olağanüstü geliyor. Oysa 100 binlerce yıldır, 10 kadından dokuzunun yaptığı birşey yapıyoruz sonuçta. Bir kere sağlıklı bir çocuğunuz varsa ve çouğunuza bakacak paranız varsa annelik gayet zevkli birşey. O kadar zor gelmiyor o yüzden. Sonra paylaşılan bir yük. Anneanneler var, kreşler var, babalar var, doktorlar var, hatta şanslıysanız bakıcılar var. Tamam asıl yük annede ama, herşey değil.

Adsız dedi ki...

Devam ediyorum:

Her gece 3-5 kere kalkmam, sabahın köründe uyanıp çocuğumla ilgilenmem, işte süt pompalamam, eve dönünce nefes almaya vakit bulamadan çocukla ilgilenmem, bunlar mı süper anne yapar insanı? Bunları ben de yapıyorum, tanıdığım herkes de. O yüzden bunlar bana, ya da Hafiye'ye hiç özel gelmiyor. O yüzden, ah şunu şöyle yaptım, çocuğa bunu ettim diye anlatılmıyor burada. Hatalarımızı, saçmalıklarımızı konuşmayı tercih ediyoruz. İnsanız, çocuğumuz konusunda da eksiğiz, saçmalıyoruz bazen. Bunu da biliyoruz, yazıyoruz, konuşuyoruz.

Ben uyanık olduğum her an ya çalışıp, ya çocuğumla ilgilenirken, ona devamlı ilgi ve sevgi göstermeye çalışırken, her ihtiyacını karşılamaya çalışırken, ona iyi örnek olabilmek için evde sesimi bile yükseltmezken, neden suçluluk duyayım ki hem? Mükemmel olamam. Süper olamam. Elimden gelen bu. Bundan fazlasına canım yetmiyor. E o zaman? Ben niye kendimi eksik hissetmeliyim? Çocuk benimle oynamak isterse oynar. İstemezse arkasını dönüp, oyuncağıyla oynar. Zaten yapılması gereken de o.

Yani biz neyi tartışıyoruz burada? Ekürinin çocuklu olanlarının çocukları mutlu ve sağlıklı. Hepimiz de ahlaklı ve çalışkan olmaları için onlara örnek olmaya çalışıyoruz. Kendi annelerimizden de daha iyi olmaya çalışıyoruz ki ben açıkçası ona bile çalışmıyorum. Annem gibi olsam, çok mutlu olurdum. E? Yetmezsin, azsın, suçluluk duy kavgası niye? Bunları tek tek, kalem kalem mi anlatmak gerekiyor. Her gün yaptıklarımızı yani. Bunları yapmayan anne var mı ki? Herkes elinden geldiğince, imkanları dahilinde parçalanıyor. Ama bir grup, diğerlerini suçlu hissettirmek için çok çaba harcıyor. Bu saçma değil mi?

Organik yedirmeyen keyfinden mi yedirmiyor? İmkanı olsa, çocuğu da yese, herkes çocuğunu en katkısız, en faydalı, en doğal besinlerle beslemez mi? Benim imkanım var diye, çocuğum yiyor diye, başka anneleri aşağı görmem mümkün olabilir mi? Bu anne ve çocuk kıyaslama sağlıksız değil mi?

Ben feministim. Yetmezsin, suçluluk duy, kötü annesin falan, bunlar çok kadın düşmanı söylemler. Ben kadınları çok seviyorum. Anne olsalar da, olmasalar da. Mükemmel olmasalar da. Mükemmel olmayacaklarını kabullenseler de. O yüzden bu kadar savunuyorum diğer anneleri. Annelik o kadar kutsal birşey değil. Hayatta yaptığım en zor iş de değil açıkçası. Çok güzel, çok değerli, çok zor, ama herkes yapıyor. Herkesin yaptığı birşeyi, bu kadar yüceleştirmeye gerek yok. Önemsiz demiyorum. Belki hayattaki en önemli şey. Benim için çocuğum en değerli şey, tamam. Ama sıradışı değil.

Dün gece uyumadım. Neden? Bebek gecede kırk kere uyanıp, kucağıma gelip, meme emmek istiyor diye. Her gece oluyor bu neredeyse. Her seferinde suçluluk duyarak kalktım. Hiçbiri çocuğum hakkında değildi. Acaba öğrencilere şunu anlatmanın daha iyi yolunu bulabilir miyim, şu konuyu nereden araştırayım diye rüyalarım bölünüyor. Ama anneliğe gelince, kusura bakmayın, bana kimse suçluluk duyuramaz. Arada uğramıyor değil, ama kovuyorum bu hissi. Uykumu, bedenimi, paramı, vaktimi, fikrimi, sevgimi bebeğime harcıyorum. Eksiğim çoktur. Hep olacak. Çocuğumda da, benim gibi, herkes gibi birçok eksik olacak. Ama ben ne çocuğumu, ne kendi anneliğimi kimseyle karşılaştırmadım. Karşılaştırmam. Bu koca karşılaştırmak gibi anlamsız bir aktivite. O zaman o suçluluk geçicidir, uçar. Bebeğim bir iş değil, kariyer değil, performans değerlendirmesi yaptırmam. O bir mutluluk kaynağı ve umarım ben de onun mutluluk kaynağıyım. Yoksa niye anne olduk ki? Bırakın kendinizi süper annelerle karşılaştırmayı. "Herşeyde geride kaldım, ama en azından geride kaldım diye dertlendiğim için iyi bir anneyim" psikolojisinden de kurtulun. Ben eminim elinizden geldiğince iyisinizdir, hepimiz gibi. Kimseye bakmayın. Suçluluk duymayın. Feminist olun. Hemcinslerinize biraz daha tahammüllü olun. Bizim şapşal annelik itiraflarımıza gülmeyi öğrenin. DAK

Adsız dedi ki...

