Pazartesi, Şubat 21, 2011

Van Minut

Beni uzaktan da olsa izleyenler ve benimle mutlu olup benimle üzülenler olduğunu bilmek çok sevindirici. Kimileri ise daha kötücül biçimde, kafadan anne olmayı hak etmediğimi düşünüp, çocuk hasretiyle tutuşan kimilerine çocuk vermeyen Allah’ın tutup benim gibi domuzlara bunu bağışladığından şikayetçi. Olsun. Ben de aslında anne olmayı çok da hak ettiğimi ispat etmek durumunda değilim. Anneliğin sadece kötü yanlarını yazma gibi bir misyon edinmiş de olabilirim varsayın. Ben Şövalye’nin de iyi yanlarını kolay kolay yazmadım. Neden o zaman kimse evliliğin iyi yanlarından bahsetmiyorsun, demiyor? Neden kimse kocanı sevmiyor musun madem, demiyor?

Çünkü annelik o kadar sakıncalı ve kutsal bir mevzu ki, sadece mutlu yanlarını ortaya koymanız gerekiyor. İnsanlar artık rahatlıkla allah var mı diye tartışırken anneliği hala tartışamıyorlar. Ne garip.

Evet, annelik bana zor geldi. Fiziksel zorluklarından ziyade bende yarattığı anksiyete hali bana zor geldi. Rahat tabiatlı bir insan olsaydım eminim bunu böyle yaşamazdım. O zaman daha naif şeylerden bahsedebilirdim. Jelibon'a süt veremedim endişe ettim, elimden düşürürüm diye korktum uyumadım. Uyurken nefessiz kalırsa diye çocugu nefes monitörlerine bağladım. 10 dakikalığına bakkala bile gitsem bir şeyler boğazıma bastı, eve koştum. Bunlar bilmediğim şeylerdi benim. Önceden hesaplayamadım bunların olacağını. Bu hislerle başa çıkmayı öğrenmeye başladım artık.

Ama bütün bu öğrenme sürecinde yapayalnız da kaldım. Anneliğin ilk dönemlerinde aniden dış dünyadan izole de oluveriyorsunuz. Ne yaptığınızı, ne yapmanız gerektiğini bilmeden, endişeden geberirken bu yeni duruma tek başınıza alışmaya çalışıyorsunuz. Üstelik ömrü boyunca iyi ya da kötü ev dışında bir hayat yaşamış ve buna bu kadar alışmış bir insanın hayatının 180 derece dönmesini ve bu dönüşe aniden, birkaç günün içinde, dudaklarından bal damlayıp, mutluluktan uçarak adapte olmasını bekleyen bir toplum ve zihniyet varken ağır tecrit üstüne katmerli bir stres de yaşıyorsunuz.

***
Doğurmakla değil, herşey bir insanı beslemekle başlıyor. Onu beslerken onun ateşinin olup olmadığını, uykusunun gelip gelmediğini de anlıyorsunuz. Üşüdüğünü, terlediğini, neyi sevdiğini, elini nasıl koymak istediğini. Ne kadar yediğini, aç mı tok mu, huzursuz mu olduğunu. Bir süre sonra onun herşeyi siz oluyorsunuz. Birinin herşeyi olmak nasıl ağır bir yük. En ufak hatada bütün şehir havaya uçacakmış kadar ciddi bir endişeyle sirk cambazı gibi yaşamaya çalışıyorsunuz.

Eğer babaların da ebeveynlik işinden daha büyük pay almasını istiyorsak öyle alt değiştirip uçtu uçtu yapmakla kalmamalılar. Beslemeliler bebeklerini. Anne sütü gerekliliği mevzuu kadını çocuğa karşı tek sorumlu yapıp bırakıyor. Kadın eski kadın değil ki. Bazı kadınların babadan ne farkı var? 30 yıl en iyi okullarda okuyacağım burs kasmış, kurs kasmış. Çalışacağım, terfi edeceğim, gayrimenkul alacağım diye hırs kasmış. Sonra sırf memesinden gelen süt hala tıbben günümüz mamalarına karşı üstünlüğü anlamlı bir farkla kanıtlanmamışken kendisinden 30+ yıldır beklenen şeylerin yerine bambaşka davranışlar sergilemesi bekleniyor. Daha da kötüsü, bir süre sonra işe dönen kadının her iki davranış modelini birden türlü cambazlıklarla kotarması gerekiyor. Bir tarafa azıcık kaysa öbür taraftan kulakları çekiliyor.

