Çarşamba, Aralık 22, 2010

Çocuk Mutluluk Getirir Mi?

Küçükken annemle gündüzleri gün gezmelerine, haftasonları da anne-babamın arkadaşı amca-teyzelere akşam gezmelerine giderdim. Küçük şehrin sosyalleşmesi bu kadardı. Evler ve düzenleri de birbirine çok benzerdi. Ben çocuk olarak gezmede yerimde duramayıp mütemadiyen mobilize olduğumdan oturmaya gittiğimiz evlerin her yanına girip çıkardım. Bir tek Ayşe Teyze’nin evinde bunu yapamazdım. Ondan hep korkar, çekinirdim. Onlardaysak bana gösterilen koltuk-kanepenin dışına çıkmamaya özen gösterirdim. Usluluğumun sebebi Ayşe Teyze'nin bir canavar olması değildi elbette. Onun çocuğu yoktu. Ondandı.

Annemler Ayşe Teyze’nin çocuğu yok diye ona kah acır kah üzülürdü. Çünkü o çocuksuz diye neşesizdi. Hep gergin ve sinirliydi. Çocuksuz diye çok titizdi. Çocuksuz diye çocuklardan nefret ederdi. Yani gerçek böyle değildi muhtemelen. Ayşe Teyze ve kocası daha 80’lerde bizim tatil anlayışımız düttürük yazlıklara gitmenin ötesine geçememişken yurtdışlarına giderlerdi. Evlerinde seyahatlerinden aldıkları değişik tabak, çanak, biblo, resimler olurdu. Ayşe Teyze hep bakımlı, hep hoş, hep zarifti. Pek de kibar ve samimi bir insandı ama ben Ayşe Teyze hakkında edilen laflar yüzünden nefret edildiğimi düşündüğüm o evde kılım kıpırdamadan oturur, ortamda yokmuşum gibi olmaya çabalardım.

Çocuksuzluk bu kadar kötüydüyse alın işte ben çocuğum olduğu günden beri mutsuzum. Daha doğrusu mutlu değilim. Öylesine bir şey’im. Daha daha doğrusu eskisinden daha paranoyak ve daha stresliyim. Hani o söyledikleri ve hep olacak dedikleri mutluluğun tavan yapması durumu, nirvana noktası, o his, ‘the baby bliss’ bana uğramadı.

Önce işin fiziksel zorluğu, hormonları, sonrasında da kısıtlanan sosyal hayatım yüzünden böyle oldu desek? Fiziksel zorluklar bana tomas pek. Hormonlar da gelip geçici. Sosyal hayatımda da bebek öncesi kuş mu konuyordu ki sanki, evde pinekliyorduk; şimdikinden pek de farklı değildi aslında.

Ee, o zaman?

Belki de fiziksel zorluklar ve sosyalleşmeler eskiden kendi tercihim doğrultusunda gelişirken şimdi zorunluluk ve kısıtlar dahilinde diye mutlu değilim. Tek istediğim Jelibon’un bir an önce üniversite yaşına gelip evden ayrılması. Ya da hatta üniversiteyi de bitirsin, bir işe girsin, aklı da başına gelmiş olsun. Ne bileyim 25 olsun. Ben o zamana neredeyse 60 olacağım ama kendi yaşlanma korkumdan geçtim. Bebekli hayatın faydası bu oldu şimdilik. Bir an önce 60 olabilirim. Hiç problem değil.

Bu laflar da çok cısss konular aslında. Konuştukça Şövalye kızıyor. Annem kızıyor. Bulmuş da bunuyormuşum. Böyle konuşursam Allah’ın gücüne gider, Jelibon’u benden alırmış. Yahu ben Jelibon’u kaybedeyim mi diyorum? Bu annelik bliss’ini sorguluyorum. Felsefi anlamda yani anne, bak, uff. Bebeğim olduğu için bir tatmin yaşıyorum. Jelibon’u da istiyorum ve seviyorum ama mutluluktan tavan yapmıyorum.

Gittikçe Sıdıkalaşıyorum. Anlatamıyorum. Aynı yerden bakamıyoruz. Memleket bile Kürt özerkliği kıvamına geldi. Dünyada cinsel tercihler, farklı ırklar, dinler, milletler kaynaştı ama bu çocukluluk mutsuzluğuna dokunulamadı hala diyordum ki bir telefon konuşmasıyla bu sulara sabunlara da dokunulduğunu öğrendim. Allah Dak’dan razı olsun. Liboş arkadaşım, çok okumuşum benim. Ona anlatıyordum böyle böyle diye. O da bunu gayet normal buldu. Bilimsel bilimsel yorumladı. Yapılan araştırmalara göre çocuğu olan insanların mutluluk seviyeleri düşüyormuş. Çocukları evden ayrılınca yeniden yükseliyormuş. Ay, dedim, susma konuş. Daha daha anlat. Çocuğu olanların hayat tatminleri yükseliyormuş ama gündelik hayat mutsuzlaşıyormuş diye devam etti. Evet evet, dedim. Ben de aynen böyle hissediyorum işte. Tatminkar bir paranoyak. Detaylarını da sonradan ben araştırdım. Çocuksuz evliler en mutlu insanlarmış. Eskiden acıdığımız Ayşe Teyze meğer bugünlerde özenilesi bir insanmış. Bilememişiz. Şöyle ki:

