Salı, Mayıs 13, 2008

Cennet Mekanı*

Handan Hanım bakıcı kadının kolunu destek alarak üçlü kanepenin sağına yerleşti. Salon henüz dolmamıştı. Nermin Hanım’ın kızının telaşlı sesi mutfaktan duyuluyordu. Çatal bıçak sesleri arasında ne dediği anlaşılmıyordu.

Başındaki mevlüt örtüsünün ucundaki oyalara gözü takıldı. Minik leylak oyaları kırk yıl evvel kendisi işlemişti örtünün bir yanına boydan boya. O zaman bile çok zorlanmıştı işlerken. O vakitlerde yakını iyi görmez olmuştu. Kırk yıldır eksiliyorum, diye düşündü. Eksilmek için, her geçen gün daha güçsüz olduğunu bilerek yaşamak için uzun bir süre olduğunu fark etti. Leylak sırası bir yerde boşalmış mı ne? İyice sökülmeden örtüye yeniden dikmek lazım, dedi içinden telaşla. Akıl defterine not eder gibi tekrarladı da. Unutmayayım bunu. Aslında sökük kalsa da olur diye de geçirdi aklından hemen. Belki de zaten son kez takıyordu örtüyü. Nermin de gitti. Son arkadaşı da gittiğine göre başka ölüm sırasız olurdu. Allah korusa ama yine de olsa cenazeye, duaya gidemezdi. Bu merdiveni inemez, o merdivenleri çıkamazdı.

Nermin’le bu koltukta ne çok vakit geçirmişlerdi. Evden çıkmaları iyice zorlaştığından beri karşı kapılarda karşı komşulardan öte can yoldaşları da olmuşlardı. Her kuşluk ve her ikindi vakti bu koltukta birbirlerine eskileri anlatmışlar, uzak memleketlerdeki torunlarını, torun çocuklarının yaramazlıklarını gururla anlatıp durmuşlardı.

Genizden gelen sesiyle hoca Kuran okumaya başladığında gözleri yanındaki sehpanın üzerindeki çerçevelerden siyah-beyaz bakan Nermin Gelin'e, Paşa Bey Damat'a, madalyalara, fonda gri duran kırmızı bayraklara takıldı. Gözleri boşaldı, boğazı düğümlendi. Leylakları örtüye dikmemeye karar verdi.

2 yorum:

Ali dedi ki...

Basiniz sagolsun... Sovalyeye bas sagligi dileklerimi de ilet.

Adsız dedi ki...

Basiniz sagolsun. Yazin cok guzel olmus. Dak