***
Jelibon'u doğurduğuma pişman değilim. Onu çok da seviyorum. Bir gülüşüne ömrümü veririm. Ama bunları her anne size söyleyebilir. Söylemedikleri kısımları ben söylüyorum. Durum budur şeklinde.

Ben oğlumu kendi bildiğimce seviyorum. Ona emek vererek, başına gelecek kötülükleri tahmin edip onları bertaraf etmeye çalışarak, onun önünü açarak seviyorum. Onunla saatlerce mıncırmıyor olabilirim. Yavruuum diye bağrıma basmıyor, öpücük yağmurlarına tutmuyor olabilirim. Emin olun niye bu şekilde sevgimi gösteremiyorum diye çok da düşündüm. Bebeğim onu sevmediğimi sanacak diye çok da ağladım. Bana bunları düşündüren ve sevme biçimim yüzünden beni özellikle tenkitleriyle üzen de Şövalye’dir. Beni özgür bırakmışlığı, hırpalamadan sakin sevgisiyle adeta bir İskandinav erkeği Hans olan Şövalye, anne olmamla beraber beni görmek istediği yer itibariyle öz be öz Türko Hasan’a dönüşmüştür. (Bu benzetmenin telif hakkı Düella'ya aittir. Şövalye, ona çemkir lütfen) Ben kimseyi böyle sözlerimle, ellerimle, dudaklarımla, pişirdiğim yemeklerimle, kucağımın sıcağıyla sevmedim ki. Anne olunca bu huyum da mı değişmeliydi? Neden değişmedi? Bende bir tuhaflık mı var? Bunu tecahül-i arif anlamında değil, cidden soruyorum.

Sadece çocuğum oldu. Onun iyiliği, güzelliği herşeyin üstüne çıktı. Ama bunları sağlama biçimim değişmedi. Değişmiyor. Ben de değişmesini bekledim. Sandım ki onunla evde geçen her dakika mutluluktan ayağım yerden kesilecek. Bir daha asla işe dönmek istemeyeceğim. Ondan her ayrıldığımda ağlayacağım. Olmadı. Yerine neden ben böyle hissetmiyorum diye kafam karıştı, üzüldüm ve yoruldum. Sayenizde.

Bir daha da annelik yazmam. Kendi kendime yaşarım domuzluğumu.

17 yorum:

huysuz dedi ki...

bence yazmaya devam etmelisin anneliğin bu tarafını. ben kendimden o kadar çok şey buluyorum ki, şahsen çok hoşuma gidiyor.
herkesin bir karakteri olduğu gibi, bir de annelik tarzı var sanırım. ve bu tarz da zamanla oturuyor diyeceğim, klişe olacak ama öyle. bende böyle oldu en azından. çevremde kadınlar anne olduktan sonra kendilerini tanımlarken söze 'öncelikle anneyim,....' şeklinde başlamayı adet ediniyorlar. ben bunlardan olamadım mesela. beni yeni tanıyan insanlara ilk bahsettiğim şey bu değil :)hatta bazıları çocuğum olduğunu duyunca şaşırıyorlar bile. benden beklemiyorlar sanırım :) bilemiyorum, demem o ki 'yalnız değilsin'.

huysuz dedi ki...

kilit sözcük şu aslında: 'anaç olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu'

farawaysoclose dedi ki...

ofiste doğum izninden dönen annelerin büyük bir kısmında "of nihayet evden çıkıyorum, saçımı başımı tarayıp giyiniyorum, hiç olmazsa 3-5 insan yüzü görüyorum" mutluluğu okuyorum. sen çoğu kişinin itiraf edemediği hislerini yazıyorsun, lütfen yazmaya devam et :))

melontheroad dedi ki...

amaaaaannn bi tane adsızın yüzünden mi yazmayacakmışsın,boşversene o okumasın.
Beğenmeyen de küçük kızına almasın.
Bu arada bunların hepsi neden adsız?

