Cuma, Mart 26, 2010

Saçlarım Yerinde Duruyor Mu?

Altı saat uzun bir süreydi ameliyattaki hastamızı beklemek için. Yonc da vardı mekanda. Annesinin de başından geçmiş zaten beyin tümörü ameliyatı. Ortada annesiyle alakalı bir konu yokken dahi konuyu bir şekilde annesine bağlamayı beceren Yonc, bizzat kendi başından geçmiş bu olay karşısında altı saat boyunca Nilay Teyze’den başka bir şeyden bahsetmedi. Nilay Teyze’nin İsviçre’ye taşınan ameliyatı için elde avuçta ne varsa satıp savan ailesine rağmen annesinin kardeşlerini nankörlükle suçlamasını, erken teşhis edilmiş meme kanseri tedavisi esnasında bekleme salonunda kempoterapisini beklerken bir sıkımlık canı kalmış terminal durumdaki ileri derece kanser hastalarının yanında ‘niye beni bu hastalık buldu’ diye ağlayıp feryat etmelerini, sakinleştirilmeye çalışılınılırken ‘hasta olmama rağmen bana kızılıyor’ diye küsmelerini, sülalesinde uzaktan akraba bir albay emeklisi amcanın annesinin trajedisine ağlamadığı için adamcağızı defterden sildiğini bütün detaylarıyla, Şövalye’nin bütün akrabalarıyla beraber dinleyerek öğrendik.

Kocakafa Düella zaman zaman duygusallaşıp ağladı. Onu teselli ettim. İlla ki onunla görüşmek isteyen müşterilerini ekememiş, hastaneye çağırmış. İki saat kadar da iş toplantısı yaptı. Bu duruma da çok sızlandı.

Çıtır ve eşi sevimli çifti pırasalı börekler açmışlardı. Bekleyenlere dağıttılar.
Elyan sessizdi çok. Aklından zaman zaman bir şey geçiyor, akabinde tahtalara vuruyordu.

Altıncı saate doğru bir haber almak uğruna nöroşirurji hemşirelerinden birini bulma umuduyla asansöre bindiğimde Şövalye’nin ameliyatına asiste eden oğlanla burun buruna geldim. Ne oldu, durum nedir, diye sordum bir çırpıda. İyi geçti, dedi. Uyanıyor bile. Hemen asansörü durdurup bekleyenlerin yanına koştum.

Şövalye uyanmış bile! İyi geçmiş! İyiymiş!!!

diye anons eder etmez ellerim ve ayaklarım karıncalandı. Bir sandalyeye attım kendimi. Ağlamaya başladım. Bir sinir boşalması şeklinde hem güldüm hem ağladım. Anne Şövalye ve Düella’yla ağlaya ağlaya kucaklaştık.

Sonra ailecek yoğun bakım katına çıktık. Yirmi saniye kadar ameliyattan yoğun bakıma getirilen Şövalye’yi kapıdan seyrettik. Uyanıktı. Kafasında fileler ve sargılar vardı. Yüzü de şişti ama iyiydi.

Doktoru sadece bir kişinin iki dakika yanına girebileceğini söylediğinde Anne Şövalye ile göz göze geldik. Oğul vs koca. Can vs canan. Kaynana-gelin çekişmesinin en can alıcı noktasındaydık. Kapıdan da olsa görmüştüm, Şövalye’yi. İyiydi ya, iyi olduğunu bilmek bana yeterdi. Siz girin dememe kalmadan ‘eşi girsin’ dedi kaynanam. Kıyamam. Annem olsa çoktaan kimseye sormadan, kimseyle bakışmadan dalmıştı bile odaya. Hemen yeşilleri takıp, hijyenik jeller sürünüp sıra sıra perdelerle çevrilmiş salonun sonunda yatan Şövalye’nin yanına gittim.

Şövalye beyaz ince boruların geçtiği termal bir örtünün altında her tarafı bağlanmış ve her tarafına iğnelere takılarak yatmıştı. Uykuluydu. "Çok iyi görünüyorsun. Geçmiş olsun. Ağrın var mı çok?” diye sordum. Yarı baygın durumdaki Şövalye soruma cevaben saçlarının yerinde olup olmadığını sordu.

Biz aşağıda öldük öldük dirildik. Yemişim saçlarını. Yani narkozdan ayılırken bunları diyorsa bunları düşünerek gitti kesin ameliyata. Sanki lepiska saçları vardı da gitti diye endişe edicez. Adama da kızılmaz ki şu ortamda. Töbe töbe.

-Duruyor tatlım. Hatta neredeyse hiç traş etmemişler.
-Saat kaç?
-Dört.
-Temizlemişler mi?
-Evet, bir şey kalmamış. İyi huyluya benziyormuş zaten tahmin ettikleri gibi.
-Sen iyi misin?
-Ben çok iyiyim. Sen de iyi ol.

Bir yandan hafıza yerinde mi diye ufaktan yoklamak istedim.

-Çok mu seviyorum?
-Ben?
-Hayır, ben.

-Şapti miymiş?
-Sen?
-Hayır, sen.

Tamam. Günlük tekerlemelerimizi hatırlıyor, oyunu aynen oynuyor. İyi bari.
Şu meşhur unutkanlığı da belki böylece düzelmişti ama onu test edecek ortam yoktu. İki dakika ziyaret sürem çabucak doldu.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Gozyasartici bi yazi olmus. Senden yazar olur kizim, hadi bakiyim basla kitap olayina!
Tekrar tekrar gecmis olsun bu arada.
olc