Perşembe, Haziran 17, 2010

Prenses Hamile

Hamilelik geçirmiş herkes hamilelik döneminin prensesliğini anlattı durdu bana. Yolda sokakta, hayatın içinde herkeslerin yemek getirdiğinden, yol ve yer verdiğinden falan bahsettiler bana. Hani bunlara ihtiyacım olduğundan değil de söylenenlerin aksi başıma geldikçe bende bir gariplik mi var diye iyice kendimi inceler buluyorum.

Ofiste hamile başka arkadaşlar var. Onlara yemekhaneden özel bilmem ne helvaları, börekleri falan pişirtiyor iş arkadaşları. Benim ekip ise önümde neler yiyip bana ‘yer misin?’ bile demiyor. Bir kere kendim yeltendim kalkıp almaya. Son parçaydı, aa, falan olup ağzına attı çocuk çikolatalı makaronu. Diğer hamileler yemekhanede otururken mutfaktan onlara özel bişiyler geliyor hep. İkram olarak. Bana daha bir şey gelmedi.

Bir kere Şövalye bile canımın çektiği şeyi bana temin etmekten yana üşengeçti. Geçenlerde canım nasıl sütlaç istedi, allahım. Üç saat sütlaç sayıkladım. Sonunda gitti almaya. Döndü bir kaseyle. Açıp bir attım ağzıma sütlaç değil. Keşkül. Yaaaaaaa, oldum hemen. Sütlaç kalmamış Hasan Usta’da. Keşkül almış. Aynıymış. Ne varmış. Hasan Usta sanki Istanbul’un tek tatlıcısı. Mado'su var, Özsüt’ü var. Hepsi de bizim eve acaip yakın yerler. İlk gittiği yerde sütlaç olmayınca ikinci, üçüncüyü denemeye yeltenmemiş. Aşerdiğim şey de sütlaç gibi basit bir şey olduğu halde.

Daha evvelden de kavunlu dondurma istemiştim de bu mevsimde hiçbir yerde kavunlu bulunamadığını iddia edip yerine çilekli getirmişti. Oysa ona Mado, Venüs ve Mini’ye bakmasını söylemiştim. Hani planı da çizip veriyorum eline. Öyle ‘kavunlu dondurma istiyorum’ diyip bırakmıyorum. Bizimki yine sadece Mado’ya gitmiş. Öbürlerine bakmamıştı. Ertesi gün Venüs’te kavunlu dondurmayı görünce yıkılmıştım.

Bir başka keresinde Bahçeköy’e giden yol boyunca karpuzcular sergi yapmıştı. Mart ayı falandı. Daha markete düşmemişti karpuz. Canım karpuz istedi. Dönüşte alırız dedi. Dönüşte en az on karpuzcu geçtik. Bir sonrakinden, bir sonrakinden dedi dedi durmadı. Bir de baktık ki sergiler bitti, otobana çıktık. N’apalım kaçırdık, dedi yürüdü gitti. Ben ‘a, maa’, demeye başlayınca da hormonlu bunlar, yeme zaten dedi.

Bizim ofis kızları hamileyken seyahat etmez mesela. Ben raporlarla hala iş seyahatlerine çıkıyorum. Geçende Berlin’e gittim. Uçak, terminalin alt katındaki kapılardan kalkıyordu. Alt kata inen yolun üstünde bir kadının on tane torbası poşeti falan vardı. Bunları taşımasına yardım eder miymişim diye bana sordu. Hayır, en uyuz olduğum şeydir bagaja vermemek için kasıp sonra ittir kaktır uçağa yerleşme çabaları. Bagaj limiti düştüğünden beri bunlardan bolca oluyor artık. Ama yine de 7 aylık hamile bir kadını çevirmezsin bu işe yardım için, di mi? Bir dünya delikanlı var ortamda. Dedim durumumu görüyorsunuz, yardım edemem üzgünüm. Kadın yalvar yalvar, nolur diyip durdu. Manyak mı ne?

Dönüşte bir de rötar yaptı uçak üç saat. O ne daral havalimanıdır Berlin’deki öyle. Bütün kafe, restoranların tabureleri dik dik. Saatlerce ayak sarkıtmaktan benim 38.5’tan 41’e büyümüş ayaklar sanırım 42’ye doğru yol aldılar. Ayakkabım bir ipten ibaret sandalet olmasına rağmen o bile germeye başladı. Dönüşte körüğe de yanaşmadık. Uçaktan bizi terminale taşıyan otobüste de kimse bana yer vermedi. Bagaj bandımdan bavulumu almaya çalışırken özellikle kalabalıktan uzak noktada durmama rağmen kızın birinin bavulunu benimkinin yanında döndüğünü son anda fark edip uçarak onu almaya çalışırken beni çelmelediği gibi.

Sonra geçen gün ağır trafikte zaten durmuş yolda arkadaşımın arabasından indim. Dörtlülerimizi yakar yakmaz arkadaki araç kornaya elini dayadı. Hani sanki ilerlese 10 metre ilerleyecek. Patlama bekle ama, di mi? Zar zor iniyorum bu göbekle. Sonra ben daha inip kapıyı kapamadan aracımıza çarptı. Çarpa çarpa da arkadaşımın aracını takip etti. Ben öfkemden kudurup en yakın karakola gittim yürüyerek. O cadde Beşiktaş’a ait, bu karakol Şişli’ye dediler, şikayetimi almadılar.

Bir kez uçakta hostesin biri bir şefkat yaptı bana. Getirdi bir yastık verdi karnınıza koyun, diye. Kemerle karnımın arasına koyaymışım. Yani niye koyacaksam, anlamadım. Kemeri zaten biraz geniş bağlıyorum. Kaldı ki uçak kemeri bacak üstünden dolanıyor, karnıma temas etmiyor. Şimdi bu yastığı verdi ya kadıncağız, koridorda gider gelirken yastığı bari kullandığımı görsün de işe yaradığını hissetsin diye yastığı yol boyunca karnımda tutmak zorunda hissettim kendimi. Nedenini bilmiyorum. Böyle davrandım işte. İlk kez iyi niyet gördüğümden heralde.

A, bir de çevirme oldu bir akşam. Alkol muayenesi için üfleme yapacaktım ama zaten beni hamile görünce üfletmeden yolladılar. Hani bir ‘üf’ten yırtmış oldum böylece. Heyo.