Ozlem dedi ki...

"Bir insanin herseyi olmak ne kadar agir bir yuk." kilit cumle. Benim henuz bir cocugum yok ama ben boyle bir yukun altina girmek istiyorum artik. Bu yasadiklarinizi evet cogu bayan yasiyor, ama demekki anneligin iyi ve guzel yonleri daha agir basiyorki bu olumsuz dusunceler devede kulak kaliyor. Ne denebilirki, herkesin karakteri davranislari yasayisi farkli. Hersey gonlunuzce olsun.

Adsız dedi ki...

Ya Hafiye, saçmalama Allah aşkına. Başka anneleri bilmem diye şüphe payı bırakayım ama, ben de, arkadaşlarım da senin gibiyiz.
Ben de çalışmaya başladığımda rahatladım. Bunun farkına varmayanlar ya kendilerini fazla bastırıyorlar ya da güzelim, sadece kendilerini, hislerini sorgulayıp anlama süreçleri bizimki kadar analitik çalışmıyor.

Bebek sevildiğini hisseder. İlla belli bir türde sevildiğinde değil, genel olarak sevildiğinde bunu anlar. Ha, nedir, belki ileride onun sevgi dili ayrı olur seninkinden, o zaman karşına alıp konuşursun "bak evladım, seni seviyorum ve seni sevme biçimim böyle" diye. Senin çocuğun zaten mantıklı olur -babasına çekmediyse :P- anlar ne demek istediğini. Dört beş yaşına gelmiş bir çocukla neler neler konuşulur, neler neler anlaşılır. Yapma valla, en içimi parçalayan yazın bu oldu, etrafında, burada seni üzen herkesi falakaya yatırmak istedim.

Bak, Perfect Maddness diye bi kitap var. Al oku, açıl biraz canım.

O şövalyenin de kaskı sıkışsın kafasında inşallah, armouru paslansın, ne diyeyim. Senin şu halini görüp de ne eşşeklik etmişim diye canı yanmıyorsa eğer.

http://www.amazon.com/Perfect-Madness-Motherhood-Age-Anxiety/dp/1573223042

The Harassed Mom

gezicini dedi ki...

ben size uzun zamandan beri yazmıyordum. bu yazıyı görünce yazmaya karar verdim. bunları yaşayan tek kişi değilsiniz. benzer şeyleri yaşayan başka anneler de var. kimse kimseyi yargılama hakkına sahip değil. herkes kendi anne-çocuk ilişkisine baksın lütfen.
huysuzun dediği gibi 'yalnız değilsiniz!'
gorki

pommeler dedi ki...

benim cocugum yok henüz ama olsun istiyorum ama olmasında istiyorum korkuyorum kendi kendime sonra bir okuyorum bütün blog anneleri yavrum ne kadar mükemmel ben ne kadar mükemmel besledim bla bla bla
bende diyorum ki yahu bu kadınlar hic mi daralmaz ben simdi dusunuyorum düsününce daralıyorum sonra seni buldum okumaya basladım hah dedim bu kadın işte bu kadın dogru yazıyor
cok özel bişi blog yazmak aslında bir sürü insan seni okusada yinede özel yazma, yaz demek kimsenin haddine degil sana
ama yaz be hafiye

Yesim Arpat dedi ki...

Ay amacım bis'lenmek değildi ama bu kadar bis'e, ısrara geri dönerim sahnelere ben :)

Melocum- Adsızlar çemkirdi, ayıpladı diye bırakmaya kalkmadım. Bunlar ne ki? Kaç yıl evvel küfürden hakaretten yıkılan yorumlar alıyordum . Öyle de bırakıyordum. Ben yorumlarıma önce ben göriym onaylayayım şeysi bile koymuyorum. Kim ne isterse yazsın. Ne güzel. İfadeye özgürlük şahane bir şey.