Bravo DAK,

epeydir uzaktan hafiyenin yazdiklarini okuyorum. icindeki ironi, mesafe, klasik yüce annelik söylemini israrla istereyerek bilerek kullanmayisi ve daha bir cok örnek. ben hepsini acaip sevimli buluyorum, hepsi cok insani cok gercek. beni geriye götürüp annelik dönemimi hatirlatiyor. Hafiye ve arkadaslari yanliz degilsiniz. Benim hosuma giden en güzel yani ise (cocuklarimiz 21 ve 22 yasinda, onlari yutdisinda büyüttük) artik Türkiye'de de bu tür annelerin sayisinin cogalmasi. Bu beni acaip sevindiriyor.sizi ilgiyle ve sevgiyle izliyorum.

selamlar

Sara

Adsız dedi ki...

hafiye hnm kendi bloğunuzun altına başka biri gibi yorumlar gireceğinize bebeğinizle ilgilenseniz belki daha iyi hissedersiniz kendinizi. bu dak ne hikmetse sizin argümanlarınızı, sizin üslubunuzla ve hatta bazen aynı cümlelerle savunuyor.
ne diyeyim, acınası bir durum.

annelikten bu kadar uzak hissediyorsan neden çocuk doğurdun? sanırım kolay hamile kalamayınca bu iş inada bindi. peki ilk çocuk bu kadar travmatik bu kadar zor olunca ikinciyi neden doğurdun? hani parkta bi yaşlı kadın sana tek çocuk hiç çocuktur dediğinde, yedekleme yapmanın bu devirde gereksiz olduğu beyan etmiştin ve bir de üstüne bi takım extremist çevreci salakların gezegeni kurtarmak için insan ırkının ürememesi için saydıkları gerekçeleri üşenmeden liste halinde (türkçeye de çevirerek) yayınlamıştın.
kocanın ısrarlarına mı dayanamadın?
tutarsızlıklar o kadar çok ki hangisini söyleyelim. önceleri ben sevecen bi anne değilim diye hava atıyordun, sonra çocuğun kucağından seni iterek tekmeleyerek kaçtığını, sana sevgi göstemediğini, hırçın olduğunu yazıp, karşılıklı sevgisizliği, küçücük bebeğin çoook özgür ruhlu bi yaratık olmasına bağlamıştın. çocuğuna, kimbilir üzerinde kaç çeşit kanserojen, toksik boya olan, çin malı, 3 kuruşluk oyuncağı verip, aman iyisini alıyorum da ne oluyor bununla da oyanayabilir, oynasın işte tarzı laflar edebilen çoook özenli bi annesin sen. bi de bunları mağrifet gibi yazman, birilerinin de bunları destekliyor falan olması nerdeyse gereküstü geliyor ama sonra düşününce çocuklarına şiddet gösterip bunun normal kabul edilmesini savunan hatta yasal olmasını isteyen manyakların da, pedofiliyi aşkın bir başka biçimi olarak tanımlayan canavarların da yazıştığı çiziştiği, birbirlerine destek verdiği bir sürü platform olduğu düşünürsek aslında normal...
burada yazdıkların sızlayan vicdanını bastırmak ve kendini biraz rahatlatmak için için ordan burdan eşelediğin, ama içten içe inanmadığın zırvalar mı?

Yesim Arpat dedi ki...

Kendi yazıma kendim yorum yazacak kadar önemsiyor olsaydım buraları ayda yılda bir yazı yazmazdım heralde. Kaç kişi okuyorsa bu blogu geliyor birtakım istatistikler. Günde 50 hit ancak alıyorum. Onun da 49'u google'da alakasız şeyler ararken gelip 5 saniyeden evvel çıkanlar. Siz bunca döşendiğinize göre oldukça önemsemişsiniz, çok teşekkür ederim ilginize.

İkinci çocuğu neden doğurduğumu herkes soruyor. Bununla ilgili umarım bir yazı yazabilirim bu aralar. (Ev çok kaotik, tahmin edersiniz ki) Çok özetle cevap vermem gerekirse sevecen bir anne olmamam çocuğumu sevmediğim anlamına gelmiyor. Sevecen bir insan da değilim ama sevmeyi biliyorum - en azından bildiğimi sanıyorum.

Konsept olarak çok çocuklu aileyi seviyorum. Evet, zor ve benim gibi birine zul geliyor şu bebeklik / küçüklük dönemi ama büyüdüklerinde ve daha akıllı bir iletişime geçtiğimizde keyifli olacağını sanıyorum. Çok tuhaf ve tutarsız da gelebilir kulağınıza ama ben üçüncü çocuğu da istiyorum açıkçası. Şövalye zaten beşinciyi bile istiyor :)