Çarşamba, Haziran 06, 2007

Sesler

Haftasonu sakin, huzurlu, mırıl mırıl, deniz kenarı Bodrum’uydu. Bize uydu. Ruhumuz dinlendi. Yalnız bir ara tesadüfen önünden geçtim Cem Pansiyon’un. 9 yıl evvelki saf şoparlığı hayatımızın gözümde canlandı. Önünde resim çektirip kaldığımız odaya bir göz atıp mesaj attım Pelinat’a hemen ‘hatırladın mı’ diye. O vakitler yaz tatilinde babasının zoruyla resepsiyonda bekleyen 16’lık Cem yoktu. Oda fiyatını 7 milyondan 6’ya inmesine Pelinat’ın tavla oynadığı oğlan. Ha bire yenilmesine rağmen mızıp yeniden yeniden, zaten paylaştığımız 1 milyonluk indirim için saatlerce tavla oynadığı çocuk. Şimdi 25’inde olmalı. O bile çıtır değil artık. Hayat ne tez canlı. Dışarda tüm cuptıslığıyla Bodrum akarken Cem’in resepsiyondaki can sıkıntısını giderme bedeliydi o 1 milyon. Motivasyonlar da değişti. Biz bile sefil öğrenci değiliz artık.

Geceyarısı döndük eve. Sular kesik. Cem Pansiyon’da da elektrikler kesilirdi. O sıcakta bir vantilatördü tek kurtarıcımız. Evde susuzluk kurtarıcı diye bir şey yok. Hazırlıksız yakalandık. Şövalye’de yarım santim sakallar. Sabah traş olurum artık dedi. Uyumamız çabuk oldu. Artık sık sık sular kesiliyor. Bunu boru bakım tamirine bağlıyor radyo ama global ısınma, barajlarda su kalmamışlığı, kurak yaz etkisine yormaya yatıyor aklım artık. Sabah uyandığımızda hala sular akmıyordu. Şövalye sakalıyla işe gitti. Malzemelerini kapıp orada traş olmuş. Ben de çapaklı gözlerimle Dubai bavulumu yapıp işe gittim. Gider gitmez bir yoğunluğa yakalandım ki çapaklar saatlerce benle kaldı. Özlem’i özledim. Bir ben arıyorum o müsait değil. Bir o arıyor, ben müsait değilim. En son ikimiz de müsait olduk, aldım telefonu elime, dışarı çıktım. Yandaki kafeye doğru yürürken nihayet konuşuyorduk ki..aaa! Parisli Hemşo. Kafede oturuyor. Telefonu onun kulağında dayadım. Özlem’le konuştular. Bizim muhabbet yalan oldu. Hemşo’nun yeni manitayla tanıştım. Adanalı kız bulmuş. Tam bir Adanalı’nın beğenisini yansıtan bir kız. Balık etli bir küçük Sibel Can. Aşağılamıyorum canım. Yengemiz doktoralı sosyolog felan. Görünüş Sibel Can.

Son dakikaya kadar bir işlerle uğraştım. Uçak kapısına yine şu şarjlı el süpürgesi arabalarla yollandım. Çekiliiin, çekiliiiin diye bağıraraktan. Şimdi Dubai’deyim. Sabaha karşı olmasına rağmen bir sauna ortamı. Yazın Atlanta’da havalimanından dışarı adımımı atmışım gibi. Yeni anlar eskilerden bir şeyleri seçip çıkarıyor. Bünyemin arşivi ne kadar da kategorik. Birbirine benzeyenleri bir araya getiriyorum haaa, diyor.

Otelin altında Arabic Night Club var. Alemden yıkılıyor. Cümbüşler, tefler, oryantaller. Tepsilerce et yemekleri. Sürme çekmiş kadınlar gözlerini süzerekten, gerdanlarını kıraraktan pırıltılı eşarplarıyla kımıl kımıl kıpraşıyorlar. Bu sesler beni uykuya dalarken ne güzel oyalar. Uyurken dışardan, hayatın içinden sesler gelmesine bayılıyorum. Bir kamyonun yük boşaltma sesi de olsa, karga sesi de olsa...sesler normalde ne kadar ‘çirkin’ olursa olsun. Mutluluğun resmini çizemesem de müziğini böyle yapardım kesin. Sanki her ne olursa olsun hayat devam ediyor ve ben uyandığımda kaldığım yerden ya da tamamen bir başka yerden ama elbette bir yerden o hayata gireceğim. Amerika’dayken televizyon açık uyurdum bu gerçek hayat seslerini fonda duymak için. En ideal sesleri bulmak için uykumdan uyanıp kanal kanal zaplardım. Istanbul’da pencereyi aralık bırakmam yetiyor. Gündüzün tüm keşmekeşi canıma okusa da en çok da geceleyin döndüğüm için mutlu oluyorum.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

ya dön artık dedim. kac gün oldu görüşmedik:(

Zzz

Adsız dedi ki...

Ben de gece uyurken ve sabah uyanirken o sesleri cok severim. TV benim icin pek kurtarmiyor, ama sehir sesi guzel :)

Sesler bana Mersin'de rahat rahat uykuya gidip rahat rahat (saat derdi olmadan) uyanmayi hatirlatir.
Onur

Adsız dedi ki...

Ayol bu cocuk kimdir Fransa'da yasayan? Aaa yoksa benim Fransiz kiz arkadasi ile Paris'te evinde kaldigim cocuk mu? Hic tanismadik ama selamlarimi soyle anacim...

Mucks,

-Moguz Yangin