Ben anlaşılmadığımı düşündüm. Hep kendi bakış açımın da haklı olabileceğini ispatlama çabasında buldum kendimi. Bu da biraz baydı beni. Toplum hazır diil heralde anaç olmayan annelere :)

Adsız dedi ki...

van minute cevaben disproportionate response

Sevgili hafiye,
nerden başlasam bilmiyorum, aslında bişeyler yazıp yazmamam gerektiğini de bilmiyorum ama madem ki siz benim şerefime yeni bir yazı yazmışsınız ben de size cevap vereyim... ilk olarak ben eşimle ilgili de iyş bişr şey yazmıyorum pek, neden onu sevmiyorsun konulu sitemler gelmiyor demişsiniz hemen cevaplayayım, eşinizi sevip sevmemeniz, ona karşı ne kadar ilgisiz, ne kadar mesafeli olduğunuz umrumuzda değil, siz kalkıp da ben adamı her yemekten sonra günde üç posta dövüyorum deseniz bile onun adına konuşacak biri çıkmayacağına eminim. Neden biliyor musunuz, çünkü ona karşı ihmalkar ya da sevgisiz davranırsanız eşinizin sizi terk edip gidebilme gücü var, ilk başta duygusal kapasitenizi bilerek sizinle evlenmiştir ve hatta belki de tam da bu yüzden sizi seçmiştir.
Oysa küçük bebeğin sizi terk edip başka birileriyle olma gibi bir lüksü yoktur sayın hafiye, siz onun tek şansı, hayatının merkezi, sizin tabirinizle herşeyisiniz. İşte bu noktada neden anneliğin ve annelikle alakalı konuların hala bir tabu olduğu ortaya çıkıyor. Yanıbaşımızda birileri ölse umrumuzda olmadığı şu zamanda, içimizde kalan son insanlık kırıntılarıyla, bebeklerin gayet konvansiyonel annelerinin kollarında çok sevildiği, çok mutlu olduğu, annelerin en çok bebeklerini sevdiği bir dünya istiyoruz, sizin gibi ezber bozan ve ben bebeğimden ayrı işteyken daha rahatım kardeşim diyebilen cesur revizyonist annelere karşı belki ikiyüzlü ve aciz bir şekilde ama ben seni böyle hayal etmemiştim diyebiliyoruz, yoksa kadını eve hapsetmek isteyen gerici kadın düşmanı zihinlere sahip olduğumuzdan değil. içimizde hala inatçı bir çocuk okuldan eve geldiğimde evde olsa annem bana kapıyı açsa diyor, oysa biliyoruz ki anneler çalışmak zorunda, zorunda olmasalar da çalışıyorlar üstelik. Biz de biliyoruz kadının eski kadın olmadığını. Bir diyeceğimiz yok ne diyebiliriz ki hem? Ama kendimi tanımlarken annelik ön planda değil, o da özelliklerimden biri ama herşeyim değil, hatta bazıları çok şaşırıyorlar anne olduğumu duyunca, benden beklemiyorlar diyen yorumcunuz bunu mağrifet gibi övünç dolu bir şekilde anlatıyor. evet anneliğin içinde yumuşaklık hassasiyet vardır ama zayıflık, süflilik, acziyet yoktur sayın yorumcu. O kadar katı o kadar egosantirk davranıyorum ki anne olduğuma
İhtimal vermiyorlar diyorsunuz aynı zamanda. Bu iyi birşey midir?

Adsız dedi ki...

