Perşembe, Temmuz 12, 2012

Yazlıktaki Çocuk

Jelibon annemlerin yazlığında tatilde. Ben on gün boyunca yazlıkta onunla beraberdim. Beş gün daha kalması için onu orada Hayriye Hanım’la beraber bıraktım ama bu beş günlük süre için Şövalye’yle birbirimizi boğazlamak üzereyiz.

Şövalye çocuğun annesiz babasız oralarda bizi özlüyor ve bundan da kendine bir travma çıkardığını sanıyor. En azından sandığını söylüyor. Aslında böyle olmadığını o da biliyor. Jelibon orada o kadar sokak çocuğu hayatını yaşıyor ki bizi falan özlediği yok. Aslında Şövalye’nin kendisi çocuğunu göremiyor diye bir travma yaşıyor. Babasının on gün boyunca yokluğunda hiçbir travma belirtisi görmedik Jelibon’da mesela. Bir gün baba bile demedi. Adam sabah havuza, oradan oyun parkına gidiyor. Öğlen uykusundan sonra halı saha maçı seyredip sahilde kumla oynadıktan sonra akşama doğru açılan lunaparka gidiyor. Yani ben çocukken bu derece geziyor ve eğleniyor olsaydım ebeveynlerimi değil özlemek, beni almaya geldiklerinde onlardan kaçacak delik arardım. Çocukcağız bu sıcakta Beşiktaş’ta bir apartman dairesinde bütün gün bayıp durmasın işte ne güzel. Ne güzel, değişik anlar yaşasın.

"İçine atıyordur", diyor Şövalye.

Yahu iki yaşında bile olmayan bir çocuk hislerini saklayıp içine atmayı mı bilir? Adamı yetişkin bilincine uzatmak da enteresan oldu. Hissettiği direk suratında adamın. Bağır çağır, kızıl kıyamet.

"Sen çocuğunu başından atıyorsun", diyor Şövalye.

Yahu çocuk bir haftaiçi yok hepi topu. Bu cinnettin Istanbul trafiğinde zaten eve geldiğimde uyumak üzere olan ve üstelik yatılı bakıcısı olan bir çocuk ‘başımda’ mıdır ki onu oradan atıyor olayım?

Baktı ki her şeye bir cevabım var, yine bildik laflarına başladı.
Ne kadar duygusuzmuşum. Robotmuşum. Çocuğumu sevmiyormuşum.

Bütün bunlardan sevgi nedir konusunu yeniden düşündüm. Sevgi benim çok sevdiğim Selvi Boylum Al Yazmalım filmindeki kapanış repliği üzerine hep iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti. Şimdi buna bir ek daha yaptım. Sevgi bencil olmamaktı.

Şövalye’nin bende olmadığını söylediği şey sevgi değil, olsa olsa şefkat ve sevecenlikti. Bunlar da sıfır noktasında değildir belki ama Şövalye’dekilere kıyasla oldukça azdı.

Bir insan şefkatli olmadan birini sevebilir mi peki?
Bu durum Osmanlı dönemi aile babası sevgisindeki gibi bir şeydir heralde. Öpüp okşamadan, çocuklar uyurken sevmece gibi. Ama ben çocuğumu öpüyorum, okşuyorum. En azından bunları yapmak istiyorum ama o kaçıyor. Bir insanı kovalayarak öpmek de bir yere kadar. Nefret ediyor kucaklanmaktan, mıncırılmaktan.

Kimbilir, belki Planters bendeki şefkat hislerini çoğaltır. Eğer Planters benimkini çoğaltabilecek elleklikte olursa Şövalye’ninkiler klinik düzeyde artar heralde. Kendini çocuğuna siyam ikizlerivari yapıştırmak isteyen bir babayla karşılaşabiliriz. Bu kadar özgür ruhlu bir Jelibon’a bu kadar bağlanan biri, mıncırık bir kıza heralde aklını bırakır.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok güzel yazmışsın; ama robot olmadığını biliyorum, tam dediğin gibi aslında olay :)
Hepinizi çok seviyorum, mıncırık bir bebek olursa ona neler yapacağımı hayal bile edemiyorum!!!

Planters, hahaha!!

Adsız dedi ki...

Veee alter ego devreye girer. Hayır Hafiyeciğim, kesinlikle robot değilsin sen kısaca en harikasın. Dak. ;)

Adsız dedi ki...

Aaa. Hafiye, yukaridaki Dak ben degilim. Neler oluyor? Kim benim alter egomu kapti?

Benim kayinvalide de bebege yetiskin hisleri yakistirip duruyor. Ses cikarmiyorum, ama komik geliyor acikcasi. Anne sevgisi, ozellikle memleketimizde, suursuzluk ve gereksiz adanmacilik olarak da vuku buluyor. O yuzden anne sevgisi tanimi bunlari da iceriyor, pek cok insanin gozunde. Olay o aslinda.

Oz Hakiki Dak.