Pazar, Eylül 09, 2007

İkilik

Akdeniz dedim, toprak dedim ama ayarı çok fena oldu. Bodrum’dakinden daha beter bir allerji krizine burda da tutuldum. Akdeniz’in olduğu yerde çoraklık da var tabii. Çoraklığın olduğu yerde de toz toprak. Bünyem çıktığı yeri reddediyor alenen. Amerika’da baharlarda, o arabaların gerçek rengini dahi anlayamayacağınız kadar çok polene boğulduğu zamanlarda Claritin kurtarıcımdı. Buralarda işe yaramıyor. Selpak’ı kutudan çekip burnuma götürene kadar geçen süre bile çok geç oluyordu oluğa dönüşmüş burnuma. Baktık çaresi yok bir doktor geldi de başka bir allerji hapını dayadı. İsmini duymadım ama ayık tutanından (non-drowsy) değildi. Bir uyudum, pir uyudum. Öğleden sonra güç bela uyandım.

Turistlikten emekliliğimi uzun zamandır istiyordum ama sanki buralara gelip de öyle otel odasında CNN seyredip internette dolaşmak dayak yemiş gibi hissetmeme rağmen çok büyük uyuzluk ve kınanma sebebi olduğundan zoraki kalkıp etrafı dolaşmaya çıktım. Acıkmıştım da. Otelin yemekleriyle aram da iyi değildi. Daha doğrusu iletişememekten muzdaribiz mutfak personeliyle. Benim Fransızcam onların İngilizcesi’yle bir olup Tarzanca da olsa bir dil edemiyor. Şekersiz çay istersin 10 şekerli gelir (burada çaylar kafadan şekerlidir, öyle tabağa küp şeker bırakılsın da miktarını sen ayarla değil yani), kepekli ekmek yok, karidesin kabuklarını ayıklayın, balığın kafasını istemiyorum dersin antenleri, gözleri iyice şişmiş baygın baygın önüne gelirler. Eti, balığı severim ama hayvanın bütününü tabağımda ölü gördüğüm anda vejeteryan olasım gelir. Nasıl ikilik ama. Kötü tarafını ört bas et, iyi tarafını bana bırak. Artık sadece hamburger-cips yiyorum, kola içiyorum. Supersize me yani. Onlarda sıkıntı yok. Amerikalılar bir dil yaratmışlar işte. Problemsiz.

Şu meşhur çarşılarına gittim nihayet. Yöresel hediyeliklerindeki Batılı efektler ilginçti. Bu sefer unutmayıp yanımda fotoğraf makinemi de getirmiştim. Rezalet bir fotoğrafçıyım, hani şu karelerde parmağı gözüken, resimlenmek istenen nesnenin karenin bir ancak bir ucundan gözüktüğü ve alakasız bir boşluğun karenin gerisini doldurduğu resimleri çeken benim işte. (Bloga da bu rezaleti koyucaz madem talep o yönde. Siz kaşındınız) Yine de bir özenti gelmiş bulmuş. Barışnerede ve Pansiyon Bolivya’daki çıplak ayaklı sümüklü kız çocuklarının resimlerini çektiler, üzerine de duygu dolu yazıp çizdiler ya. Bir baktım çarşı meydanındaki fıskiyede aynen Bolivya usulü bir hırpani kız çocuğu sularla oynuyor. Aman ne otantik bir görüntü dedim, şu bitli turistlere bir gol atayım diyip deklanşöre yeltenirken kızcağız kaçtı. Akşam makinemdekileri bilgisayara aktarırken farkettim ki ‘yoksulluğuna rağmen basit şeylerde mutluluğu bulan kızcağız portresi’ yerine fıskiyenin arkasında bir annenin haylaz oğlunu ulu orta pataklama görüntülerini yakalamışım ister istemez.

Bir geniş bulvarı var bu şehrin. Sanırsınız Paris. Art Nouveau tarzı binaları, sokak kafeleri sıra sıra. Oturmamla ay ne hoş, aman ne sıcakkanlılar dediğim Akdenizli erkekler yapıştı. Şövalye’nin tek taşını ters çevirince alyansa benziyor. Ben de taş gözükmesin, bir gasp olayına kurban gitmiyim diye ters takıyorum yüzüğü bilmediğim yerlerde. Böylece evli sandılar bari de yırttım. Evlilerin peşini bırakmaları da büyük erdem nitekim. Belki de niyeleri ciddiydi ve evlenmek istiyorlardı ya da maço koca potansiyelinden endişe ettiler, bilemedim. Baktım ufaktan burnum da akmaya başlıyor kalktım; bir alışveriş merkezine gittim. Alışveriş merkezleri de hep aynı biçim. Nerede olduğunu anlamana imkan yok. Ha Akmerkez ha burası. Hatta İstanbul’daki Mango’nun indiriminde bedenimin kalmadığı şortu buldum, aldım. Allerjim de kendiliğinden geçmişti bu arada. Kapalı yerlerde düzeliyor resmen.

Sıcak, tatil yöresi gibi bir yerdesin. Deniz ürünleri bol sofra. Basit oyunlarla mutlu olan çocuklar. Sıcakkanlı insanlar. Daha ne? Tüm bunlardan romantik-otantik hazlar almak isterdim elbet. Millet bunun için pılı pırtıyı satıp sahil kasabalarına yerleşmiyor mu? Ama eksisini de yok sayarak olamıyor ki bunlar. Zaten alternatif hayata rest çekmiş bünye. Mall da ister, plaza da ister, fast food da ister standart standart. Ben n’apiym? Zorla olmuyor ki.

Bu ikilik hayatıma o kadar sinmiş durumda ki Hafize Hanım’ın seyahat öncesi havaalanında mutlaka yanına aldığı iki derginin ikisi de bambaşka yönlere bakıyor. Biri The Economist, diğeri en bol resimli ve en klişe resim altı yazılarından ibaret bir magazin dergisi. A, bir de psikopatça, kafamı kaldırmadan çözdüğüm bulmacalar. Biriniz bu Pazarki bulmaca eklerini benim için saklar mı lütfen? Döner dönmez dadanıcam da.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Performansiniz giderek dusuyor Hafiye Hanim, benden soylemesi. Baligin kafasini yememekle, ama baligi sevmekle ve bunlari ikilem (ya da ikilik) olarak tanimlamakla bu gemi yurumez. Bundan sonraki yazinizda "gercek" bir ikileminizden bahsetmenizi rica ederim.

Adsız dedi ki...

Cok sahane bir ikilik olmus. Ben begendim. Hatta ucluk veriyorum :)

Kerem