Cumartesi, Ocak 05, 2008

Düğünden Önce

Döndüm dönmesine normal hayata fakat çok şey birikince ‘nerden başlasam bilemiyorum’ geliyor üstüme. Bu sefer daha beter sessizlik. Düella bunu insanların evlenince sıkıcılaştığına yoruyor. Neyse bari yakında belki kaynanamla dramalar yaşarmışım da ona biraz daha malzeme üretmeye devam edebilirmişim. Bir ihtimal. O yüzden beni hala etrafında tutmaya devam ediyor sanırsam.

Balayından döndüğümüz gün bize ve aylardır Hindistan’da nirvanaya erme seyahati yapan Ceycey’e ‘hoşgeldin’, Ruş’a da ‘baybay’ partisi verdi evinde. Davetiye falan dolandırmış feysbukta. 19:30- 23:30 arası diye. Sevsinler. Biz beşte evdeydik ama bir baktık sular kesik, gene pansiyona banyoya gittik. Milleti de erken erken eve topladık. Gece de 1’de çıktık. Kural tanımadık. Roma’dan üzerine ’pansiyon’ yazdırdığımız bir domuzcuklu tabelayı astık kapısına. Çok yakıştı. Parti de güzeldi. Böyle papyon sosisler, sigara börekleri, asortik çikolatalar, mezeler, kaşular. Hiç pansiyon demezsin. Kuzen sağolsun. Özel asistanı bizimkinin. Çocuk da zevkli üstelik. Ruşen de hamarat. Valla çiçek gibiydi ortam. Kurulanacak havlu bile buldum kendime.

Şimdi herkes düğünü, balayını anlatmamı beklerken ben yine ’Düella’ dedim, ’pansiyon’ dedim diye şaşırmayın. Ona ilgimi göstermem gerekiyor yoksa domuzluk yapabiliyor. Bu girizgahlar zorunluluktan değil ama yine. Onu anlatmayı seviyorum da zaten. Şapti, düğünümde tek ağlayan insandı.

Düğün günü sabahı kahvaltımı yapıp saat 10:30 gibi yan sokaktaki kuaförümüze gittim. Bir önceki akşamdan konuştuğumuz üzere Ruşen 10 gibi orada olacaktı. Onun işi biterken benimki başlayacaktı. Sonra da beraber Nişantaşı’ndaki makyözümüze gidecektik. Ben gittiğimde Ruş yoktu. 11 gibi aradım. Birazdan gelecekti. Düella düğünümü sabote etmeye başlamış, kızları sabaha kadar çenesine tutmuştu. Panik modunda Ruş’u direk makyöze yolladık bari. Yollanırken de azarladı beni. Köylü müsün nesin, topla şu perçemlerini, diye. Perçemi günahım kadar sevmem ama Şövalye seviyor diye çıkarttırmıştım. Ruşen zılgıt çekerken Şövalye bayıldı bitti o alnımdaki saçlara.

Istanbul’a bir kez kar buz yağdı bu kış. O da düğün günümü buldu. Murphy kanunları gereği. Şövalye o gün beni kuaförden makyöze, oradan düğün mekanına götüren şoför insandı. Ortam karlı çamurluydu. Benim duvak kafadaydı. Kuaförden çıkıcam, adam ta caddenin öbür tarafına park etmiş. İnemiyor kuaförün yokuşunu. Zar zor arabaya ulaştım.

-Çiçek nerde? Aaa. Bu ne yahu? Kazık gibi. Nasıl tutucam ben bunu? Bando majörü gibi. Hani salkım saçak olacaktı?
-Ya uf, bebitom. Öyle olsun. Güzel işte.
-Fena değil bakınca ama ben bunu nasıl tutucam yahu?

Koştur çiçekçiye. Arabayla gidilemiyor; iptal olmuş önü.

-Çantamı arabada bırakma. Ya bırakma ya, çalarlar.
-Çalmazlar bebitom. Ben bakıyorum.
-Hayır, çalarlar.

Bir elinde kırmızı çantam ve duvağımın sarkıntısı, diğerinde şemsiye. Çiçekçiye gideriz. Adam gösterir nasıl tutmam gerektiğini. Haaa, oluruz. Şöyle, kol kafif bükük. Elim belimde gibi. Öyle öğretmene çiçek verir gibi değil. Pozlu pozlu nasıl yürünür yahu, hiç benlik değil ama yapıcaz artık.

Makyöze gittiğimde huzur ortamından paniğim azıcık dindi. Tatlı bir piyano konçertosu derinden çalarken ağırkanlı ve sakin bir teyze mırıl mırıl sahne arkası kılıklı aydınlık bir odada boyadı bizi.
Bir ara perçemlerimi parmakladı. Bunlar? Nedir bunlar allah aşkına? dedi cık cıklarcasına. Tuttu topuzuma geri soktu onları.

Ruşen eyeliner kullanmak istedi. Ben de takma kirpik. Eyeliner’dan nefret ediyormuş. Kirpik olabilir dedi ama şimdi takıcam az sonra takıcam dedi dedi beni oyaladı ve en nihayetinde takmadı. Baktık tokatlar atıyor. Düella’yı aradık. Sen kesin seversin bu kadını, gel sana da makyaj yapsın diye. Düella hala uyuyordu. Saat 2:30’du. Gelmedi tabii. Uyandığından bile emin değildik. Pis sabotajcı.

Daha önce Elyanlar’ın düğünde makyaj yaptırmıştım da bir nevi sıska Bülent Ersoy veya en iyisinden esmer bir Petek Dinçöz olmuştum. O yüzden çok korkuyordum maymun olmaktan fakat bu sefer iş başkaydı. Ben hiç bu kadar güzel olmamıştım. Hem de çok doğal görünüyordum. Fotoğraflarımda da hiç assolist değildim üstelik. Makyözümüz fotoğraflarımızı çekti Ruş’la. Öyle düdük düdük otururken mesela. Birbirimizi çok sevdiğimiz belli oluyormuş karelerde. Ondan çekiyormuş. Biz de baktık ekranına kameranın. Ben bişi anlamadım ama anlamış gibi yaptım. Yine de işini harika yapan bu kadına hayran oldum.

Düella’nın nikaha gecikmesinden, salonun soğuk olması ihtimalinden, Ruş’un kuaföre gitmek için taksi bulamayışından, annemlerin kaybolmasından, yolların buz tutup misafirlerin yollarda hacamat olmasından endişe üstüne endişe ederek düğüne giderken Şövalye herşeyin güzel olacağına dair telkinler, moraller verdi. Pastaneden krakerler almış ayaküstü ağıza atmalık. Karlar bitip çamurla karışık yağmurlar başlarken şarkılar söyleyerek aldık yolun devamını. Bu adamı sevmemek mümkün değil.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ya gercekten, neydi o percemler oyle? En son Adana'da mahalle arasi dugununde gormustum ben percemli gelin. Sovalye'nin ipiyle kuyuya inilmez ki. Makyajci teyze sagolsun, onledi faciayi son anda.

Gerci sonra dugune gittik, baktik Ozlemin butun saci percem gibi suratina dusurulmus.. sapti. uff..

Adsız dedi ki...

kizim biz sizin gibi sosyete miyiz? gittik mahallemizin kuaforune. dedik amca 30 dakikada bi topuz attiriver. sonuc: bi dugun daha rezil olarak bitti:)