Harvard’da psikoloji profesörü Daniel Gilbert’ın araştırmasına göre ebeveynlerin çocuklarıyla ilgilenirkenki mutluluk seviyeleri ev işi yaparkenkiyle aynıymış. Aman da ne mutluluk! Çocukla ilgilenme aktivitesindeki mutluluk seviyesi spor yapmak, alışveriş yapmak, sosyalleşmektekinden çok daha az. Ha, bu demek değilmiş ki çocuklarla ilgilenirken arada kısacık gelip geçen keyifli, neşeli anlar olmasın. İşte genelde akılda kalan ve fotoğraflara yansıyan da o anlarmış.

Mutluluk evliliğin ilk yıllarında artar ve hatta bebek gelmeden önceki altı ay boyunca tavan yaparmış. O da bebeğin geldiği andan itibaren beraber günbatımında yol alacağınız hayaliyle ve şapti şapti bebek odasını sevimlilikle donatırken olsa gerek. İnsanlar çocuklarına harcadıkları zaman, emek ve paranın geri dönüşü olması gerektiği hissi yüzünden mutlu olduklarına ikna olurlarmış. Bir de bir ürüne ne kadar çok para harcarsanız o kadar iyisini alırsınız sanrısı çocuk için de geçerliymiş. Ona ne kadar çok emek, para, zaman harcarsanız o kadar çok mutlu olunacakmış gibiymiş. Mutluluk seviyesi çocuklar ergen olduklarında bir daha yeri öper, sonra onlar büyüyüp evden ayrıldıklarında yeniden başlangıç seviyesine gelirmiş.

University of Nottingham’dan Richard Tunney ise evrimsel anlamda ürememiz gerektiğini, dolayısıyla çocuk sahibi olmanın bizi –yine evrimsel anlamda- mutsuz etmemesi gerektiğini söylüyor. Haklı gibi duruyor. Ona göre çocukluluk değil de çocuklu olmaya müsait olmayan modern toplum şartları bizi mutsuz ediyor. Kadının ‘erkek gibi’ yetişmesi, sosyal hayatta aktif olması, anne olmasıyla kariyerinin yara alması, çekirdek aileyle beraber ortaya çıkan bakıcı/kreş sorunları, çocuğun özellikle de eğitimi için su gibi harcanan paraların aile bütçesini sarsması gibi şeylermiş aslında bizi mutsuz eden.

Olabilir de şartlar zırtken mutsuz, pırtken mutlu oluyorsam da tuhaf değil mi? The baby bliss sanki şartlardan bağımsız bir şeydi.
Okuyup kendiniz karar verin:

15 yorum:

Herbert dedi ki...

Çok iyi bi yazı olmuş bu. Her çocuk yapıcam diyene okutasım geldi.

huysuz dedi ki...

senin blogunu okurken kesinlikle dejavü yaşıyorum.
mutluluğun tavan yapması şöyle dursun, ben baby blues yaşamaktan kendime gelememiştim.
sanırım biraz fazla duyarlı, mükemmeliyetçi, özgürlüğüne düşkün, ince eleyip sık dokuyan ve en çok da 'kaderci'liğe inanmayıp sürekli sorgulayan yeni annelerin sorunu bu.
durumu olduğu gibi kabullenmek mutluluğun ilk şartı bence...

Adsız dedi ki...

yaa kizim tam acaba bu yastan sonra cocuk yapsam mi diye niyetleniyorum, doktora randevu aliyorum ondan sonra senin yaziyi okuyunca yine tirsiyorum. birsey degil zaten hic cocuk istemeyen (ama herkesin cocuguna bayilan) ve yazilarini cok yakindan takip eden kocamin bana karsi soylediklerini hakli hale getiriyorsun. biz sizin ayse teyzeler gibi olacagiz ama sonra 60 yasinda birbirimize bakip ahh ne yaptik biz diyecegiz. o zaman kapina dayanacagim:)Sen annadin benim kim oldugumu:)

Yesim Arpat dedi ki...

