Cumartesi, Nisan 29, 2006

Güle Güle Onur

Onur, nam-i diğer Çıtır, babamın hemşeri arkadaşının oğlu imişti. Boğaziçi'nde son senemde ilk sınıfa başladığı söylendi. Aileler bir tanışsınlar, birbirlerine yol yordam göstersinler, dedi. Aileler der böyle şeyler. Benim İstanbul'da dördüncü senem olmuş, yollar yordamlar tükenmis. Onur zaten İstanbullu. He, hıı, dedik bıraktık. Amerika'ya gelmek üzereyken, Ruşen'ın evini kutulara boğmuşken çıkageldi. Okulu bitirince o da Amerika'ya gidecekmiş, MBA yapacakmış, planını programını yapmış, bana da danışmak üzere, gelmiş beni dinlemeye. Benim ne yapacağım son dakika belli olurken onun 5-10-15 yıllık kalkınma planları varmış.

Gel zaman git zaman, Amerika'daki ikinci senemde atladı geldi. Tam da annem, babam ve kardeşimin bir odalı evimde misafir oldukları zamanda. Alıp onu henüz bitirdiğim okula götürdüm. Kime emanet ettiysem hepsinin sevgilisi oldu. Tanıdığım herkes onu benden daha çok sevdi. Atlanta'da annemleri, Athens'da orada kalmış arkadaşlarımı fethetti. Maryland'de karar kıldı. Telefonlaştık iki yıl. Hiçbir şeye ihtiyacı olmadı. Çenemden başka. Ben konuştum o dinledi. Anlattıklarımdan hikmetler çıkardı. Hikmetime kendim bile şaşırdım.

Sonra Ruşen'di, Banu'ydu, Oğuz'du herkeslerle aynı şehirlere, işlere denk düştü. Arada ziyarete gelenleri de ekleyince neredeyse bütün arkadaşlarımla tanıştı. Onların da sevgilisi oldu. Hani artık onun hakkında bir tek kötü söz söyleyemez olmuştum. Karşımda onlarca insan buluyordum. Oysa kendimde onu yerden yere vurabilme hakkını görüyordum. O benimdi, size ne oluyordu.

Karanlıkla dalgacılık arasında gidip gelen ruhumun her evresine ayna tutan bir pamuk prens ve aynaya bakıp bakıp deliren bir meczup olduk beraber. Daha çok anlatmam, daha çok yazmam, kendimi daha çeşitli ifadelemem ve gökyüzünü her gün ama her allahın günü maviye boyamam için kahramanca direndi. Kendime acıdım. Kızdı. Kendime kızdim. Kızdı. Kendimden nefret ettim. Kızdı. Hep kızdı bana. Yordu beni. Gidiyor işte yarın geldiği yere. Bu da planının bir parçasıydı taaa o kutulu telaşe günden beri. Aradan yedi yıl geçti. Ben hala aynı krizli rastgele hanım. Sorularım zincir zincir. Onun takvimi tıkır tıkır, ruhu cıvıl cıvıl. Birkaç yıla kendi işini de kuracak, evlenecek de, baba da olacak, üstelik hepsini de güle oynaya yapacak. Çünkü o dünyanın en iyi hayat projesi amiri. Acaba diyorum, taşeronluk yapar mı bana da?

2 yorum:

Onur dedi ki...

Nasi ya?? Yorumsuz mu kalacak bu yazi?

Neyse, geldim gorecegim Istanbul'u. Bu yaziya cevap olarak "simdi bir de Onur'un gozunden yazilir" dedim ama firsat olmuyor ki. Yorucuymus bu sehir - neyse sikayet yok.

Yazin icin sagol Aslihan! Sen ve benim yoluma cikardigin pek cok kisi acaip guzel insanlarsiniz. Yolculugumu(zu) senin gozunden ve kaleminden dinlemek cok zevkli.

Istanbul'a gel bir an once! Farkinda misin biz hic 'arkadas' olarak ayni sehirde yasamadik :)

Adsız dedi ki...

Donup yine okudum iyi mi. Ne guzel yazmissin :) Bana arada bir ne oldugumu ne olmadigimi hatirlatan seylerden biri oldu bu yazi.

Onur