Çarşamba, Aralık 08, 2010

11 Eylül

Yeni bakıcımız Hayriye Hanım tatlı bir rüzgar gibi içimi serinleterek hayatımıza girdi. Daha geldiği gün, içimden göçen kuşlar yuvaya döndüler. Üstelik bütün bunlar bir gün içinde oluverdi. Bir gün içinde Jelibon da büyüdü. Gece boyunca az uyanır oldu. Gaz sancıları azaldı. Gülümsemeye başladı. Sakinleşti. Her fırsatta maaşallah demem öğütlendiğinden otomatiğe bağladım, demek zorundayım: Maaşallah.

Acılarım azaldı ya, zaten ta başından beri ‘tatilde’ olduğumu iddia eden Şövalye bütün gün bir şey yapmadığımı, çocuğuma bakmadığımı ve kötü bir anne olduğumu tepeme kakmaya başladı. Akşam yediği yemeği ben yapmadıysam söylendi. Oysa ben ona zaten hiç yemek yapmazdım. İşyerimden biri arayıp işle ilgili bir şey sorduğunda telefonda geçirdiğim on dakikaya söylendi. Oysa ben zaten işimden kopamayan bir insandım. Gün içinde alışverişe çıktıysam söylendi. Oysa artık dışarda pek yemek yemediğimizden alışverişlerin hepsi hızla eksilen gıda ve temizlik malzemelerini yerine koymak içindi. Spor yaptıysam söylendi. Zira bahsi geçen bu vakitlerde çocuğumla değil, kendimle ilgilenmiş oluyordum. Bu da kötü annelikle eşdeğerdi.

Hiç tartışmıyorum. Evet, ben kötü bir anneyim, diyorum. Çocuğuma da bakmıyorum ve bakmıycam da. Bak, tekrar edeyim istersen. Bak-mıy-caaam.

Çocuğa bakmak ne demek Allah aşkına, birisi bana açıklasın. Gugıllarca bu soruya cevaplar aradım ve nihayetinde şu sonuca vardım: Bebeğin kanaması, ağır yanığı ya da uzun süre açıkta kalmış totosu yoksa iyi bir anneydim.

Evet, Hayriye Hanım bayağı bir yükümü hafifletti. İnkar yok. Ama Jelibon’a dair herşey gözümün önünde gerçekleşiyor ve bu esnada ben de ayaklarımı uzatıp seyretmiyorum. Bebek tayfasının başında on kişi dursa onunun da vaktini alır. Vakit süngeri gibiler. Mamasını içmesi yarım saat adamın. Günde 7 kezden 3.5 saat ediyor. Bir de bebeği beslerken güya bağ kurarmışsın. Bu işkence bitsin diye bekleşirken ancak ayağımı yere tıp tıp vurup dururken parkelerle ayağım bir bağ kuruyor. Gazını çıkarması, temizliği, oynaması, parka çıkarılması derken hooop akşam oluveriyor. O kadar yoruluyorum ki ayaklarım, sırtım, belim devamlı ağrıyor.

Adamı evin dibindeki parka çıkarmak bile dert. Kat kat giydir, pusetini çıkar, yanına emzik al, sıcak su al, mama al, ağız bezi al, emzik silme mendili al. Islak mendil al. Evde giydirince paltosunu, montunu adam bas bas bağırıyor. Sıcak basıyor sanırım. Anası kılıklı. Sevmiyor sıcağı, kat kat kumaşı. Kapı önünde bir gürültü kıyamet iki ayağım bir pabuca giriyor çabucacık dışarı çıkalım diye. O aceleyle illa evde bir şey unutuyorum. Ya telefonumu ya beresini.

Sabahları kapının önüne gazetemizi bırakıyor kapıcı. Katı bozulmadan kalıyor. Ertesi gün atıyoruz. Her Cuma The Economist’im geliyor. Her hafta en az 20 makalesini mutlaka okuduğum dergiye dokunmayalı aylar oldu. Sıra sıra dizdim. Vakit bulunca güya topluca okuyacağım. Jelibon evden ayrılacak yaşa gelince heralde artık.