Adsız - Evet, senin kim olduğunu anladım. Bana reçete soruluyorsa üstüme vazife edinip siz çocuk yapın, derim. Kendim gibi cevaplarsam, zaten ben çocuğu ilerde pişman olmamak için yaptım. Yaşlandığımda 'yapsaydım keşke' dememek için. Yoksa iyiydi hayatım. Bir boşluk hissedip de çocuk yapmış değilim.

Çocuk öyle bir şey ki, yapmasan pişmansın yapsan da pişmansın. Ama yaptığında en azından pişmanlığın en başta 3 yıl, hadi bir de ergenliklerinde 3 yıldan 6 yıl pişman oluyorsun. Sonra geçiyor :)
Yapmayınca ömrünün sonuna kadar pişmanlık ihtimali var.
Bak süper rasyonalize ettim. Kocana böyle anlatırsan, anlar :)

Adsız dedi ki...

Peki ama sayın Hafiye bu olasılıklara eslik eden birer de utility/benefit degeri olmali ki carpip expected value'sunu bulalim ve ona gore karar verelim :) Adsizinbeyi

Gokcen dedi ki...

Senin yazinin ustune izledigim ve sana da yeni bir perspektif getirebilecegini dusundugum bir talk, izlemeni tavsiye ederim:

http://www.ted.com/talks/rufus_griscom_alisa_volkman_let_s_talk_parenting_taboos.html

Gokcen dedi ki...

Tam cikmamis url gibi geldi, soyle devam ediyor:
...parenting_taboos.html

Yesim Arpat dedi ki...

Bu konuşmacılar babble.com'ın kuruclarıymış. Ben de annelikle ilgili kafamı her kurcayalan sorunun cevabını oradan bulup rahatlıyordum birkaç aydır.

Mesela mamanın zehir olmadığını o siteden okuyup rahatlamıştım.

Başka rahatlamak isteyenlere:

http://www.babble.com/baby/baby-feeding-nutrition/breastfeeding-vs-bottle-feeding-why-baby%20formula-is-not-so-bad/

yenibiri dedi ki...

Çocuk için deliren ve sahip olamayan bu kadar insan varken neden sizin gibi çocuğu kariyerin önüne koyamayan, sadece "pişman olmamak" için dünyaya getiren ve her an herşeyden şikayetçi olan insanlara dünyanın en güzel olayı diye düşündüğüm çocuk verir ki Tanrı? Eşinizin de çok sabırlı olduğunu düşünüyorum yoksa bu duygularla zor.

Yesim Arpat dedi ki...

Sevgili Yenibiri,

Mesela şöyle düşünelim:
Parayı benden daha çok hak eden ve ona benden daha çok ihtiyacı olan ama benden daha fakir insanlar da var dünyada. Eğitimi de daha çok hak eden, kariyeri, evliliği, yuvayı, sağlığı, seyahati, vs.'yi de. Kimi şeylere az/çok sahibim ve o şeylere benden daha layık ama o şeylere hiç sahip olamayan insanlar var. Hepsine bin misli sahip olan da olduğu gibi. Hepsinin farkındayım.

Ama ilahi (ya da dünyevi) şans çizgisinin bulunduğum yerinde sahip olduğum şeylere şükretmekle yetinseydim, onları hiç sorgulamasaydım zaten ben olmazdım. Burada muhtemelen 'şımarık' bulduğunuz yazılar da olmazdı. Dünya bunu yapsaydı zaten hala taş devrinde olurduk.

Kariyerimi öne koymuş olduğumu da sanmıyorum. Çocuğumun bir müşkülü bunu gerektirirse (inşallah gerektirmez) işimi bir an düşünmeden bırakırım. Ama çocuğun iyi bir geleceği olması için o öne konmakla suçlanan kariyerin sağlayacağı refahın büyük etkisi olacaktır. Bunu da es geçmemek gerekir.

Şükretmekse hep ediyorum. Jelibon'dan önce düşük yaptım. O süreci de blogun 2009 ilkbahar/yazında bulabilirsin. Jelibon'a sahip olabilmek için bir dünya ilaç, bitki içip zorlu programlar takip ettim. Ailemde de sakat doğumlar var. O yüzden sahip olduğum şeyin kıymeti bende çok büyük.

Konu bunlar değil yani. Bunlar annemin de bana durmadan söylediği ve aslında 'bulmuş da bunuyor' olduğumu ima eden ifadeler. Yani aslında siz belki de gerçekten 'yeni biri' olduğunuz için herşeyi yanlış anlamışsınız. Kaldı ki burada yorumunuza cevap verirken şu kendimi açıklama durumunu bile toplumca için için içime işlenmeye çalışılan annelik suçluluğuna borçluyum. Çalışan anne olmak bile suçluluk sebebi zira bu dünyada.