Hayır, yalnız değilsiniz hem de hiç yalnız değilsiniz sevgili hafiye, etrafımız sizin gibi annelerle dolu, hatta eski usül anneler azınlıkta artık. Sizi bu kadar sinirlendirdiğime de şaşırdığımı söyeleyeyim, ben anneliğinizi sorgulamadım, bunu yapan eşiniz. Eşinizin böyle yaptığını her yazınızda dile getiren de sizsiniz, belki sizin de bilinçaltınız rahatsız, kendinizi suçluyorsunuz.
Ben kötü niyetli değilim sadece yazılarınızı okuduğumda hissettiğim duyguyu dile getirdim. Bebeğiniz için üzüldüm. Çünkü anne olmanıza rağmen hala ben şöyleyim ben böyleyim, ben de ben diye dövünüyordunuz, ve nihayte kendinizden başka bir varlıktan bahsetmek zamanı geldiğinde bunu sadece size yaşattığı kötü duyguları anlatmak için konuşuyordunuz. Anneliğin sizi o alışıldık Türk yuppiesi benmerkezciliğinden biraz olsun uzaklaştırması gerekirken daha da saplanmış, genç werther’in acıları tadında yazılar yazıyordunuz. Beni en çok üzen de son sözleriniz oldu, bebeğimi saatlerce mıncıklamayıp, onu yavrum diye bağrıma basıp öpücüklere boğmasam da kendimce seviyorum demişsiniz
Sizin gibi bir hafiye bebeklerin en çok ihtiyacı olan şeyin annesinin dokunuşları olduğunu biliyor olmalı, belki beslenmek kadar büyük bir ihtiyaç. Çocuklar sizin onlara sağlamaya çalıştığınız standartı önemsemez sayın hafiye, size bunun için minnettar olmazlar asla, o standartı kanıksarlar hele ki bu standartta ufak bir düşüş olsun o zaman vay halinize, onlara sunmaya çalıştığınız fırsatları umursamazlar, endişeleriniz onları boğar, endişeleriniz yüzünden aldığınız tedbirlerden nefret ederler, önemsedikleri tek bir şey vardır o da onlara olan sevginiz, ve bunu ifade etme biçiminiz. Bazı anne babalar çocuklarını sevdiklerini dövdüklerini söyeleyebilir, onların iyiliği için dövüyorum diyebilirler, çocuklarını döven anne babalar da kednilerince sever çocuklarını. ben seviyorum ama gösteremiyorum, bebeğim onu sevmediğimi sanacak diye ağladım diyorsunuz gerçekten o kadar zor mu altı aylık bir bebeği mıncıklamak? Sizin için imkansız mı sahiden? İster annelik üzerine yazın, ister zebralar ya da para piyasaları beni artık ilgilendirmiyor çünkü ben sizi bir daha okumayacağım sayın hafiye, ama bilmenizi istediğim bir şey var, ki buna inanmanız benim için önemli, size gerçekten sempati duyuyordum ve önceki yorumumu sizi karalamak niyetiyle yazmadım.

Adsız dedi ki...

Tüm samimiyetimle size gerçekten iyiliğinizi isteyerek bir tavsiye vermek istiyorum. Lütfen çocuğunuza sevginizi basit yollardan göstermeye çalışın, bir yorumcunuzun iddia ettiği gibi 4-5 yaşında karşınıza alıp konuşamazsınız, sizi anlaması için yılların geçmesi gerekecek tüm bu zaman zarfında onu sevmediğinizi zannedecek, anne sevgisini yeterince hissetmeyen erkek çocuklarda, bunun ne türden hasarlar bıraktığını hepimiz biliriz, ucuz kadın dergisi psiko analizi yapacak olursak ya uysal edilgen kişilik geliştirip tüm karşı cinsle ilişkilerinde anne figürü arayacak, ve sonunda yine annesi gibi mesafeli güçlü bir karakter seçecektir ya da sevgisizlik hissiyle hırçınlaşacak ,zor, uzlaşmasız şiddetli bir karakter geliştirecektir. Böyle olmasa bile lütfen sevginizi ifade edin çünkü inanın bunu yapmak daha sonra daha kolay olmayacak. Yakında yürümeye başlayıp her yere vahşi hayvan yavrusu gibi saldırdığında ona sevginizi ifade etmek şimdi olduğundan daha kolay olmayacak, konuşmaya başlayıp binlerce ama binlerce soru sorup sizi cevaplamaya zorladığında daha kolay olmayacak, okula başladığında işin bütün yorgunluğuyla ödev yapmak istemeyen o yaratığa ödevlerini yaptırmaya çalışırken daha kolay olmayacak, sivilceli sorunlu bir ergenken ona sevginizi göstermek nerdeyse imkansız olacak sevgili hafiye. Ve zamanı gelip de siz sevgi göstermek istediğinizde o bunu istemeyecektir. Bebekler basit sevimli yaratıklardır, dokunuşlarla cevap verirler, sevgi sözcüklerine, öpücüklere tepki verirler. Bunu ondan esirgemeyin lütfen. Bu konularda düşünmek ve yazmak beni fazlasıyla üzdü. Size ve bebeğinize uzun ve sağlıklı bir yaşam dilerim.

