Salı, Mart 27, 2012

Yatılı Bakıcı En Çok Babalara Yarıyor

Evden işe gitmek için çıktığım her sabah, Hayriye Hanım sorar: “Şövalye akşama ne yer?”

Nasıl da irrite eder beni bu soru. Bazen ‘ne yerse yesin yahu’ derim ama bu sefer kadıncağız ne yapacağını bilemediğinden her şeyi yapıyor. Ev bal börekten geçilmiyor.

Hayriye Hanım da Şövalye’den geri kalmıyor zaten yemek konusunda. İkisi de boğazlarına feci düşkünler. İkisi de birbiriyle o yüzden feci mutlu.


Hani Hayriye Hanım 20 yaş daha genç olsa, 55 değil de 35 olsa, ikisi beraber, cennetten çıkma bir çift olacaklar. O derece.

Her gün börek, her gün tatlı. Homini gırtlak tipler. Kafalarındaki tek düşünce ne yesek, ne pişirsek. Bir gün de birisi çıkıp ‘Hafiye akşama ne yer’ diye düşünse ya? Bu kızın onlar kadar hızlı metabolizması yok. Yediğine dikkat ediyor. Salata falan yemek ister diye düşünseler ya?

Hem ben de her gün işe gidiyorum. Ben de her gün yoruluyorum. Ben de akşam aynı saatlerde geliyorum. Neden benim ne yiyeceğim sorun edilmiyor da Şövalye’ninki ediliyor?

Şövalye bir de evde yatılı kadın istemem diye kendini yerden yere atmıştı zamanında. Hiçbir şeyi tartmadan muhalefet eder zaten. Oysa farkında bile değil ki Hayriye Hanım en çok kendi işine yarıyor.

Hem ‘modern’ bir karısı var. Eğitimli, çalışıyor, kendi parasını kazanıyor. Karısını koluna taksa, toplum içine çıkarsa utandırmıyor. Üstüne üstlük, Hayriye Hanım sayesinde ‘geleneksel’ bir muameleden de eksik kalmıyor. Evde pastası, böreği açılıyor, hürmeti ediliyor.

Evde yatılı yardımcımız olmasa beni eve çakacaktı. Ben de evden dışarı çıkamayan bir tip olarak sanki onu öyle özgür bırakacaktım? Hayatı ona zindan etme yeteneklerimi kullanamayacaktım?

Ey, yatılı yardımcısı olmasını kadının lüksü gibi algılayan erkekler! Yatılı yardımcının asıl en çok sizin işinize yaradığınızın farkına varın artık. Tıpkı feminizmin en çok sizin işinize yarayıp, toplumu sizin için sadece işe gitmek kadar az ve öz bir beklentiye bağlayıp rahata erdiğiniz gibi.

Salı, Mart 06, 2012

Küçük Çocukla Restoranda

Düella’yı boşuna sevmiyorum. O kendi rahatına düşkün bir insan olduğu kadar empatik de bir insan. Yani aslında kendi rahatını düşünürken aslında benimle empati de yapabiliyor. Şöyle ki:

Çevremdekilerin genellikle çocuğu yok. Tek tük çocuklunun da çocukları melek ve yumoş. Haftasonu beraber dışarı çıkmayı, brunch yapmayı falan öneriyorlar. Hem de Jelibon’la. Onu da getirelimmiş. Özlemişlermiş.

"Ama ama", diyorum. "Öyle kuduruk ki, valla keyifli olmaz. İki kelime edemeyiz."
"Olsun", diyorlar. "Özledik, iyi olur. Biz de ilgileniriz" falan diyorlar. Iyi niyetli ama külliyen yalan olduğunu bile bile mecbur kalıp gittiğimiz oluyor.

Buluşma anı gelince arkadaşlarımızın ilgilendikleri şey yemekleri ve ortamları oluyor. Bizse mama sandalyesine oturmayı reddeden, totosunu koyabildiği maksimum üç dakika süresince de normal sandalyeden düşüp duran, bütün yemekleri mıncıklayıp yere döken ve en iyi ihtimalle onuncu dakikadan itibaren de restoranı ama en çok da mutfağını keşfe çıkan bir bücürle uğraşmak zorunda kalıyorum.

En iyi ihtimalle Şövalye’yle onar dakikalık nöbetler halinde Jelibon’u oyalamaya, daha doğrusu onu mutfaktan ve caddeden uzak tutmaya çalışıyoruz. Garsonlar da diğer müşteriler de etraflarında dolaşıp duran bacaksızı çok sevimli buluyor ama hiçbiri biz yemeğimizi yerden on dakika ona bakmayı düşünemiyor. Ben de garipsenirim diye öneremiyorum.

Düella işte bizle restoranlarda buluşmaya çalışanlar gibi yapmıyor. Bilakis, grup toplanması bile olsa “Jelibon geliyorsa ben gelmiyorum”, diyor. Kendisinin Jelibon’a baktığı falan elbette yok da adamın tüm tahmin edilemez ve önlemez enerjisiyle oradan oraya koşturmasına tahammül edemiyor. Ben de ona hak veriyorum. Bence de dayanılmaz.

Bir kere Jelibon’un bir restoranda bulunmaya ihtiyacı yok. Biz de ayakta restoranı dolaşmaktan ve inatla sokağa kaçmaya çalışan bir ufaklığı zorla masaya yönlendirmekle vakit geçirmekten keyif almıyoruz. Garsonlar da, restoran sahibi de ortalığa coco pops döküp sonra da üstlerinde tepinen bir veletin ardından temizlik yapmaya bayılmıyor olmalılar. Hele yan masalar gürültümüzden ve itiş kakışımızdan bıkmış oluyorlar. E, o zaman? Nedir restorana gitmenin amacı?

Geçen gün Çıtırlarla bu şekilde, önden erken bir saatte brunch için buluştuk. Öğlene doğru kalktık. Biz kalkarken Düella geldi. Jelibon varken gelmeyeceğini günler öncesinden bildirmişti zaten. Biz evimize gittik. Akşam oldu, Jelibon uyudu. Düella’yı tekrar gördüm. Sanki daha o sabah Çıtırlar’la iki saat geçiren ben değilmişim gibi, “Eee, Çıtırlar ne yapıyorlarmış?” diye sordum. Aynı mekanda vakit geçirmiştik ama hayatımızdan birbirimizi haberdar edecek dahi ortamımız olamamıştı. Onlarla yetişkin sohbeti yapabilen Düella sayesinde Çıtırlar’dan haberdar olmuştum.