Tüm bunlardan da bağımsız olarak burada her daim cinnet kıyamet takılan biriyim. Duruma göre şımarabilir, cicoş ya da hırt da olabilirim. Kişisel mekanımdır çünkü.

Beklerim. Sevgiler.
Hafiye

Yesim Arpat dedi ki...

Sevgili Adsız'ın Beyi,

Mpdern toplumda çocuğun artık ekonomik artısı kalmadı, malum. Hislere nasıl değer biçeceğin de sana kalmış. O kadar valuation yapıyorsun. Kendince ölçersin. Ben olsam baz olarak yeğenimi düşünüp. onu ikiyle çarpardım - amca/dayılığa baba yarılığı derler ya hani.

Vicdanlı ve duygu sömürüsüne müsait bir çocuk yetiştirirseniz müstakbel çocuğunuz emekliliğinizin garantisi de olabilir. Yaşlılığınızda size bakar ya da baktırır.

Ama yani 'çocukluluk mu çocuksuzluk mu', durumunu 'kırk katır mı kırk satır mı' gibi bir duruma indirgemişim. Sen hala işin içinde bir katma değer arıyorsun. Katırı/satırı yemeden o değeri görmek ancak zorlama varsayımlarla mümkün işte :)

Adsız dedi ki...

yenibiri çok güzel söylemiş.
Sağlıklı bir bebekleri olduğunda bile mutlu olamayan; hayatını tuhaf hesaplar üzerine kuran tipler en kibar tabirle can sıkıcı, onlardan uzak durmalı.
Umarım babası seviyordur, yoksa ziyan olacak çocuk.

eskibiri dedi ki...

her gün etrafınızda aynı ezberlenmiş yüce anne rolünü izlemekten sıkılmadınız mı? bir kadın çıkmış, süreci nasıl yaşadığını, dürüst ve başka bir yerden anlatıyor. sorgulayarak ve haliyle hissiyatının bir tarafına vurgu yaparak...

elimizdeki kısıtlı kelimelere bakıp yargılayacaksak eğer, benim de yargılamam çok kolay!

yenibiri;
daha genç olduğun bir yaşta, sorduğun soru üzerine biraz kafa yormuş olsaydın, muhtemel bugün hayatta daha çok yol katetmiş olurdun! o zaman dünyanın en kutsal müessesesi evliliğin içinde, dünyanın en güzel olayına sahip daha barışçıl biri olarak çıkabilirdin karşımıza mesela. siz kafaca tembel ve yeter beceriden yoksun olunca sabırlı iyi kocalar hafiyelere kalıyor.

adsız2;
hesaplı hafiye işini şansa bırakmadı, sevecen bi baba buldu. tüm bu akıl oyunlarını bu blogdan yıllardır izliyorum, hiç canım sıkılmadı. aynen senin bulunduğun yerden bakıp jelibon'un geleceği için endişelenmen gibi, ben de senin için endişeleniyorum. çocukluğuna dair gözümde güçlü bir fotoğraf beliriyor; evet annen seni biraz sevseydi, 'bağımlı kişilik bozukluğun' olmayacaktı. yine de sana tavsiyem, düzeltme işlemine toplumdan değil, kendinden başlaman. etrafı düzeltirsen kendini düzeltirsin sanıyorsun ama, yok, bu iş yapmaz. konu sigarayla mücadeleden biraz farklı.

peşin hükümlü, hayalperest
bir dost.

Unknown dedi ki...

Etrafta bu kadar cok "dunyanin en guzel seyiymis cocuk sahibi olmak" seklinde dolasan ve sizin de bir an once bu en guzel seyi yasamaniz icin baski yapan insan varken, size, cesur, samimi ve apacik sekilde "gercek" duygularinizi paylastiginiz icin tesekkur ederim! Yazinin her satirini okurken "Iste budur!" dedim. Ayrica Richard Tunney'in "cocukluluk degil de cocuklu olmaya musait olmayan modern toplum sartlari bizi mutsuz ediyor" soylemine de sonuna kadar katiliyorum ve evrimin artik dogurganligi azaltma yonunde ilerlemesi gerektigini dusunuyorum.

melontheroad dedi ki...

İcinde kopan fırtınalar çocuğunu çok sevmeni engellemez veya cocuk bakiminin gereklerini yerine getirmeni. Çocuğunu çok seviyor olman da annelik halini sip diye kabullenebilmeni sağlamaz. Çünkü anne olunca hayatını dönüştürmen gerekir bu dönüşüm de ne kadar çok bireysen o kadar sancılı olabilir. Sancı çekerken de mutlu olabilirsin basın agrirken mesela cogu şeyi yapabildiğin gibi. Lohusalik serbetten ibaret değildir ve aslında bir nevi depresyondur bunu bilerek doğurmanın da bir sakıncası yoktur. Faydası bile vardır....