P. S. Adsızım çünkü blogum yok, adımı soyadımı yazmanın da anlamı yok sanırım.

Yesim Arpat dedi ki...

Sevgili Adsız,

Oturup bu kadar yazdığınıza göre gerçekten yazdıklarımı ya da yazdıklarımın sizdeki yansımasını önemsiyor olmalısınız siz de. Açıkçası bu hoşuma gitti. Ben size sinirlenmedim ki. Eşime sinirlendim, evet. Onun nezdinde üzerime gelen bütün annelik sorgu suallerine sinirlendim. Sokakta hiç tanımadığım insanların onu neyle beslediğime karışmasından tutun mesai arkadaşlarımın bebeğimi özleyip özlemediğimi sorup durmalarına sinirlendim. Sırf anne olduğum için benden ev kadınlığı da beklenir olmasına sinirlendim. Bunlardan yola çıkıp bütün topluma, toplum içindeki algıma, yeni eklenen rolüme sinirlendim.

Türk bir yuppie olaraktan – ki bunca sıfata gerek yok- benmerkezciliğimi de inkar etmiyorum. Anneliğin de bilakis benmerkezci bir olgu olduğunu düşünüyorum. Neden doğuruyoruz ki? İstediğiniz kadar anlamlara boğun, istediğiniz kadar yumuşatın, en temelinde kendimizi devam ettirmek için değil mi? Kendimizi ölümsüzleştirmek için. O yüzden değil mi ki ben’den daha iyi bir ‘ben’ olsun diye hep olmak istediğimiz ama olamadığımız, eksik kaldığımız, yetişemediğimiz şeyleri çocuklarımız elde etsin diye kasarız?

Söylediklerimin devrim mahiyeti yok. Açın bakın birçok yabancı blogu, babycenterları, bundan çok daha katı şeyler söyleyenler var. Kaldı ki ne çok okunurum ne de reyting kaygım var. Burası benim günlüğüm. Dolayısıyla beni anlatır. Ben ne hissedersem onu anlatır. Hep ‘ben, ben, ben’ der. Blog dışı hayatımda sencilimdir belki? Nereden bilebilirsiniz ki? Çocuğumu üç mıncırıyorsam dördüncü eksik kalıyor diye üzülüyorum belki. Yüz mıncırıyorsam yüzbirincisi. Nedir bunun yeterlisi? Kim bilebilir ki? En azından buna kafa yoruyorsam, bu bilince sahipsem ve ‘eksikli mi kalır bu bebe’ diye çaresini arıyorsam bu da bir şey olabilir mi? Bu konuda evlere temizliğe giden anneden tutun yüzmilyonlarca dolarlık bir şirketin patronu anneye, Amerikalı eski iş arkadaşım anneden, akademisyen anneye sosyoekonomik düzeyin her yerinde gezinen değişik annelere aynı soruları sordum. Sormaya da devam ediyorum. Herkes benzer şeyler söyledi. Kendi mutluluğumun önemini. Ben mutlu olursam ancak etrafıma mutluluk verebileceğimi. Belki de sorun benim karanlık mizacımdır dedim. Bir psikiyatriste danıştım. Ona da anlattım. Çocuğumu seviyor muyum, dedim. O da sevildiğini anlıyor mudur? Bunu dert edindiysen seviyorsundur, dedi.

Çocuğum için neler yapabileceğimse sevginin kriteri, ‘canımı bile veriririm evladıma’ konusu bana kolay geliyor. Yeterince emekli ve önemli değildir zira. Kendimi ve canımı o kadar da önemsemiyorum ki. Sevgi emektir benim için. Seviyorsam emek veririm. Endişemin çocuğa bir faydası olmadığını bilirim ama endişem de emeğimin yerini bulup bulmadığını anlayamamamdandır.

Yesim Arpat dedi ki...

