Cuma, Ocak 18, 2008

Gelin Odası

Gelin odasında yapayalnızdık. Gelinliği güya birisi giydirecekti fakat birileri karlarda kaldığından iş bize kaldı. Butikteki kız bunun giyilme sırrına dair ne anlattıysa aynını Şövalye’ye anlattım. O tuttu yine de annesini aradı. Annesi de benim söylediklerimin aynını söyledi. Şöyle biraz havaya fırlatıp puf diye yere oturtacaksın. Yer gözükecek kadar bir delik açacaksın ve ben o deliğe girerken sen önce bütün giysiyi yukarı çekeceksin. Önce kabartma eteği, sonra tül eteği ilikleyip en sonunda da fermuarımı çekeceksin. Yaptık yapmasına da kabartma eteği içimde kırıştı. Düzeltmesi zor oldu. Huylandırır beni böyle şeyler.

Çocukken mızıldanmıyim diye annemin beni o sıkılıktan geberten kaşıntılı yünlü külotlu çorapların içinde ayaklarımı yerden kestiğini, daha da ufakken hatta hoplattığını bilirim, çorabımı düzeltmek adına. Çorap tepeme kadar çekilsin de popomda, bacaklarımda kırışıklıklar birikip beni deli etmesin diye. İki koşar oynarsın yine düşerler, kırışırlar bir tarafında. Allahım, ne dayanılmaz bir durum. On dakikada bir çorap düzelttirmeye ona koşmamdan annem nefret ederdi.

Gelinliğimi kendim giyme durumu fırsat yarattı, söylendim durdum. Şu hayatta bu kadar mı her işini kendi yapar insan da, aileler-kankalar elalem oldu da, herkes kendi süsüne düştü bizi unuttu da, başka kadınlar prensesçilik oynar bugün, ben ameleden beterim de. Bu düğünü sen çıkardın başıma da. Uf da, puf da. Da da da.

Fotoğrafçı geldi bizi ortamın değişik köşelerinde resimledi. Fantezi kısmına da giriyordu ki direk kapattırdık konuyu. Hani yok Şövalye diz çöker önümde, yok o oturur ben ona sarılırım arkadan falan mizansenlerini yani olmazladık kafadan. Adam gibi durduk yanyana. Bazen aileler durdu yanımızda. Klasik. Sonradan çerçevelenip anne ve anneanne büfelerine, salon sehpalarına konacak fotoğrafları da çektirdik, bitti.

Gelin odasına döndüğümde söylenen bir Düella buldum karşımda. Aynama geçmiş makyaj yapıyordu. Bir yandan da bize kızıyor, nerdeymişiz, gelmiş yalnız kalmış. Baş konuk tabii. Tören alayı gerekiyordu kapıda. Kendi kendine aramış bulmuş gelin odasını. Yazık. Bina da zaten beşbin metrekarelik bir labirentti. Zor olmuştur çok. Ama beterin beteri varmış. Düella'ya erken kızmışım, diğer hatunlar kot kazak dalmaya başladı odaya bir iki. Erkekler kapı dışarı edildi. Herkes yanımda soyundu, giyindi. Hatta bir noktada kendimi fermuar çeker, saç düzeltir, allık arar, bronzan sıkar buldum.

Sonra bir baktım DJ geldi. “Şey”, dedi. “Siz bana hala giriş müziğinin CD’sini vermediniz.” Şövalye! Yatsı oldu işte. Hani vermiştik? Bana verdim demiştin. Bu adam yarım saatte nasıl dinleyecek de edit edecek bu şarkıyı? Ben bu şarkıyı istiyorum, bunuuu. Cançao do Mar’ı. Yetişmedi tabii ki. Neyle içeri girdiğimizi bilmiyorum. Zaten hiçbir şey de hatırlamıyorum. Gerisi flu. Hep öyle olur derlerdi. Öyleymiş hakkaten. Nikah anı, dansımız, yüzlerce kez davetlileri öpüşüm. Binlerce kez gözümü alan flaşlar anları iyiden iyiye bulandırdı.

Sonradan düşününce hepsi aklıma geliyor teker teker. Mesela nikah salonuna girmeden Elyan ve Levo girişte, gürültülü alkış ve ıslıklarla adeta tezahürat ediyorlardı. Organizatör onları azarlayıp içeri postaladı.

Nikahta tek azarlanan onlar değillerdi.

Şövalye nikah masasında ayarı sağlam aldı...

3 yorum:

Herbert dedi ki...

ama en heyecanlı yerinde kesilmez ki

Adsız dedi ki...

Ben de hatirlamiyorum ne caldigini giriste.. Cok tuy urpertici bir andi, tek bildigim o.

Horatio dedi ki...

ohaaa be tam lost bölüm sonları gibi olmuş... sonra da alakasız bir yerden başlayacak di mi? tekrar gelin odasına dönüp makyaj yapılmasından filan başlıycaz.