Cuma, Mart 28, 2008

Algıda Değişiklik

Amerika tuhaf bir yer. Yani bana o zamanlar normal gelen herşey şimdi geriye doğru düşündüğümde müthiş tuhaf gelmekte. Mesela, Şükran Günü’nde, Noel’de falan herkes ailesinin yanına gider. Birçoğunun ailesi başka şehirlerde, eyaletlerde olduğundan mahalle sakinleriniz gençse ortalık ıssızlaşır, yaşlıysa yine ıssızlaşır zira zaten herkes hayalet gibi sessiz takılır.

Hiç anladığım şey değildir ama, Amerikalıların ya çıtı çıkmaz ya da evlerinin izolasyonu mükemmeldir. İki pinponun evinde dört yetişkin evladı, bunların dört yetişkin eşleriyle, ikişer üçer veletlerinin misafir bulunmasına rağmen bu kadar ortalığın sütlimanlığı izolasyon olasılığını güçlendiriyor. Ama onu da aklıma sığdıramıyorum zira o kartondan Milliyet evleri misali kontrplak kutularda değil gürültünün, soluğunun bile komşunda duyulması lazımdır sanki. Oysa Istanbul’da gözümle görsem, belki, ama sesini duysam şıp diye tanıyacağım alt kat komşumun bütün dramasını yazabilirim size. Hatta kapısını çalıp o hayırsız oğluyla baş etme taktikleri bile veresi var bu karışkan ruhumun.

Amerikalıların göl manzaralı kocaman balkonları olabilir ama asla balkona çıkmazlar. Türkler sever ya suya bakmayı, bir dönem balkonuma bir kanepe, iki sandalye atmış, bir de küçük portatif televizyon çıkartmış, kendime güzel bir yaşam alanı yaratmıştım. Üstüne bir de telefonda hahahahihihi konuşaraktan bütün siteye Türklerin şamatasını ispat da etmiştim. Binlerce daireli sitede bir ben olurdum balkonda. Ortalık o kadar sessiz olurdu ki sesim yankılanırdı, nereye çarpıp dönüyorsa artık. O yankıdan zaman zaman utanır, içeri kaçardım. Oysa Türkiye'de bana ‘sessiz sakin’ diyebiliyorlar mesela. Herkes cayır cayır, kavga kıyamet ‘iş’ yaparken benim her ses yükselmesinde ayarım kaçıyor. Sesin bana yükselmesi gerekmiyor. Hatta arıza da olması gerekmiyor. Biri telefonda zırta fatura yollama işini, uçak bileti alma işini, ‘hadi yemeğe gidelim’ mızığını biraz yüksek sesli yapsa içim çöküyor. Bunca işin bu kadar velveleli yapılmasına takılıyorum aslen. Hepi topu kargo paketini takip ediyorsun. Bağırmadan. Ne olur. Hatta bu yüzden, yani bağırmadığınız için bu önemsiz şeylere, biraz pısırık algınız da olabiliyor. Ya da paspas. Oysa ben çok önemsediğim şeylere panter kesilirim ki. İş olsun aşk olsun. Burada sesin kadar algın var. Ne kadar yüksekse o kadar yüce. Kargo paketi olsun trilyon dolarlık proje olsun aynı cazdan yapmanız gerek fakat. Bir öncelik ve önem sırası mevzu bahis değildir.

Yine de sanmayın ki ölüyorum mutsuzluktan. Öyle bir şey yok. Hala öğreniyorum fakat. Hala hayret ediyorum çok şeye. Demek istediğim, taş yerinde ağırdır. Buranın sıfatlarıyla oranınkilerin, buranın şartlarıyla oranınkilerin alakası yoktur.

Hem muhabbet ve yemek %80'i ya hayatın. O 80'lik kısım gerçekten efsane burada. Bu akşam mesela, Düella'nın yeni yaşını bir karaoke barda kutlayacağız bin kişi. O hep şarkıcı olmak isterdi. Onu en son düğünümde dinlemiştim çok kısa. Uzun uzun dinlemeyeli ise oldu bir 10 yıl. O zamanlar güney kampüste sahne alırdı geceleri. Körler saz heyetiyle. Nostaljik yıldızımızın yıllara meydan okuyacağını tahmin ediyorum fakat ve bu geceyi iple çekiyorum şahsen.

2 yorum:

Ali dedi ki...

ilginc, ben de ilk geldigimde buraya cok gurultucu bulmustum amerikalilari. topluca bulunduklari her ortamda muazzam gurultu olur hep, hele gecenin ikisinde barlardan cikip bos sokaklardan eve donuyolarsa bagirip anirmayi cok seviyorlar. karsi kosemde bir bar var da, illallah dedirtti resmen!

Adsız dedi ki...

ali'ye katiliyorum aslinda biraz ama o yazmadan soylemeye cekinmistim. Bence de biraz yasadigin yere bagli; ben hep downtown'da yasama taraflisi oldugum icin, hic oyle gol/golet kenari yerlerde yasayamadim. Oralari sessizdir tabii. Toronto'da da su an yasadigim cadde'de, hatta apartmanda, ozellikle haftasonlari bagiran cigiran eksik olmaz.
sawyer