Psikiyatrist bir sorun görmedi. Bunlar normal dedi. Çeşit çeşit insan olduğu gibi çeşit çeşit anne var dedi. Çocuklar sevildiklerini anlarlar, dedi. Mizacımı karanlık da bulmadı. Fazla düşünme, kimseyi de dinleme dedi. Ben de öyle yapıyorum artık. Kim ne derse desin kendime nevroz yaratmıyorum. Kafası karışmış bir anneyim neticede. Herkesinki de eminim benim kadar karışmıştır. Kimi bu karmaşasında sustu, kimi bekledi geçsin diye. Kimi depresyona, kimi de hoppadanak havaya girdi.

Yedi milyar insanız. Hiçbirimiz mükemmel değiliz belki ama insanlardaki psikolojik arızaların o kadar da ebeveyn kaynaklı olduğuna inanmıyorum. Ben ve kardeşimin sevgi dili kadar ruh halleri de çok farklı. Bir arkadaşımın ikizleri var. İkisi de bambaşkalar. Biri mıncırılmaya doyamıyor, diğerinin kazağına bile dokunulamıyor. Ebeveyn olarak bir yere kadar müdahilsiniz bu sizden doğma hayatlara. Sonrası büyük muamma. Orası da çok endişe verici işte. Aynen dediğiniz gibi sevgili Adsız, daha da zor geliyor düşününce. Bu endişe emeğimin yerini bulamaması endişesi ama. Performans korkusu yani. Yoksa bana ne olduğu, taşikardisi, bunaltısı falan değil. Ben o kadar mühim değilim ama nerelerden geçtiğimi fark ederek ilerlemekten hoşlanıyorum.

Dolayısıyla ben burada ne hissediyorsam onu yazmaya devam edeceğim. Sonra dönüp dönüp kendim okuyorum çünkü. Geçmişi hatırlamak güzel oluyor. Ne çok şey değişmiş be, diyorum. Nostalji oluyor. Şimdiye kadar çok bilgisayarım yandı, çalındı. Buradan silinmiyor bir şey. İyi oluyor. Üç beş uzaktaki kanka da haberdar oluyor hayatımdan, bir geyik ortamı oluyor bu sayede emaillerimizde. Zamanla buradan birkaç dost da çıkardım ama bir sakınca görmediğimden ve yapı itibariyle de herşeyim ortada olduğundan public kaldı blog. Öyle kalmaya da devam edecek. Beni arada bir de olsa okumanızı isterim ama yine de. Belki değişir söylemim. Şimdiden bir şey diyemem. İnsanoğlunun kendi de yüreği de kuş misali.

Sizin erkek olduğunuzu tahmin ediyorum ama bu yüzden beni anlayamazsınız demeyeceğim. Hissettiklerimin birazına dair empati yapabilirseniz bebeğim kadar benim için de, benim nezdimde tüm anneler adına da üzülürdünüz. Çünkü dünyanın en zor işi devamlı tenkit ve kalıplara maruz kalarak ve endişeden gebererek bir insan büyütmekmiş.

Ruty dedi ki...

Snoozeee!!! Yorum mu yoksa kitap mi bu.

Yeni konuya gecelim revizyonist, narsistik, non-altruistik, non-convensiyonel blah blah Hafyanim.. We love you just the way you are (pat pat pat. kafaya dokundurmaca). And so will mini Jolebon.

Fulya dedi ki...

Merhaba,

Bayagı bir suredir blogunu takip ediyorum. Hem adanalı hem de Bogazicili oldugum icin seni kendi arkadas grubumdan birisiymişssin gibi hissederek okuyorum :)Lütfen yazmayı bırakma, ben ki etrafımdaki 30 kusur yasındaki kocaman arkadaslarımın 'e biz artık bezimizi cıkarttıııkkk :)' seklindeki cumlelerinden baymıs bi insanım; yazılarını sonuna kadar farklı bir bakıs acısı gormenin merakıyla okuyorum. Herkes aynı olmak zorunda degil. Yazmaya devam diyorum :) Sevgiler, kolaylıklar :)

hannan dedi ki...

:)
jelibon'u öp benim için..
içim sevgiyle doldu falan, gerisi de boş;)