Yazılı basın kadar görselinden de haberim yok. TV olayımız Hayriye Hanım’ın sabahları yarım yamalak dinlediği (izlediği değil bakın, dinlediği) Doktorum programından ibaret. Dünyadan bihaberim. Wikileaks falan olmuş. Şövalye bahsediyordu yemek yerken. "Wikileaks’i duydun mu?", diyor adam, entelektüel bildiği karısıyla olayın dünyadaki etkisini tartışmak umuduyla. Bense Vicky Leeks diye birinden bahsediyor sanıyorum. "Yok", diyorum. "O kim?" "Ohoo", diyor Şövalye. "Siyasetin 11 Eylül’ü oldu. Haberin yok".

Benim hayatımın 11 Eylül’ü olmuş be adam. Matem tarafını çıkarırsak teşbihin, 11 Eylül kadar yer yerinden oynadı hayatımda. Hala da oynuyor. Hayatımın ortasına Jelibon düştü. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Hafiye bak demedi deme bu gidisle bir gun butun kizlar toplanip dovecegiz sovalyeyi. Sonra `aman kocamin agzi burnu yamulmus, disleri burnu kirilmis` diye aglama. Bu adam nasil sovalye allasen? Okudukca sinirlerim bozuluyor. Sana hic mi destek olmuyor bu adam? Hic sevmiyorum kocani. Bunlarin hepsi mi boyle, en elitist takilani bile is karisina gelince cizgili pijamali, sali gunleri patlican musakka yiyen, firca biyikli alt orta sinif amca moduna burunur? Anneannemin tabiriyle soyhasindan asacaksin hepsini.

(Daha once de yorum yazmistim, o zaman gorsem cantami kafasina geciririm demistim ama anlasildi canta manta kesmeyecek)

melontheroad dedi ki...

Anneme de okudum çok güldü :)şövalyeye de kızdı valla o hengâmede önüne yemek gelmiş yiyeceğine bir de kimin yaptığını mı sorguluyor, bu erkeklerin hepsi aynı dedi.
Cocuğun neresi aglak bizdeyken hep uyudu :p (5 dakika görüp de astroloji haritasını çıkaran teyze yorumu yaptım ben de :))

huysuz dedi ki...

yazını okurken bir deja-vü hissi yaşadım. bu kadar mı aynı olur herşey yahu?
yalnız şunu unutmamak lazım ki kocalar hemen baba olamıyor maalesef. bizler mecburen 'anne' oluyoruz ama onların mecburiyeti de olmadığı için boşveriyorlar. bebe 2 yaşına falan gelince sahiplenmeye başlayacaktır, ha gayret :))

Yesim Arpat dedi ki...

Adsız arkadaşım, anneanneni tebrik ediyorum. Her yazdığına da katılıyorum. Erkeklerin hepsinin özü aynı.

Şövalye bana bunları etti diye benim de elim armut toplamıyor, merak etme. Bunları bir başka yazımda açıklayacağım.

dü. dedi ki...

ahaha, hadi dövelim, aradan çıksın:)

yine de erkeklerin hepsi ayni da kadinlarin hepsi ayni degil mi?

biri bakkala gidecekse, o genelde erkektir. biri benzin alacaksa, o genelde erkektir. tamirlik bir is varsa evde, olayi oyle ya da boyle kotarmasi gereken erkektir (di mi sovalye?:P)

kadin dusunur, hislenir, endiselenir, suslenir, yemek yaparken... erkek de ayak islerine kosar, dirdir ceker durur.

ben soyliim, sovalyenin isi de kolay degil. hafizaanim bu, insani kurutabilir:)

Yesim Arpat dedi ki...

Benzini alan da benim, bakkala giden de, tamir etmesem de tamirciyi çağıran da benim. Şövalye'ye bunları yapsın diye bıt bıt ettiğim doğru. Yapıyor mu? Hayır. Kadın dırdırı olarak kalıyor. Oysa ben hem kadınım hem erkek anasını satayım. Hiçbirini mükemmel de yapamıyorum. Hepsinden azar azar. Öldürmeyecek kadar. Ama hiçbir tarafa yaranmaya yetecek kadar da değil.